ABDURRAHMAN ÖRNEK ornekabdurrahman@gmail.com

MEZARLIK SESSİZLİĞİ

18 Temmuz 2020 Cumartesi 07:53

Dik duran mezar taşlarının inatçı sessizliğinde mezarlığa  elinde bastonu, bükülmüş beli ile yavaş yavaş adımlayarak geldi ve durdu. Kendi yaşıtlarından hayatta kalan bir elin parmağını geçmezdi. Şu mezarlıkta yatanların yarısından fazlasıyla belki de tamamıyla hatırası vardı. Yemeğini yemişlerdi suyunu içmişlerdi. Her sayfası kederle kararan bir hüzün defterine dönmüştü her biri. Bastona dayanarak belini ve omzunu doğrulttu, ellerini açtı her zaman olduğu gibi fatihasını okudu. Sonra az gören gözleriyle hayatının her anına bir anlam katan mezar taşlarındaki isimlerle tüm geçmiş hayallerini bir bir yeniden yaşıyormuş gibi, kimisinde tebessüm etti kimisinde içli içli ağladı. Yılların birikmiş hüznünün yağmur gibi yağdığını, her ölüm yıldönümleri geldiğinde bir kez daha öldüğünü, hele de aniden ölümlerde biriktirip de bir gün elbet  söylerim deyip de söyleyemedikleri iyice kahrını artırırdı. Hasret; zamanın biriktirdiği ve acılaştırdığı kavruk bir direnme olmuştu. Hiçbir hatıra kaybolmasın,  nice  yaşanmış güzellikleri  ve yenilgileri zamana karşı bir  umutla işleyerek bir mermere kazıyan mezar taşı  nakkaşının ömür boyu yalnızlık ektiğini görürsün. En çok da mezar taşlarındaki  dört  isim vardı onu her seferinde derin hüzünlere götüren gözyaşlarını akıtan. Şöyle başlardı konuşmaya “siz gittiniz kalan her şeye göz değdi, bela yağdı yağmur gibi, herkes birbiriyle düşman oldu, tatta tat, acıda acı kalmadı, velhasıl her şey yavanlaştı ne nam kaldı nede nişan.” Birisi “Kocaman”dı (eşi). Eşiyle ilgili hatıralarını anlatmaya “kocaman şöyle dedi kocaman böyle dedi” diyerek başlardı.  Kocaman’ın  vasiyetine sadık kalmıştı 35-40 yıldır. “Ne olursa olsun bu ocağın kapısı açık olsun, sobası tütsün” sözü   Kocaman’ın vasiyetiydi. Öyle dedi mezar taşına hem ağlayarak hem de vasiyetin bugün ki yükümlülüğünü yerine getirerek. Ey Kocaman!  Bugün de Rabbim ocağımızın kapısını açtı, sobamızın bacasını tüttürdü diye. Kocamanın gönlünü almıştı. Şimdi üç oğlunun mezar taşına döndü, yüreği daha fazla acıdı, gözleri daha fazla yaşardı. Üçü de arka arkaya ölmüştü. Geride sırtını dayayacağı bir erkek kalmamıştı. Neden benden önce gittiniz acım artsın yüreğimin yangını hiç sönmesin diye mi. Tabi ki imanı isyanın önüne geçti “Hepimiz Allah’tan geldik, yine ona döneceğiz “dedi. Doğan büyür sonra kalkar, yükselir ,düşer ve ölür. O gün geldiğinde  gurur da gider kibirde gider, malda gider mülkte gider. Bu dünya kime kalmış ki sana da bana da kalsın . Elindeki hiçbir eşya geriye doğru işlemez, zamanla eskirler ,çürürler ve bizim gibi toprağa düşerler. Sizden sonra o taçlı zenginler, zulmeden zalimler ,o kibrinden etrafındakilerle konuşmayanlar, bizlere üstten bakanlar birbir toprağa gömüldüler. Hangisini saysam bilmem ki. Bu dünya bir rüyaymış yaşadığımız her şey bir hayalden, bir gölgeden ,bir masaldan başka bir şey değilmiş meğer dedi ve konuşmaya başladı mezar taşlarına. Bu gün bayram dedi hani siz bayramlarda benim ziyaretime gelirdiniz ya, bu sefer de ben geldim. Falancalar geldi, gitti.  Çocuklarınız, torunlarınız hepsi burada, hepsi iyiler. Onlarda gelirler belki bir ara. Bakın size ne diyeceğim, ben kaza namazlarımı bitirdim şimdi sizin için ayrı ayrı namaz kılıyorum belki sizlerin de kaza namazları vardır diye. Sizin için fazladan oruç tutuyorum, sadaka veriyorum. Toprak sizi incitmesin, kemiklerinizi sıkmasın rahat uyuyasınız diye. Bugünü size anlatayım da haberiniz olsun  hava güneşli, bildiğiniz gibi  her taraf yemyeşil, dün gündüz yağmur yağdı ama gece hava o kadar açıktı ki yıldızlar parıl parıldı. Çocuklar evin önündeki bahçede oyuncaklarıyla öyle güzel oynadılar ki onları izlerken sizlerin onları izleyip gülüşünüzü gördüm. Ama şundan emin olun, siz nasıl bıraktıysanız bir çoğu hâlâ öyle. Ben buradakileri size anlatıyorum ama sizden hiçbir haber alamıyorum, ben konuşuyorum siz susuyorsunuz, ben ağlıyorum siz bakıyorsunuz. Benden bir ben kalmadı, bütün benlerim dünyayı bırakıp gidenlerle gitti. Dünya benim gurbetim oldu,sevdam neye, hasretim kime bilmiyorum. Bildiğim tek şey sizinle benim aramdaki ayrılık acısı. Gözyaşlarım usul usul düşer mendilime, beklemelerime direnen ömrüm bağrımdaki hicranı dağlamakta. Hiçbir şey gidermez sıkıntılarımı, zamanın bağrında birer zakkumdur hasret sürgünlerim. Öyle yorgunum ki, çocuklarım kollarına dayanacağım kimse yok, acının yükünü taşımaktan yoruldu şu ihtiyarlamış yüreğim. Birazdan eve döneceğim, hadi dudaklarınızı oynatın, sesinizi verin bana, içimin acılarına yaralarına bir merhem olsun. Kendimi zamanın göğsüne yaslayıp bir of çekeyim, yalnızlığımı usulca örten zamanın sessiz tülüyle bir dahaki konuşmaya kadar bozulmasınlar diye saklayayım onları. Sizin yürüdüğünüz yollarda, köpüklü çağlayan ırmak kenarlarında sizin yemeniz için yol tarafına eğilmiş böğürtlen dallarına, dalların arkasında hemen elini uzatsan yakalayacakmış gibi duran akşam güneşine, umudun billur ırmağına bırakarak kavruk çöle dönmüş ana yüreğime göndereyim.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #