ŞENOL METİN senolmetin42@gmail.com

İBLİS’İN HASTALIĞI

14 Eylül 2015 Pazartesi 11:30

Kendisine güvenilir liman ve faaliyetleri için standartize edilmiş kurallar arayan kapitalizm aradığını 19. Yüzyılda bulmuştu. ULUS DEVLET… Ancak bir sorunu vardı…


Ulus Devletin varolabilmesi için bir ulusa ihtiyacı vardı. Olsun kapitalizm hemen çözümünü buldu ve süreci tersine çevirdi. Önce devletini kurdu.  Devlet nasılsa ulusu inşa ederdi.  20. Yüzyıl bu inşanın savaşları ile geçti. Kapitalizmin sığınağı Kara Avrupası’nın ulus devletleri böyle doğdu. Almanya kuruldu, Almanya devleti de Alman ulusunu meydana getirdi. Aynı süreci İtalya gibi pekçok ülkede yaşadı. 


Bu çözüm patolojikti, insanın yaratılışındaki ikaza aykırı idi. Nitekim bu çözüm ulusçuluk illetini insanlığın başına bela etti. Hani ilk insan yaratıldığında İblis’in isyanına konu olan hastalık… Demişti ya;


O balçıktan, ben ise ateşten yaratıldım. Ben daha özelim, daha değerliyim.


Ana kıymeti maddede gören hastalık… İblis’in hastalığını Allah,  tevhidi dinleri vasıtası ile tedavi etmeye çalıştı. Ama insanlığın imtihanı işte… 19. ve 20. Yüzyıl bu imtihanı tekrar en sert biçimde yaşadığımız yüzyıl oldu.


Ulus Devlet doğası gereği tektip, hayali bir ulus kurgular. Bu hayali ulusu bulamazsa  ki bulamayacaktır çünkü yoktur, hayaldir, kurgudur.  Ayrıca varlığı da  sünnetullaha aykırıdır.  Parmak izini bile her bir insanda farklı yaratan Rabbimizin homojen tektip bir ulus yaratacağını düşünmek akla ziyan…
Ulus devlet, idealize edilmiş, mühendisliği yapılmış bir ulus prototipi üzerinden ulus inşa etmeye başlar. Ancak realite buna uygun değildir. Ulus devlet buna da çözüm üretir. Mevcut insan topluluklarının kurgulanmış tipolojiye uymayan yönleri ise tasfiye edilir. Ulusun nasıl inanması gerektiği, nasıl konuşması gerektiği, yani kimlikleri yeniden tanımlanır. Bu inşa süreci bugün daha çok soft yöntemlerle, öykünmeci ve içselleştirici bir modelle uygulanmaktadır. ABD, İngiltere ve İskandinav ülkeleri bu modelin en kompleks uygulamaları sergilemektedir.  Ancak ulus inşa sürecinin ilk uygulamaları böyle değildi,  ilk uygulamalar çok kanlı olmuş ve toplumlarda derin travmalar oluşturmuştur. 1930-40 yılların Almanya, İtalya, Türkiye’sinde olduğu gibi…
Ulus İnşa sürecinin hakim paradigması tektipleş(tir)medir. Tasarıma uymayan insan topluluklarının önünde iki davranış modeli vardır. Ya direnip mücadele etmek ki sonu genellikle sürülme, yok edilmedir. Ya da hakim paradigmaya teslim olup enterne/asimile olmaktır.


Tek tipleştirme, homojen ulus yaratma hastalığına geç dönemde yakalanan bazı toplumlarda bu durum paranoya halinde tezahür edebilmektedir. Bugün Hitleri, Mussolini’yi bile hayretler içinde bırakacak uygulamalara imza atan PKK- Kürt Ulusal Seküler Kimlik Yaratma Projesi bu paronaya halinin tezahürüdür.  PKK’nın Suriye kolu PYD’nin hakim olduğu bölgelerde en farklı olandan başlayarak, önce Türkmenleri, ardından Arapları, Sonra da Barzani aşiretine mensup kürtleri, 1000 yıldır yaşadıkları topraklarda sürüp çıkarmalarını, kurban eti dağıtan bir çocuğu yakacak kadar insanlıktan çıkmış uygulamaları,  IŞID Yöntemleri ile açıklamayacaksak geriye tek bir açıklama kalıyor; geç gelen ulus devlet paranoyası…
Bölgenin insansızlaştırılmasının BÜYÜK İSRAİL idealine sunacağı katkı da ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Hucurat süresi 13. Ayetinde Allah, Bize der ki;


Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için de sizi milletler, kabilelere ayırdık. Muhakkak Allah yanında en hayırlınız ve en üstününüz takva sahibi olanınızdır.


Tanışmak, bilişmek için yapılan yaratma hikmetinden bir kimlik inşa etme hastalığına yakalınırsanız ilk ayrışma-parçalanma durağınız ulus durağı, bir sonraki durak ise kabile durağıdır ve ayrışmanın-parçalanmanın sonu yoktur.


Bu hastalığı kısmen tedavi edebilmek için Batı tolerans, farklılıklara saygı, etnik ve kültürel kimliklerin belli düzeyde temsili gibi yumuşak geçiş yöntemleri bulmuştur. Bizim medeniyetimizin ise Hucurat süresinde zikredilen kriterin perspektifinde bir İSLAM KARDEŞLİĞİ çerçevemiz vardır ve bu çerçeve Türk’ü de, Kürt’ü de, Arab’ı da, Farisi’yi de birarada tutacak çerçevedir.


Son söz;


Etnik kimliği ne olursa olsun Müslüman kimliğini birincil kimlik olarak kendisine tanımlayan herkese büyük rol düşmektedir.
İblisin hastalığına yakalanmadan var mısınız ADEM’İN ÇOCUKLARI OLMAYA!....

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #