MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

KARMA EĞİTİMİN ÇIKMAZLARI

14 Temmuz 2023 Cuma 22:03

 

Eğitimde ulaşmak istediğimiz hedeflere varmamızın önündeki sorunlarımız maalesef hala devam etmektedir. Arzulanan durum millî ve manevi yönü ağır basan bir eğitim müfredatının hazırlanması -ki bu da başta dil ve tarihimiz üzerinde yapılan yozlaştırma faaliyetlerine son verilecek bir hamle- ile gerçekleştirilebilir. Uzun soluklu bir çalışmayı gerektirdiği için konunun üzerine ciddiyetle eğilip zaman kaybetmeden hemen faaliyete geçilmelidir. Kaliteli bir eğitimin önündeki tüm engeller bir bir kaldırılmalıdır. Ana sınıfından başlayıp üniversite ayağına kadarki her aşamasını masaya yatırarak görülen tüm aksaklık ve yanlışlar giderilmelidir...

Bunun için girişilecek uzun soluklu çalışmalarla birlikte eş zamanlı olarak eğitim ortamının biçimselliğinden başlanılarak bir faaliyette bulunulabilir. Mesela bu manada karma eğitim uygulaması masaya yatırılıp milletin talebi doğrultusunda çözüm yoluna gidilebilir.

Diğer taraftan doğru bir tarihin yazılması, edebiyat müfredatının gözden geçirilmesi ki tarihimizin bir Yahudi’nin ve dil dersleri müfredatının bir Ermeni’nin kaleminden geçtiğini düşündüğümüzde bu, eğitim alanında ciddi bir revizenin yapılmasını zorunlu kılar.

Üniversite eğitim sistemimizin de bu minval üzere mercek altına alınması, özellikle de bürokraside istihdam edilen bürokrat ve taşradaki tüm yetkili amirlerin atamalarında milli ve manevi hasletleri öne çıkan liyakat ehli kimselerin göreve getirilmesi de bu çalışmaların bir parçası olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken zamanın şartları göz önüne alındığında bizim ülke olarak dönemin güçlü ve söz sahibi devletlerce ihmal edilmeyecek derecede önemsenmemizin kendileri açısından “Dünyaya yön veren bir Osmanlı geçmişimizin olması, ikincisi de bu geçmişten hareketle tekrar güçlü bir devlet olmamız” gibi birçok sebebi vardır. Haliyle bizim budanmamız gerekliydi ki bu da batılıların bizim için kullandıkları bir ifade olması yönüyle de dikkat çekicidir.

Batılıların bunu eyleme geçirdiklerini başta ekonomi ve eğitimimiz olmak üzere iki alana yönelik girişimlerinden görebilmekteyiz. Bu iki alana dair yaptıkları acil eylem planlarıyla hedeflerini gerçekleştirdiklerine maalesef şahit olan bir nesiliz.

Bu bağlamda ekonomide bize dayatılan Marshall Planı eylemlerinin merkezini oluşturur;

Bu Plan, II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilmiş ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş ABD kaynaklı, antikomünist hedefleri olan bir ekonomik yardım paketi diye bilinir. 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır.

Eğitim alanında da yine eş zamanlı olarak Fulbright Anlaşması da yine bu düşünceye dayalı olarak ortaya konmuştur;

Bu Anlaşma,1949 yılında Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili anlaşma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçen 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı Kanun çerçevesinde çalışmalarına başlayan Fulbright olarak bildiğimiz Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Biz bu anlaşma ve planların görünür kısmı hariç asıl hedefini tam manasıyla bilmiyoruz. Amerikan’ın içinde bulunduğu hiçbir oluşum, kendi menfaatlerinin aleyhine düşünülemez. Bugün dünya jandarmalığına soyunan bir devletin kendi dışındakilere gücü nispetinde baskı uygulamayacağını düşünmek mümkün değildir.

Ülkemizde yapılan tüm darbelerin arkasında ABD’nin olması, 80 Darbesi’nde “Bizim çocuklar yaptı” diye sevinçlerini ortaya koyan o meşhur sözün sahibi bunlar olduğu gibi 15 Temmuz Darbe’sinde sahnenin gerisinde olanlar da yine bunlardır. Terörist başı Fetullah denen şarlatanın hala o ülkede olması, PKK ve PYD’yi desteklerini alenen yapıyor olmaları da dost ve düşmanımızı bilmemiz açısından yol haritamızı belirlemede bizim için bunlara yaklaşırken göz önünde bulundurulması gereken önemli ipuçlarıdır.

