MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

28 ŞUBAT’IN SOĞUĞU KİMİ VURDU?

01 Mart 2022 Salı 01:58

28 Şubat denilince Türkiye’de Allah’a inanmış her müminin o yıllarda yaşadığı ve gururla anlatacağı ebette bir hikâyesi vardır.

Bu hikâyeler iman mücadelesi verilerek çekilen ıstırapların izlerini taşıdığı için önem arz eder. İmanî bir davranışın nasıllığını örneklendirdiği için dile getirilmesi kıymeti haizdir.

Çünkü hikâyelerin içeriğinde imana adanmış hayatların idamesinde gerçekleşen dik duruşlu tavırların sabır zaferine şahit olursun.

İman uğruna verilen mücadelede dünyanın hiçliğini görürsün.

Ashab-ı Kehf’in neden Allah’ın övgüsüne mazhar olduğunu anlarsın.

Deccaliyetin çirkef yüzünün mahiyetini kavrarsın.

Sonuçta imanının tadına varırsın.

Kul olmanın ne yüce bir mertebe olduğunu o vakit anlarsın.

Geleceğine umutla bakar, Allah için bir şeyler yapmanın heyecanıyla dolarsın.

Bilirsin ki bu uğurda yaptığın her şey ebedi âleminin birer sermayesidir.

Evlad-ı ıyalına bırakacağın mirasın en şereflisidir.

Onlara bıraktığın bir onurdur, haysiyettir, izzettir...

28 Şubat’ın startının verildiği yer, Ankara’nın Sincan ilçesiydi. Sabahın erken saatlerinde, buz gibi bir havada, milletimize tanklarla balans ayarının verildiği mekândı Sincan. Sincan üzerinden tüm Türkiye’ye göz dağı veriliyordu; adeta Müslümanlığının hesabı sorulmaktaydı. Darbe, aslında imanımıza yapılıyordu. Bin yıl sürecek esaretin hayalleri kurulmuştu.

O meşum günlerde Sincan İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri öğretmenliği yapmaktayım. Çiçeği burnunda idealist bir öğretmen. Adeta öğretmenliğe aşık biriyim. Bu ulvi görevimin hakkını vermenin derdinde olan bir öğretmen; tıpkı diğer öğretmen arkadaşlarım gibi. Öğrencilerle ilgilenmek, sorunlarını çözmek, bilgilendirmek, onları hayata hazırlamada bir katıkta bulunuyor olmanın mutluluğu tüm zamanımı kendilerine harcasam bile değiyordu. Bir kişinin hidayetine vesile olmanın dünyanın her şeyine bedel olduğuna dinimin ilkeleri gereği inanmış bir öğretmendim. Okullarda rehberlik servisinin yaygın olmadığı o yıllarda öğrencilerimizin rehberliğine kendimizi adayarak adeta her şeyleriyle ilgilenir olmuştuk.

Müslümanların iman ve amel bütünlüğünde yaşayacakları dini bir hayatla ve güzel bir ahlakın örnekliğiyle ancak geçmişin ihtişamlı günlerimizin gelebileceğini görmüş bir neslin yetişmesine vesile oluşumuzu görmenin heyecanıyla vazifemizi deruhte ettiğimiz yıllardı.

Diğer yandan da bu güzide neslin önünü kesmek için yapılmayan kalmıyordu.

Yapılmak istenense inanmış bir gençliğin, hayatın her alanında tasfiyesiydi. Kız-erkek olmaları fark etmeksizin imam hatip mezunu tüm öğrencilerin yüksek öğrenimlerine engel olmak için katsayı zulmünü mü dersiniz, kız öğrencilerin başörtülü okumayacaklarına dair yasal düzenlemelerle sadece imam hatip liselerinde değil diğer tüm liselerde okuyan inançlı kızlarımızın okuma hakları da ellerinden alınsın diye yapılan baskılara varıncaya kadar akla gelebilecek her yol deneniyordu. Üniversitelerdeki ikna odaları muamelesi ise tarihimizin birer kara lekesi olması bakımından bu milletin genç ve imanlı kız çocuklarına yaşatılan bir utanç vesikası olması itibariyle unutulması mümkün olmayacak yüz kızartıcı bir hareket idi.

Belki de milletin tepkilerinden çekinme dürtüsüyle dönemin despot aklı, kız öğrencilerin tahsil hayatlarında örtülü olmalarına yol verecekken bugün FETÖ diye nitelendirdiğimiz ihanetin başı şarlatan, ani bir reflekse Allah’ın başörtü emrine yaptığı “dinde teferruat” açıklaması toplumu bölmeye yetmişti bile.

