İnsan, üç boyutlu dünyada her şeyi iki boyutlu görür. Genelde gördüğü ile karar verir. Bu da insanı yanlışa sürükler kimi zaman. Zira yaşadığı mekân üç boyutludur. Materyal bakışın insana aşıladığı duygu, varlığını kanıtlayabileceği gerçekliklerin peşinden gitmesinin doğruluğu yönündedir.
Maddeye itibar ettirilen insan, onun için maddeden farklı da değildir aslında. Bu yüzden insan maddenin karşısında sayı olmaktan kurtulamaz. Sayının önemi yaşadığınız toprakların sanayi gücüyle doğru orantılıdır. Ne kadar değerli olduğunuz ekonomiye verdiğiniz katma değerle ölçülür. Bunlar üç boyutlu dünyanın tek boyutuna bakan yüzüdür. Maddecidir ve görünene önem verir.
İlim, üç boyutlu dünyaya hâkim olmamıza; sanat ise, başka boyutlardaki gerçekliklerde dolaşmamıza vesiledir. Sanatı ve değerleri olan, maddeye Yaratan’ın sanatı gözüyle bakar. Maveradan gelen sesin kendisine gelen en güzel söz olduğunun bilincindedir.
Ceddimiz hem üretmiş hem de paylaşmıştır. Tarih bize büyük medeniyetler miras bırakmıştır. Nişabur, Buhara, Semerkant, Bağdat, İsfahan, İstanbul, Medine, Tahran ve Kahire bu topakların ilim merkezleridir. Kurtuba bu toprakların medeniyetinin, hem de Garbın (Batı) içinde Garba ilk kültür, bilim ve medeniyet ihracatıdır. Avrupa’nın bakışını ve zamanını değiştirmiştir. Bildiklerinin gerçek olmadığını izah etmiş, Rönesansına öncülük etmiştir. Garp bu mirası kendi elleriyle Reformlarla sanayi devrimi yaparken insanı kapitalist, materyal bir medeniyetin metaı haline dönüştürmüştür. Çünkü insana bakışı farklıdır.
Garp medeniyeti insana meçhul bir varlık olarak bakar. İnsan bilinmeli ve tanınmalıdır. Emek edilmeli, zaman harcanmalı ve dize getirilmelidir. Bu yüzden Batı’nın insanı evlerinde yalnızdır.
Garp için kontrol edemediği toprakların insanının inanç ve düşüncesi önem arz etmez. İnsanın hakkına haklılığına da ihtiyacı yoktur. Onun için yerin altı, yerin üzerinde olanlardan daha değerlidir. Bu yüzden ulaştığı topraklara altın, zümrüt, petrol ve gaz gözüyle bakmıştır. Stratejisini ve felsefesini ona göre belirlemiş, ona göre düşünmüş ve ona göre düşündürmüştür. Sözlerin ehemmiyeti, Batı’nın sömürgeci zihniyetine hizmet etmesiyle doğru orantılıdır. Bu bizim topraklarımıza biçilen ve bu toprakların insanına verilen değeri ortaya koyar. Küresel güçlerin ikiyüzlü insanlık anlayışının gerçekliğidir.
Hürriyeti için kendisinden başkasını diğerleri olarak tanımlamış, diğerlerinin hak ve hukukunu kendine paspas yapmıştır; kendi neslini fırınlarda ısınma, gaz odalarında ve laboratuvarlarda da deney malzemesi yapmaktan asla çekinmemiştir. Yeni icat etmeye yeltendiği medeniyetine teşbihli (benzetme) ifadeleriyle de süslemiş ve güzel göstermeyi de bilmiştir. Kendisine tasallut edebilecek, yeni okumalarla tarihe yön verebilecek Şark’ın felsefesini de ne yazık ki elinden almıştır. Bu yüzden doğunun hücrelerinde oluşan harpların müsebbibi olarak sadece Batı’yla ya da sadece Doğu’yla izaha kalkışmak hakikati ıskalamamıza neden olur.
Sorumluluğu sadece Garbın hilelerine atmak, âşık olduğumuz medeniyetin bizi sürüklediği yeri görmemek; kaybolan değerlerimizi görmezden gelmek ve mesuliyetten kaçmak demektir.
Değerlerinin bilincinde olan nesli yeniden inşanın ivedilikle hadimine soyunmamız gerekmektedir. Tekemmülün (gelişme, mükemmelleşme) tekâmülü (olgunlaşma, gelişim, gelişme) için bu devinim gereklidir. Nereden başlamamız gerektiği akli okumalarla ortaya çıkabilir ki, bu yol da elzemdir.
İslam ise, insanı mesul bir varlık olarak tarif eder. İnsanlığın neşvünema (gelişme, ilerleme) bulması bu mesuliyette gizlidir. Müslüman, ailesinden, komşusundan, akrabasından ve dostlarından mesuldür. Varlığından ve dünyadan mesuldür. Tarihinden ve geleceğinden mesuldür. Havadan, ağaçtan ve hayvanattan mesuldür. İnsan yapabilip te yapmadıklarından mesuldür.
Mesul olduklarımız bizi biz yapan değerlerdir. Kaybolmaya yüz tutmuş, ivedilikle (acelece) kuşanmamız gereken değerlerimizdir.