Bu sebeplerden ötürü bunlarla zamanında yapılan tüm anlaşma ve işbirliği faaliyetlerimizin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bize f-16’ları NATO üyesi ülke olmamıza rağmen satmayan, S-400’leri almamıza karşı çıkan, bizi tekrar IMF’ye muhtaç hale getirmeye çalışmalarından da bize karşı ne niyette olduğunu bilmemiz bakımından bunlar, önem arz eden hususlardır.

Karma Eğitimin Bilimsel Çıkmazları

Batılılarca ilerlememizi engelleyen daha birçok somut delil sunulabilir. Konumuz eğitim olduğu için bu alanla ilgili olumsuzluklar da bir haylicedir. Bu olumsuzluklardan biri de karma eğitimdir. Ülkemizdeki karma eğitim mecburiyeti 28 Şubat dayatması bir uygulamadır. Bu anlamda karma eğitim hususunu eğitimimiz açısından kangren haline gelen bir uygulama olarak görüyoruz. Bu konunun yukarda bahsettiğim siyasi arka plan göz önünde bulundurarak bilimsel yönüyle ele alınıp pedagojik bakımdan uygun olmayacağının, ayrıca din, örf ve adetlerimize de uygunluğunun söz konusu edilmeyeceğinin bilinmesi elbette önemlidir.

Eğitim sisteminde kız ve erken öğrencilerin aynı sınıfta bir arada bulunuşlarını ifade eden karma eğitim hep tartışma konusu olmuştur. Karma eğitimi savunanlarla karşı çıkanların kendilerini haklı çıkaracak argümanları olsa da bu konunun ideolojik bağlamda değil de bilimsel bir zeminde tartışılarak karar altına alınmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

Kaliteli bir neslin yetişmesi için verilecek kaliteli bir eğitimin önünde ne tür engeller varsa kimseden çekinmeden, akıl neyi gerektiriyorsa ona göre bir yol izlenerek acilen çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Bu konuda yapılan bir hayli araştırma var. Birçok ülke karma eğitimin zararlı olduğunu gördüklerinden pilot uygulamalarla tek cinsiyetli eğitim biçimini yaygınlaştırmaya çalıştıklarını görebilmekteyiz.

Örneğin, bir gazetenin yaptığı haberde;

“ABD’de, kız ve erkek öğrencilerin başarısı üzerinde olumsuz etkisi olduğu araştırmalarla gün yüzüne çıkan karma eğitim modelinin yerini tek tip eğitim sisteminin aldığı ve 506 okulda tek cinsiyetli bir model üzerinden eğitim verildiği;

Avrupa’nın merkezi olarak nitelendirilen İngiltere de karma eğitim modelini terk ettiği ve hâlihazırda İngiltere’de 400’ü aşkın eğitim kurumunun tek cinsiyetli eğitimi geçtiği;

Büyük bir ahlaki buhranın eşiğinde kıvranan ve tuvaletlerin dahi ortak kullanım haline getirilen Danimarka’da ise okulların bir bir ayıldığı ve Danimarka’nın, AB ülkeleri içerisinde karma eğitim zorunluluğunu ilk kaldıran ülke olarak dikkat çekiyor olması gibi kayda değer bilgilere yer verildiği görülmektedir.

Batı ülkelerinde görülen bu karma eğitimden geri dönülmesinin nedeni yapılan bilimsel araştırmalar sonucu kız ve erkek öğrencilerin yaratılışları gereği birbirlerinden farklılık arz eden hususiyetleri dikkate alınarak verilmiş bir karardan ileri geldiği müşahade edilmiştir.

İngiltere’de kız öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada, erkekler olmadığı zaman kız öğrencilerin daha başarılı oldukları, kız okullarında okuyan öğrencilerin, karma okulda okuyan kız öğrencilerden istikrarlı olarak daha fazla gelişme kaydettiği, en düşük notları bile alan öğrencilerin kız okullarına geçtiklerinde notlarını daha da yükselttikleri kayda geçmiştir.

Yine başka bir araştırmada “farklı çalışan kız ve erkek beyinlerinin farklı öğrenme biçimlerine sahip olduğu, yetenekli oldukları alanlarında farklılığı nedeniyle her cinsin ilgi duyduğu alan yönü itibariyle bazı derslerden daha başarılı oldukları”bulgusuna ilaveten“farklı yeteneklerdeki insanları eşit kabul edip yarıştırmanın iki cinsin de başarısız olmasına sebep olduğunu”gösteren tespitler de mevcuttur.

