Kızılderili Kitabesinde der ki;
“Yalan tohumdur. Bire kırk verir. Verdiği kırkın her biri bir tohumdur ki o da bire kırk verir.”
Son yıllarda yapılan bir bilimsel çalışmaya göre yalanın yayılma hızı gerçek haberi yayılma hızından altı kat daha fazlaymış. Bu araştırma Science Dergisinde yayınlanmış. Öyle yalan yanlış bilgiler yayınlanıyor ki hangi birine cevap vereceğimizi şaşırıyoruz. Başkalarının yanlışlarını düzeltmekten, kendi doğrularımızı anlatmaya zaman kalmıyor. Tabiri caizse şeytan taşlamaktan Kâbe’yi tavaf etmeye fırsat bulamıyoruz.
Bir hafta önce medyada ve sosyal medyada buğdayla ilgili her 3-4 yılda bir tekrarlanan bir haber çıktı.
“Kayseri Kültepe ilçesinde arkeolojik kazılarda çıkarılan küpte bulunan 7 bin yıllık Siyez buğdayı tohumunun üretimi Diyarbakır’da da başladı. Çiftçilerin büyük verim elde ettiği Siyez buğdayının, Türkiye'nin buğday sorunu kapatacağını ve ihraç da edilebileceğini söyledi.”
Haber şöyle devam ediyor:
“Kazı çalışmasında bir küp bulunmuş 7 bin yıllık, içerisinde buğdayda çıkmış, orada bir mühendis ekmiş, ekince de boy ve başak olarak farklı olduğunu görmüş. Her bölgeye bir avuç verdi, bizde 100 kilogram burada 250 dönüme ektik, 150 dekar daha ayrı bölgelerde ektik. Yağışa göre nasıl çıkacaklarını görmek için ayrı ayrı yerlere ektik. 7 bin yıllık ata tohumu buğday, diğerlerine göre farklı, her başakta 250 ile 160 arası dane tutuyor, dekara bin 200 kilogram kuru olarak bekliyoruz, diğer buğdaylar ise yağışlar güzel olursa 450 kilogram geliyor. Allah’ın izniyle Türkiye’nin her yerine yayılır genleriyle oynanmamış ata tohumu, buğdayda bununla birlikte yakında ihraç ülkesi olacağız. Maliyeti diğer buğdaylara göre çok az, verimi çok yüksek. Artık Türkiye’nin her yerine bunun yayılmasını istiyoruz”
Şimdi bu haberin neresini düzelteceğiz. Yer yanlış, ilçe değil onu mu düzeltelim, 7 bin yıllık değil, yanlış bilgi, o bilgiyi mi düzeltelim, verim mevzusunu mu düzeltelim. Nereden başlayalım bu işe?...
Meşhur fıkrayı tekrar anlatmakta yarar var. Teşbihte hata olmasın, fıkra bu ya; adamın biri "Kurban" konusunu anlatıyormuş:
"Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah’a dua etmiş ve ’Ya rabbim bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim’ demiş... Dua kabul olmuş; Hazreti Davut, kızının adını Ayşe koymuş... Gel zaman git zaman, çocuğun kurban edileceği zaman gelmiş. Hz. Davut kızı yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken Azrail gökten bir keçiyle çıkagelmiş ve ’Kızı bırak, al bu keçiyi kurban et’ demiş..."
Dinleyenlerden biri dayanamamış:
"Yahu bunun neresini düzelteyim... Hz. Davut değil, Hz. İbrahim, kız değil erkek, Ayşe değil İsmail, Azrail değil Cebrail, kurban edilen de keçi değil koç olacaktı!"
Burada bilimsel bilgini özelliklerini tekrar bir gözden geçirelim. Bilimsel bilgi; bir kere bilimsel bilgi kamusaldır, kamuya açıktır. İspatlanabilir, tekrarlanabilirdir.
Nesneldir. Bireyden bireye değişmeyip herkes için aynıdır.
Evrenseldir. Bilim herhangi bir milletin, ırkın malı değil bütün bir insanlığın malıdır.
Akla ve mantığa dayalıdır.
Birikimli olarak ilerler. Sistemli ve düzenlidir. Eleştiriye açıktır. Fen bilimleri ve matematik kesin ve nettir.
Havaya atılan taş yere düşer. Neden? Çünkü yerçekimi vardır, bundan dolayı taş yere düşer. Bunun sana göresi, bana göresi olmaz. Sosyal bilimler böyle değildir. Herkes farklı düşünebilir, bu gayet doğaladır. Aktüel bir konu olduğu için örnek vermek gerekirse, Rusya Ukrayna savaşı hakkında herkes bir şeyler söyleyebilir. İyidir kötüdür, faydalıdır, zararlıdır. Konuyu bakış açınıza göre saatlerce tartışabilirsiniz. Ama matematikte iki kere iki dörttür. Bu ABD de dörttür, Endonezya’da dörttür. Dünyada da dörttür, uzayda da dörttür. İki yüzyıl önce de dörttü, beş yüzyıl sonra da dört olacak.
Tarımında genel geçer doğruları vardır.
Cümle cümle gidelim;
İlk cümleden itibaren her şey yanlış, Kültepe bir ilçe değil. Kültepe Kayseri’nin 20 km kuzeydoğusunda bulunan bir kazı alanı.
7 bin yıllık bir buğday bulunamaz çünkü, Kazılarda bulunan tabletler ise en fazla 4 bin yıllık tarihi geçmiş hakkında bilgiler sunuyor. Kültepe, arkeolojik kazıları 1948 yılında Prof. Dr. Tahsin Özgüç başkanlığında başlamış. Şimdi ise Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığında sürdürülüyor. Bu bilim adamalarının ifadelerine göre Kültepe’de en eski yerleşim 4500 yıl öncesine ait.