Gelişme ve ilerleme sadece maddi ilerlemeyle ilintili olmasa gerektir. Göremediğimiz Değer boyutu vardır ki, elle tutulmaz gözle görülmez fakat insanlığın kalbine dokunur. Gönlünüzle dokunduğunuz yerde maddiyat pul olur geçmez. Kapılar ardına kadar açılır, sofra şenlenir, söz bereketlenir...
Neslin yeniden imarı ve inşası sanatsal yetiler kazandırmakla olur. Kazandırılan melekeler insanlara görünmeyeni görmeyi öğretir. Düşünmeyi ve üretmeyi öğretir. Geçmişten uygulana gelen değerlere sahip çıkmayı öğretir. Değerlerine sahip olunan arzda gazetelerin üçüncü sayfalarına yer yoktur.
Sanatla bakılmalıdır kâinata ki, insan ve kâinat yaratanın sanatı olduğu okunabilsin. Sanat çok boyutludur.
Resimlerimiz iki boyutludur. Derinliği perspektifle vermeye çalışırız. Aslen küçük olmayanı küçük çizeriz ki bizden ırak olduğu anlaşılsın. Savaşın acısını resmedersiniz, insanın yüreğinde adalet Aks’ini bulur. Yürek adaletin iktizası için yollara düşer. Hayatı, duyguları acıları, sevinçleri ve hüznü iki boyutta resmeder; üç boyutlu, hatta daha fazlasıyla yaşarsınız. İşte bu yüzden resim değerlidir, sanattır…
Şiir yürekle ilintilidir. Düşünsel sömürüyle mücadeledir. Kelimeler girift hayaller nettir, sözler kısa mana derindir. Derinlerde, ta derinlerde kendinizi, insanı, hüznü ve neşeyi resmedersiniz. Şiir de bu yüzden çok boyutludur. Görünmeyene söz söyler, yürek muhatap olur.
Mücadele zafer için değil, insanlığın, kâinatın aslına rücu etmesi içindir. Şair kaybeder belki, ama insanlık ve dünya kazanır.
Göz yalan söyler, hakikatten kaçabilir belki, yürekse hakikatin peşindedir. Tam da bu yüzden ‘’Gözün ile değil, yüreğin ile hüküm ver’’ der, bir Kızılderili atasözü.
Sanat insandır, insan sanattır. Kâinatın hâkiminin sanatıdır. İnsan kıymetinin farkında olabilmeli ki, kıymet verebilsin.
İnsan kıymetini baş tacı eder. Tanrı göktedir mesela. Kitap yukarıda taşınır, ekmek yerde bırakılmaz… Söz kıymetlidir, her yerde herkese söylenmez. Kalem kıymetlidir ki kılıçtan keskindir. Zaman kıymetli ve ömür muhasiptir.
İnsana kıymet verilmeli, kıymet verene değer verilmelidir. Yol önemsenmeli, yolcu önemsenmelidir. Mihmana (misafir) kapı, mihmandara (misafir ağırlayan) yürek açılmalıdır. Misafir bereket getiren, misafirhane bereketlenen yerdir.
Öncelikle değerlerinin farkında olan bir nesli yeniden inşa etmemiz gerekmektedir. Yeni neslin değerlerini kazanmasını sağlarken sanatsal faaliyetlerine kapı açmamız ve sahiplendirmemiz elzemdir. İyi olmanın gereğini tarif eden Yüce Yaratıcıya kulak vermemiz yararımıza olacaktır. Hüzünlenmemeli ve ümidimizi hiçbir zaman kaybetmemeliyiz. Bilmeliyiz ki Allah inananlarla beraberdir.
Entelektüel fikir dünyamızın Batı üzerine yüksek sesle okumaları, içinde doğruları barındıran lakin kendi acziyetinin bastırılmasından başkası değildir. Ya da batının gelişimini sosyo- kültürel yapısında saklı olduğunu düşünmek sadece taklidi düşünüşün en bariz örneğidir. Kendi değerlerine yabancı megaloni (kendini olduğundan büyük gösterme hastalığı) düşünüşe sahip insan modeli üretmenin ötesine de geçemez. Bu yüzdendir ki gelişim diye ortaya konulan düşünüşler batının daha önce ortaya koyduğu fikriyatın köşe taşlarıyla yürümenin adıdır.
Bugün Batı’nın daha sosyal ve güvenilir sokaklar inşa etmesindeki maharet insana bakış açısında değil, yeni gelişmelere açık entelijansiyada ( aydınlar topluluğu) saklıdır. Kendi hedonist (hazcı) fikriyatını oluşturmak için İslam mecmualarından yararlanmaları onları taklide sürüklememiştir. Her bilgiyi kendi gelişimleri için yitik hazine gözüyle bakmışlar ve her zaman yeni şeyler üretmeye meyilli olmuşlardır. Ancak bu kabiliyetlerinin artık SOS vermeye başladığını idrak etmekteyiz. İnsan katliamları, ırkçı tavırları bencil insanın aslına rücu etmeye başladığını göstermektedir.
Ama bilinmemiz gereken, yeni medeniyet üretmenin şifreleri kendi dünyamızda saklı olmasıdır. Görebilmeyi ve yeni şeyler düşünmeyi bilmemiz gerekmektedir. Batıyı taklidi ve tenkidi bırakarak, Kul Hakkı’na hâkim fikriyatlar ortaya koymamız gerekmektedir. Bizim mayamızda bu kabiliyet her zaman mevcuttur. Yeter ki görmek için gayret edelim. Çalışalım ve değerlerimize sahip olalım.