Fizik, kimya, bilgisayar, spor, el işi, motor dersi ve benzeri alanlarda erkekler daha ilgili ve daha başarılı iken kızların da dil, edebiyat, tarih, coğrafya, biyoloji, sosyal bilgiler alanında daha yetenekli olduklarına yer verilen araştırmanın devamında “Karışık sınıflarda oluşan stresler, karşı cinse rezil olmak ve alaya alınır korkusuyla öğrencinin anlayamadığı konuyu soramaması gibi sebeplerden kaynaklı başarısızlıkların görülmesi” bilgisine yer verilmiştir.

 Haliyle karma eğitim modeli kişilerin yetenek gelişimlerine engel olmaktadır. Kızlar, karma eğitim sistemlerinde erkekler tarafından daha fazla sözlü ve fiziksel tacize uğradığı için karşı çıkılmaktadır. Özellikle geçmişten bu yana, devlet düz liselerinde taciz, tecavüz vakalarının çok yüksek miktarda olduğunu biliyoruz.

Örneğin Amerika’da 1990’lı yılların ortalarında karma okullardaki hamile kız sayısı hızla artınca; kız ve erkekler için ayrı sınıf açılması teşvik edilmeye başlanmış.

Ülkemizde nispeten imam hatip liselerinde uygulanan bu tek cinsiyetli eğitim biçiminin emsali olan liselere nazaran daha çok başarılı sonuçlar verdiğini bu okullarda uzun süre öğretmenlik yapan biri olarak müşahede etmiş bulunmaktayım.

Karma eğitimin faydalı olduğunu savunanların argümanı ise bunun her iki cinsiyete de sağlıklı yaşayabilecekleri ortamlar sunması, karşı cinslerin aynı eğitim ortamında, kendi varlıklarını özgürce ifade etmeleri, kendi bakış açılarını yansıtabilme becerileri gibi kazanımlardı. Daha da ötesi karma eğitimin öğrencilere ileriki yaşamlarında izleyecekleri yolları bulmalarına imkan sağladığı ve özgüven duygularını arttırdığı yönünde iyimser yaklaşımlar olsa da bu, yaşanan ahlaksızlıkların insanda bıraktığı izleri görmemezlikten gelmeyi haklı gösteremez.  Bu itibarla yukarıda örneğini verdiğimiz ABD, İngiltere ve Danimarka gibi ülkelerin tek cinsiyetli eğitime geçmeleri gelinen noktada çok ciddi toplumsal buhranların yaşanmasından kaynaklandığı gerçeğini inkar edemeyiz.

Karma eğitimi, kazanımları bağlamında ele alıp kişilerin sosyalleşmedeki ilişkilerinde sahip olduğu öz güven üzerinden yaklaşımlarla incelemede bulunan araştırmacılar tek cinse dayalı olmayan eğitimin verilmesinden yana bir tavır sergilerken maalesef ergenlik çağına girdikten sonra gençlerin cinsel haz ve taciz yönünden maruz kaldıkları sıkıntılara dem vurmamaları araştırmanın ciddiyetine halel getirmektedir.

Eğitimde konsantre olma hâli, başarının olmazsa olmazlarındandır. Ergenlik yaşına ayak basan gençlerin fiziki yönden karşılaştıkları değişimlerle birlikte psikolojik bakımdan da içinde bulundukları farklı ruh hallerinin karşı cinse olan ilgisi sebebiyle zihnin dağılmasında nasıl etkili olacağının tahmin edilmesi zor olmazsa gerek. Öğrencide dikkat sorunu, akademik başarı için çok önemlidir. Derste zihinsel olarak hazır bulunmanın başarıyı olumlu yönden etkilemesi nedeniyle öğrenciye ders öncesi hazırlık çalışmalarının verilmesi bu gayeye matuf bir önlemdir. Ders müfredatında azami derecede buna dikkat edilirken karma eğitim dayatmasıyla bu yaştaki gençlerin dikkatini dağıtmaya hakkımız yoktur. Beyin ve ruhsal yönden görülen farklılıklar dikkate alındığında da konunun önemi daha da ön plana çıkmaktadır.

