80’lerin ortalarından 90’lara kadar her şeyi görmüş ve yaşamış ve de tüm etkilerini doğrudan ya da dolaylı olarak hissetmiş biri olarak geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Ferdi Tayfur’la ilgili bir yazı yazmam istendiğinde hem sevindim hem de tedirgin oldum. Büyük ustaya vefa borcu olarak yazma fikrine sevindim. Arabeskin en yoğun yaşandığı günleri, etkisinin azaldığı yılları ve arabeskçilerin birer birer aramızdan ayrılırken ki günleri ilk gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde yaşadığımdan ötürü biraz da kendimden bir şeyleri yazma fikrinden de tedirgin oldum. Nasıl mı? Başlayalım o zaman.
Gençlik yıllarımızda bizim de canımızı acıtan platonik dikenlerden, 12 Eylül darbesini iliklerine kadar yaşamış bir ailenin ferdi olmaktan ve tüm sosyal çevremizin bizim gibi insanlardan oluşmasından dolayı biz de dinledik arabeski. Darbe yıllarının güvensiz ortamı herkesi kendi dünyasına, iç dünyasına hapsetmişti. Çünkü en güvenli yer orasıydı onlar için. Mavi kapaklı turuncu tükenmez kalemle başa sardığın kaseti attın mı teybe başka bir aleme geçerdin.
İskenderun Demir Çelik fabrikasında çalışmak için köyden şehre gelen babamı “ BU ŞEHRİN GECELERİ”ni dinlerken hiç görmedim. Ama bazen bizi köye götürdüğünde suyunu içmemiz için bir “ÇEŞME” başındaki heyecanını anlayabilecek yaştaydım. Annemin köyden şehre taşındığımızdan beri sık sık nenemi ve dedemi görmeye gitmesi ve beni de köy minibüsüne bindirmesini hatırlıyorum. Şoförün kasetçalara Ferdi kasetini sürüp “Başladı Günlümde Hasret Sancısı” şarkısını açıp köye gidenlere tekrar tekrar “HASRET SANCISI” yaşattığını da hatırlıyorum. Kimse konuşmaz, şarkının o büyüsüne kapılır arada bir iç çekerdi yolcular. Ziyaret bitip dönüş zamanı geldiğinde annemin neneme “MEREK ETME SEN” gene geliriz inşallah demesine, nenemin de “BAZEN HAYATIN YÜKÜ AĞIRDIR ÇEKECEKSİN” Allah büyük gızım sağlıcakla gidin gene gelirsiniz inşallah demesi mi arabesk aslında bizim hayatımızmış sözlerinin delili. Biraz tereyağı, biraz yoğurt biraz peynir zeytin ve bahçede ne varsa sepete koyulup hüzünle tutulan şehir yolu. “GÖZLERİMDE BİN BİR ÜMİT BAKIYORUM UZAKLARA “ Nenem hiç bilmedi bu şarkıyı ama yaşadı bunu.
Büyüdük sonra. Daha çok canımız yanmaya başladı. Bu sefer anne babalarımızın çektiği acıyı biz çekiyorduk. Okumak için çıktığımız şehirden, gurbette belki de ilk geceyi otogarda bir “SABAHÇI KAHVESİNDE” geçirmek zorunda kalışımız. “FELEĞİN İŞİNE BAK” koca şehir, kalabalık yollar, “DERBEDER” oldukları her halinden belli güvensiz tipler, aslında kırk ikindi yağmurlarının bir adının da “NİSAN YAĞMURU” olduğunu büyükşehirde öğrendiğim gereksiz bilgiler, hala mektup yazılan devirlerde olduğumuzdan yolu gözlenen “ POSTACILAR”. Cebimizdeki son parayla domates soğan yumurta ve ekmek alıp menemen yedikten sonra uyumayıp Aksaraylı, Bolulu, Kastamonulu arkadaşlarla “HUZURUM KALMADI” dinleyip “AĞLAMASAM UYUYAMAM” diyerek günü bitirişlerimiz.
Şöyle geriye dönüp baktığımda 1970’li yıllarda geçim kaygısının büyükşehirlere savurduğu hayatlar, onların çocukları ve torunları arabeski hem dinledi hem de yaşadı. Hayaller ve gerçekler arasına sıkışıp kalmış bir nesil. İsyankâr, kaderci, ağır duygusal ve tutunamamış.
Batılılaşma yönelimi ile tüm devlet kurumlarının boykotuna, TRT’nin sansürüne rağmen Anadolu insanı kendini ifade eden, kendi içinden çıkmış insanların şarkılarında işte bu isyanı, kaderciliği, hüznü, aşkı, kendini ifade etmenin bir yolu olarak gördü arabeski. Dilini bildikleri bu adamları da çok sevdi bu halk. Tüm engellemelere rağmen Müslüm Baba, Ferdi Baba, Orhan Baba sesleri inletti konser salonlarını. Bir kez olsa bile kazanmışlardı. (Ferdi Tayfur 1 – Nida Tüfekçi 0) Hor görülen halk ve hor görülen duyguları. Askeri vesayetle korunan baskıcı düzen Çukurova’dan, Urfa’dan ve Samsun’dan çıkan birkaç adam sayesinde etkisini kaybediyordu. 90’ların ortalarında pop denilen garabetle bir karşı atak yapılsa da arabeske, başarılı olamadılar. Şimdilerde rap müzikle saldırı başlatıldı. Başaramayacaksınız. Biz hüzünleniriz, kalabalıkta kendimizi yapayalnız hissedebiliriz, eğlenirken birden bire ağlayabiliriz ve ağlamıyorum gözüme toz kaçtı deriz ama yine de bizim olmayana teslim olmayız.
“SON SABAH”ında Ferdi Tayfur’u yazdık. Çukurova’nın kavruk çocuğu ( bu cümle de arabesk aslında) yanına vardığın Allah sana rahmet etsin.
Ferdi Tayfur 2 – Nida Tüfekçi 0
“BİR GÜN GİTSEN BİLE HATIRAN YETER”
AÇIKLAMA: Nida Tüfekçi, 1970'li yıllarda TRT'de müzik politikalarını tespiti görevini icra eden bürokrat olarak tanınmaktadır. Onun koyduğu anlamsız ve hukuksuz kıstaslar nedeniyle başta Neşet Ertaş olmak üzere dönemin bütün halk müziği, arabesk ve pop müziği bestecileri TRT ambargosuna uğramıştır. Dönemin Adana kökenli sanatçısı olan Ferdi Tayfur sırf bu nedenle kasetleri rekor satışlar yaptığı halde TRT tarafından yok sayılmıştır. Bu durum halka rağmen halkçılık yapıldığının, halk adına halkın sanatçılarına zulüm yapıldığının göstergesi olarak müzik tarihimizde kara bir sayfa olarak yer aldı.