Stratejik aklını Siyonizmin yönettiği Küresel Emperyalizm, kendisine meydan okuma potansiyeline sahip yegane medeniyet olan İslam medeniyetinin lider ülkesine Suruç Provakasyonu ile bir hamle yaptı ve ‘şah’ dedi.
Sahip olduğu tarihi ve kültürel birikimi, bölge halklarının hafızasında tazeliğini koruyan yönetim tecrübesi ve siyasal meşruiyeti ile kurgulanan sömürü sistemini tehdit edebileceği değerlendirilen Türkiye’nin çevresi ateş çemberine alınarak bir kontrol sistemi kuruldu. Gezi Olayları, 17-25 Aralık Operasyonları, Reyhanlı, 7-8 Ekim Kobani Kalkışması ve nihayetinde Suruç Provakasyonu ile bu kontrol sistemi test edildi. Ve Türkiye’nin Anadolu coğrafyası dışında insiyatif almasına ve Lozan Konsensüsüne aykırı politikalar izlemesine tahammül edilmeyeceği mesajı en sert bir biçimde Suruç Provakasyonu ile verildi.
21. Yüzyıl sömürgeci - sömürülen güçler arası sınır çizgisinin belirlenmesinde Türkiye cephe ülke konumundadır ve Küresel Emperyalizmin Türkiye için biçtiği rol tampon alanın güvenliğini sağlamaktır. Bundan öte bir rol Türkiye’nin tehdit olarak değerlendirilmesi için yeterlidir. Güney sınırımız boyunca IŞID tarafından oluşturulan daha sonra PKK’nın Suriye kolu PYD tarafından pekiştirilen koridoru bu çerçevede okumak gerekir. Son 2 yıldır PKK’nın Ardahan, Kars, Iğdır demoğrafisini değiştirmeye yönelik nufüs operasyonları da aynı stratejinin farklı taktik hamleleridir. Son Suruç Provakasyonu ile ‘bu sınır çok önemlidir, cephe hattını tanımlar, müdahele edersen sonuçlarına katlanırsın.’ mesajı verilerek sınır –cephe- hattı keskinleştirilmiş, pekiştirilmiştir.
Ancak…
Küresel Emperyalizmin çizdiği bu sınır bizim coğrafyamızdır ve Biz bu coğrafyaya VATAN diyoruz.
‘Hubb’ul vatan, min’el iman. (Vatan sevgisi imandandır.)
Bizim için vatan, yalnızca bir toprak parçasını tanımlayan coğrafya bilimine ait bir kavram değil, aynı zamanda çok farklı boyutları ile teolojik bir kavramdır. İslam ile şerefyab olduğumuzdan beri Biz bu çatışmaları çeşitli boyutları ile yaşamaktayız. ‘Dualı Millet’, ‘Tarihin Sonu’ndaki son devletimiz, bu çatışmayı yönetebilecek genetik kodlara, stratejik akla ve güç kaynaklarına sahiptir. Bu süreçte herkese önemli görevler düşüyor. Milletin tüm fertleri, devletin tüm kurumları sorumluluklarının bilincinde, tarihi ve teolojik misyona uygun hareket etmelidir. Mazlum milletlerin umudu da bu istikamettedir.