“Kadın Beyni, Kadınlar Neden Farklıdır” adlı eserinde Amerikalı nörolog LouannBrizendine, kadın erkek farklılıklarını ele alırken Amerika’daki eğitim sistemine ilişkin tartışmaları bilimsel bir zemine oturtmaktadır. Brizendine ayrıca, insanlara kabiliyetlerinin yaratılıştan verildiğini, erkeklik ve dişiliğin anne karnında şekillendirildiğini söylerken verdiği bilgilerde“8. haftadan itibaren beynin erkek veya kız beyni olarak şekillendiği, mimari ve mühendislikte erkeklerin doğuştan kabiliyetli olması nedeniyle, erkeklerin matematik ve fizik alanında kadınlara göre daha yetenekli olduğu”nu ifade ederek meselenin bilimsel yönünü açıklamış oluyordu. Araştırmanın devamında “Beynin hipokampus bölgesindeki seksüel etkisi olan iki noktanın, erkeklerde kadınlara göre iki kat daha büyük olduğunu, anne karnında henüz 8 haftalık iken erkeklerde cinsiyet hücrelerinin, haberleşme merkezindeki bazı hücreleri öldürüyor olması ve bölgede seksüalite ve saldırganlık ile yetkili hücrelerin büyümesine yol açtığı” sonucundan hareketle “karma eğitimin, kızların cinsel tacize uğramasına sebep olduğu.”yargısınsa varıyor.

“Kız üniversitelerinden mezun olan kadınlar, yeni araştırmalara göre, iş hayatında ve bilimsel çalışmalarda çok başarılı.”olduğu tespitini yapan Amerikalı bilim kadını Prof. Dr. Sigrid Metz-Göckel karma eğitimin kadınları hayata iyi hazırlamadığını iddia ederken, Hollanda'da Hristiyan Eğitim Kurumları Merkezi Denetleme Kurulu Başkanı Wim Kuiper ise erkek ve kız öğrencilere bazı derslerin ayrı sınıflarda verilmesi çağrısında bulunuyordu. Bunu da  Trouw gazetesine 15 08 2011 tarihinde verdiği demeçte, "Ergenlik döneminde erkek öğrencilerin beyin gelişimlerinin kız öğrencilere göre iki yıl daha geri olduğunu"dile getirerek ayrı sınıfların bu dezavantajlı durumu ortadan kaldırmasının önemine işaret ediyordu.

Bugünkü eğitim sisteminde farklı meslek guruplarının oluşturulmasının temelinde öğrencilerin yapısal farklılıklarının gözetilmesi ve yeteneklerin ortaya çıkarılıp geliştirilmesi felsefesi yatmaktadır. Haliyle üniversite sınavına girerken sözel, eşit ağırlık ve sayısal puan ayırımına gidilmesi bu düşüncenin bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dil puanı ise daha da özele indirgenen yetenekli öğrencilerin seçimi için uygulanmaktadır. Resim, müzik ve spor gibi tamamen doğuştan gelen meziyetlerle mücehhez yetenekli öğrencilerin seçilmesinde istenilen alanlara yerleştirmeleri de bu farklılıklardan kaynaklı bir düzenleme neticesinde gerçekleşmektedir. Doğal olarak tek cinsiyetli eğitime geçişte cinsler arası farklılıkların ağır basması ön plana çıkmaktadır.

Çocukların beyin gelişimi, fizyolojik, ruhsal ve duygusal yönden birbirlerinden farklı yönlerle cinsiyetlerinin kendine has özelliklerine rağmen bunların aynı ortama mahkum edilerek eğitilmeleri en başta bir insanlık suçudur. Eğitim politikalarını ideolojik baskıların cenderesinden çıkarmadığımız müddetçe sağlıklı birey ve bu bireylerden oluşacak sağlıklı bir toplum inşa edemeyiz.

Karma Eğitimin Din ve Değerler Açısından Mahzuru

Bizim medeniyetimizin inşası Kur’an ve Sünnet temeline dayalıdır. Yüzyıllardan beri süregelen kültürümüzün kaynağı da bu iki eser olmuş ve değerler manzumemiz bu kaynaklarla şekillenerek günümüze kadar gelmiş ve canlılığını hala korumaktadır.

Hayatımızın her aşamasında bizi, din ve değer yargılarımızla iç içe yaşatan inancımız ise hayatımızın mihengini oluşturan önemli bir kıstasımız olmuştur.

