Yüreğimizde sakladığımız çok şey var hepimizin; tıpkı kiminin bir patiskaya sardığı, kiminin kibrit kutusunda, kiminin fincanda sakladığı tohumları gibi; toprağa saçmaktan korktuk…
Korktuk konuşmaktan! Sanki toprağın dibinde çürüyüp gidecek ya da yeşerince ayrık otu gibi boynundan koparılacak gibi…
Can suyu yeterdi çürümemeye, azim! koparıldığın yerden yeniden yeşermeye.
Biz ise,
Umutlarımızı toprağın karanlıklarına gömdük.
Diyeceklerimizi gelmeyecek baharlara erteledik.
Sonra dikenler sardı etrafımızı, yaban otları…
Oysa cemre düşmüştü toprağa; aşkla tohumları saçma zamanıydı.
Damarlarımızdan can suyu akıtmalıydık.
Ve sonra kâinat duymalıydı kabuğumuzun çatlayışını,
Meydan okuyarak soğuk karanlığa,
Yarıp toprağı selam verirken mavi sonsuzluğa ,
Haykırmalıydık: Geldim işte!
Sonra boy vermeliydik var gücümüzle.
Gül olmalıydı kimimiz mis kokan,
Meyve ağacı olmalıydı kimimiz dalları sarkan,
Çınar olmalıydı kimimiz bir dayanak, yıllara meydan okuyan…
Ve arşa yükselmeliydi başımız,
Toprağın derinliklerine inmeliydi köklerimiz,
Cana doymalıydı çorak toprağımız,
Dikenler serinlemeliydi gölgemizde,
“Muştular olsun!” deyip arz-ı küreye.
Cemre düştü toprağa…
Ellerimiz açsın patiskaların düğümlerini artık, saçsın yüreğimiz tohumlarını
Toprağı delip yeşerme vaktidir Mevlit.
Temmuz güneşi yakmadan,
Korkularımızı yenme vaktidir artık.
Sabırla, azimle dallarımız yükselirken arşa
Ulaşırdı belki niyetlerimiz Mirac’a…