Başörtünün Allah’ın emri olduğu noktasında öğrencileri bilinçlendiren öğretmenlere akıl almaz baskılar yapılıyordu. Kaymakam’a varıncaya kadar derslere yapılan ani baskılar, müfettişlerin soğuktan beter bir suratla, kan donduran bakışlarının altında yapıla sorgular, sorgular neticesinde uyarı cezaları, maaş kesme ve okuldan sürme tehditlerinin savrulduğu sınıf ve koridorlarda yaptığımız öğretmenlik elbette kolay değildi. Ağlayarak okula gitmenin ıstırabını ancak yaşayan bilir. Hele hele akşam eve gittiğimizde içinde bulunduğumuz acizliğin yürek yakan ateşi şubatın dondurucu soğuğunu hissettirmiyordu bile.

Bu mücadelede iki okul müdürünü yerinden etmişlerdi. Sincan İmam Hatip Lisesi, ülkenin diğer okullarına örnek teşkil etmesin diye bu okula yapılan başörtüsü baskını en sona bırakılmıştı. Bir bakıma finalin oynandığı okul, bizim okuldu.

Bayan öğretmenlerimizin bir çoğu istifasını vermiş, bir kısmı ise baskılara dayanamayarak açılmak zorunda kalmıştı. Kamusal alan diye icat ettikleri bir kavramla, devlet dairelerinin alanı genişletilmiş, sokakta bile örtüsüyle dolaşan Müslüman bir bayanın varlığına artık tahammül edilemez günlere doğru gidiliyordu.

Milleti biliçlendiren STK’lara teker teker darbe indiriliyordu. İslami vakıf ve derneklerin kapılarına kilitler vuruluyordu. Maksat, halkı aydınlatan, bilinçlendiren merkezlerden tamamen kurtulmaktı.

Kur’an kursları kapatılıyor, imam hatiplerin orta kısımlarına izin verilmiyordu. İlahiyat fakültelerinden din dersi öğretmenlerinin yetiştirilmelerinin önüne geçilerek sıradan eğitim fakültelerinin bünyesinde dinden anlamayan din dersi öğretmenlerinin yetiştirilmesinin yolu açılıyordu.

Tüm öğretmenlerin iki haftalık mecburi rehberlik eğitiminden geçirilmeleri zorunlu hale getirilmiş ve verilen eğitimlerle dini tüm argümanlar zihinlerde dumura uğratılmış ve ahlaki olan her şeye savaşın açıldığı korkunç baskılarla beyin yıkama faaliyetleri gerçekleştirilmişti.

Bir taraftan da radyo ve televizyon aracılığıyla asılsız haberler yapılarak, sıradan dini ritüellere bile tahammülün kalmadığı programlar icra ediliyordu.

Sahte şeyhlerin peydah edilişiyle bir taraftan gerçek Müslümanların üzerine gidiliyor, diğer taraftan da FETÖ şeytanın örnekliği gizliden gizliye lanse ediliyordu.

Ülkemizi birileri adına yönetenler, yönetimdeki kifayetsizliklerini Refah Partisine kilit vurarak Müslümanların siyasi arenada aktif olmalarına engel olmakla ört pas etmeye çalışıyorlardı.

Hortumlanan banklarla milletin kanı emiliyordu. Geçim derdine düşürülen halkı ezmenin çığlıkları atılıyordu.

Bir milletin uyanışı engellenmeliydi.

Bizler hiçbir zaman ümidimizi kesmedik. Dünyanın baki olmadığına olan inancımız, ahiret hayatımızı daha cazip hale getiriyordu. Bu günler elbette geçer diyen münevverlerimizin dilinden dökülen ayet ve hadisler sanki ilk kez duyuyormuşçasına bize coşku veriyordu. Çünkü inancımızda yesin yeri yoktu. Ümitsizlik asla olamazdı. Ya değilse bugün Çanakkale Destanımız olur muydu?

Bugün gelinen seviye o günün atılan imanî tohumların filizlenmiş halidir.

 

Mustafa SALİM

28 Şubat 2022, ANKARA

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
Ahmet C.ERDOĞAN
😓😓😓"LÂ GÂLİBE İLLALLÂH"  Allâh'm ancak Sana Sığınır ancak Senden Yardım Dileriz Bizleri Rahmetinle Kuşat Hıfzınla Muhâfaza Buyur tüm zâlimleri, içimizdeki münâfıkları, hâinleri,  Kahhâr İsm-i Celîlin hürmetine Kahreylee zulümlerini, hâin emellerini, plânlarını bozup, başlarına Çal Yâ Rabbel-Âlemîn Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr Yâ Kahhâr😓😓😓🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Bünyamin kaplan
Rabbim de o zalimleri zemheri de dondursun yaptıkları bu zulmün acısı ile kıvranıp dursunlar Cenabı Allâh ülkemize böyle bir acı yaşatmasın Allâh sizlerden razı olsun selam ve dualarımla. ..