Yaşadığımız hayatta dinimizin bizden korumayı istediği beş temel değer vardır. Bu değerler “can, nesil, akıl, mal ve din”den oluşan maslahatlardır. Bu beş maslahat biz insanların olmazsa olmazı mahiyetinde hayatın idamesi için gerekli temel esaslardır. Hayatta aldığımız tüm önlemler bunların korunmasına yöneliktir. Bunları korumak korunmak manasına geleceği için ister istemez insanların güçlü olmasını salık kılar. Dolayısıyla korunmanın en tabii şekli de sağlam bir toplum ve güçlü bir devlet olur.Toplumu teşkil eden en küçük yapı taşı aile olduğuna göre sağlam bir toplumun ancak sağlam bir aile biçiminden neşet edeceğini kimse inkar edemez..

Aile, bilindiği üzere erkek ve kadının müşterek bir hayat için nikahlanarak bir araya gelip iki kişi ile başlattıkları birliktelikten müteşekkil sosyal hayatın en temel yapı taşıdır. Aile mefhumunun oluşması, ayakta durması ve idame etmesinin temelinde, iki kişi ile başlayan bu serüvene daha sonra katılan fertlerin birbirleri arasında oluşan hak ve sorumlulukların yerine getirilmesiyle husule gelen bir dayanışma vardır. Dolayısıyla anne ve baba aile içerisinde doğaları gereği üzerine düşeni yaparak geçinmelerini sağlayıp hayatta tutunmaya çalışırlar.

Aile içerisinde hak ve sorumluluklar fıtri özelliklerimize göre şekil alır. Haliyle aile bireylerinin bu fıtratın hem korunması hem de fıtri özelliklere göre yetiştirilip topluma kazandırılması önem arz eder. Bizim dayanışma kültürümüzün özünü bu fıtri bakış açısı oluşturur. Bu, bir iddia olmanın da ötesinde gerçekliğimizin ta kendisidir. Batının ortaçağın girdabını yaşadığı dönemde biz, insanca bir medeniyetin meşalelerini yakmış millet olarak tarihteki yerimizle en yüksek seviyelerde bulunmuş ve o durumumuzu asırlarca muhafaza etmiş bir milletiz.

Bu seviyemizi belirleyen ana umde, can ve malın korunmasıyla birlikte din, akıl ve neslin korunmasında gösterdiğimiz çabalardır. Başka bir deyişle bu maslahatlarımız için getirdiğimiz normlar ve geliştirdiğimiz metotlardır.

İnsanlığı bir bütün olarak kabul ettiğimiz için bu maslahatların herkesin hakkı olduğu gerçeğini de peşinen kabul eden bir medeniyetin temsilcileriyiz. Doğru ve güzel olanın yayılması ve herkes tarafından paylaşılması adına sergilenecek bu insani tavır ve buna sevk eden düşüncemizin temelinde yine kutsal metinlerimizin çağları kuşatan mesajları yer alır. Hucurat Suresi’nin “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.”ayeti kerimesi her zaman insanca yaşamanın bir formülü olmuştur bizim için.

Medeniyetimizde kadın ve erkek unsuru ayrı ayrı vurgulanarak bunların fıtri özelliklerine göre yetiştirilmelerinin önemi üzerine durulur. Kadın ya da erkek olsun, kim Allah katında kullarının en takvalı ve değerlileri arasına girmek istiyorsa ona karşı gelmekten sakınanlardan olması gerektiği yine ayetin manasından anlaşılmaktadır. Takva haricinde erkeğin kadına, kadının da erkeğe üstünlüğünün olmayacağı gibi hiçbir milletin diğer bir millete, hiçbir ırkın da diğer bir ırka yine üstünlüğün söz konusu olmayacağı da bariz bir şekilde anlaşılmaktadır. Yanlış anlaşılmaların olduğu yerde insanlık, Hz. Peygamber (asm.)'in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” hadisinde yer alan tehlike ile karşı karşıya kalınmış demektir. Burada aksi gibi görünen husus, her ne kadar tahrif olmuş semavi dinlerden farklı bir dini kabulleniş gibi algılansa da asıl vurgu, insanın çevresel faktörlerle gerçek bilgiden uzaklaşmasıyla oluşan saplantılara yapılmaktadır. Sonuç itibariyle Allah’ın istemediği her saplantı günümüzde ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.