Bulunan başak değil, kömürleşmiş buğday taneleri. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Esma Öz’ün Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi’nin 51. Sayısında yer alan “Kültepe Tabletlerinde Geçen “hašlatum” Kelimesi Üzerine Bir Değerlendirme” isimli makalesinde “Kültepe/Kaniš kazılarında, hemen her evde duvar diplerine sıralı bir şekilde yerleştirilmiş zahire küpleri içerisinde kömürleşmiş buğday taneleri ve arpa kabukları bulunmuş evlerde tahıl ve tuz gibi besin maddelerini ezmek için kullanıldığı anlaşılan öğütme taşları ele geçmiştir.” Makaledeki bu bilgiler için ise atıf yapılan en eski rapor “Türk Tarih Kurumu Tarafından Yapılan Kültepe Kazısı Raporu 1948”
Türkiye’nin buğday sorununu kapatacağı ifadesi de yanlış, Türkiye’nin bir ciddi bir buğday krizi zaten yoktur. Ancak ihracat yaparsa, buğdayda açık oluşuyor oda sorun değil, ticari bir tercihtir. Karlı ise yapılır karlı değilse yapılmaz.
Dekara kurak alanda 1200 kg verimden bahsediliyor. Siyez buğdayın verimi ortalama dekara 200-250 kg’dır. 1000 kg fazladan yazılmış. Demek ki bu haber yalandan 1000 beter!
Türkiye’de ıslah edilmiş ve sulanan yerlerde bile 1200 kg verim olmaz. Çok iyi bakımın yapıldığı, gübreleme ve sulamanın zamanında ve uygun miktarında yapıldığı verimli zengin topraklarda bile verim dekara ortalama bin tonu zor buluyor. Sulak arazilerde ortalama dekarda 600-800 kg’dır.
Enteresan olan bu haberi devletin resmi haber kanallarından alın da diğer tüm medya organlarında ve sosyal medyada hızla yayılmış olması… Bu haberi yaparken en azından bu konuda uzman bir kişinin düşüncesi, görüşleri alınabilirdi. Ziraat fakülteleri, araştırma kuruluşları, tarım il ve ilçe müdürlükleri belediyelerin tarımsal hizmet bölümleri gibi kamu kurumları ve buralarda yetişmiş sayısı yüzbinleri bulan bilim insanları, mühendis ve teknik elamanların hiçbirine sorulmamış ve böyle bir yayın yapılmış; yüzbinler, milyonlar bu habere inanmış... Olacak şey değil!
Bilgiyi nereden alacağımız çok önemli. Bilgiyi nasıl elde ettiğimiz çok önemli. NEDEN 'oku' ile başlıyor ilk emir. Niçin Allah Kur'an’da 'Bil ki Allah tan başka ilah yoktur' diyerek kendisinin bilinerek, farkına varılarak, idrak edilerek, birliğinin ve varlığının tasdik edilmesini istiyor. Niçin BİLMEK fiiline bu denli vurgu yapılıyor. Muhammed suresi 19. ayette bil ki ALLAHTAN BAŞKA İLAH YOKTUR DİYOR. Yani kelimeyi tevhidi bilerek söylemeye dikkat çekiliyor. Burada bilmeye, bilgiye çok ciddi atıf yapılıyor.
Önüne geleni okumak, okumak değildir. Nasıl maddi yönümüzü besleyen gıda zehirlenmesi sonucu insanın sağlığı elden gidiyorsa ya da insan ölebiliyorsa yanlış bilgilerle de bilgi zehirlenmesi oluyor ve bilgi zehirlenmesin de de insan sıkıntı çekebiliyor, zarar görebiliyor. Ne aldığını bilmiyorsan, nereden aldığını bil derler. Bilgi de öyle; nereden alıyorsunuz edindiğiniz bilgileri....
Bilimsel bilgi kamusal bir bilgidir. Kamusal bilgi de tekrarlanabilirdir, ispatlanabilirdir, istidlalidir, rasyoneldir.
Bugün internet, medya ve sosyal medya vasıtasıyla müthiş bir bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz. Daha doğrusu malumat bombardımanı. Malumat ile bilgi aynı şey değildir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgilerin tamamının bir filtrasyona ve tashihe ihtiyacı var.
Bu yöntemlerde gelen bilgiler tam bir malumat yığını halini almıştır. Bu durum tarımsal bilgi ile ilgili değil sadece. Hemen her konuda bu yollarla elde ettiğimiz tüm bilgilere şüphe ve itidalli yaklaşmak zorundayız. Bu malumatların çoğu da ya algı ya manipülasyon ya da yalan malumat oluyor. Ayık bir kafa, dikkatli bir zihinle bu malumat kirliliğinden kendimizi koruyabiliriz. Yoksa halimiz pek yaman olur, perişan oluruz.
Uzmanlık gerektiren bir konuda bilgi alacağınız kaynaklara dikkat etmeliyiz. Konunun uzmanı değilse dinlemeyin o kimseyi derim.
Örneğin 7 bin yıllık buğday konusunda konuşuyor. Kim bu kişi? Bu konuda uzman mı? Bu konu ile ilgili eğitim düzeyi ne? Konuya ne kadar hâkim? Bilimsel gelişmeleri takip ediyor mu? vs… vs…
Bütün bu sorgulamaları yapmadan her önümüze geleni dinler ya da okursak zokayı yutarız.