Din yerine geçen ideolojilerde insanlar, benimsenen yeni fikirlerle eğitilir ve yetiştirirler. Böylece insan, insani gerçeklerden uzaklaştırılmış olur. Seküler anlayışa göre bir yol izlenir. Materyalist bir anlayışın içine çekilen insan, üretim için sadece bir obje haline getirilir. Manevi yönüne itibar edilmeyen insan, maddi hayatın kölesine dönüştürülür. İnsanlar böylece acımasız, bencil ve hodbin olur. Kapitalizmin çarkına çekilen insanın değeri, üretkenliği kadardır. Maddi bir üretkenlik yoksa böyle bir insanın yaşamasının manası da yoktur. Bilim ve sanat adına üretmek önemlidir kapital bir dünyada. Bu manada cinsiyet farkı da pek önemli değil böylesi birdünya için. Kaynakların başına oturan açgözlü insanların nazarında diğer tüm insanlar sefil birer varlıktır. İşte biz buna bozulan fıtrat diyoruz ki bir bakıma insanlığın insanlığından çıkarılması olarak da görebiliriz. Sonuç itibariyle değerlerin hiç sayıldığı bir âlem çıkar karşımıza ve dinin afyon gibi algılandığı zihni bir çöküşle karşı karşıya geliriz.

Kapital hayat, yaşam alanı dâhilinde kendi felsefi öğretilerine göre verdiği eğitim ve yaptığı düzenlemelerle devam eder. Artık böyle bir hayat, azınlıktaki üst sınıfın yönettiği binlerce ikinci sınıf insanın olduğu bir hayattır. Hem de insanı değerlerden uzaklaştıran bir hayat. Ahlak, edep, namus, terbiye gibi üst seviyeden değerleri ifade eden kavramların anlam dünyası mufluçtur bu hayatta. Karma eğitim de bu kapitalist felsefenin bir dayatması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Değerlendirme

Önceki bölümde bilimsel verilerden hareketle karma eğitimin uygun olmayacağının izahatına çalışırken birçok gelişmiş ülkede bu uygulamadan vaz geçildiğinin örneklerine yer verdik. Buna ek olarak bu uygulamanın doğru olmayacağını göstermek babından içinde yaşadığımız toplumun din ve değerleri bağlamında de irdelenmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Dinimiz, kadına anne olması hasebiyle büyük bir önem atfeder. Cennetin annelerin ayakları altında olduğu bilgisiyle yetişen biz Müslümanlar, annelerimizi, eşlerimizi, kız kardeşlerimizi, kızlarımızı, hala ve teyzelerimizi, büyük annelerimizi hep saygıyla karşılar, saygıyla yad ederiz. Kız ve erkek daha yetişme aşamasında iken bu değerlerle büyütülür.

Ancak bizde dindar kesimin özellikle dindar bayanların okumamaları yönünde baskılandıkları hususu bizim acı bir gerçeğimizdir. Bu gençler ya okumayacaklardı ya da istenilen formatla eğitim göreceklerdi. Dine dayalı yaşayışın kabul edilmediği okullarda, dini değerlerin ötelendiği ders müfredatlarıyla eğitilip fakat namaz ve orucun gündemlerinde olmadığı gençlerin arzulandığı bir toplum inşasıyla, inancından dolayı sakal bırakmayacak bir delikanlı, başını örtmeyecek genç bir kız modeli yetiştirilmek isteniyordu. Gününü gün eden ve eğlencenin her çeşidine açık bir gençlik peşindelerdi. Ders müfredatlarında Allah’a yer olmamalıydı. Fen bilimlerinde kullanılacak dil, doğanın her şeyi yaratması üzerine bina edilmeliydi. Gençliğe böyle bir rol biçen zihniyet, 28 Şubat sürecinde pervasızca giriştikleri şenaatlerini bin yıl sürecek diye haykırdıkları dönemlerde başörtü zulmü de had safhaya ulaşmıştı. Başörtülü kızlarımızın okumaları istenmiyordu. Başörtünün imanın bir gereği olması hasebiyle örtülülere yapılan bu baskılar, imanlı gençliğin istenmediğinin ifadesiydi. Hatta tesettürlü öğretmen ve memurelere ya işten el çektiriliyordu ya da ikna odalarında baskılara maruz bırakılarak örtüleri başlarından alınıyordu.

İşte karma eğitim bu dönemde uygulanmaya başlandı. Batıdaki uygulamalar aksini ıspatlasa da düşünülüp tartışılmadan despotik dayatmalarla evlatlarımız heder ediliyordu. Halbuki meselelere sağduyulu yaklaşılmış olsaydı eğitimin fıtrata uygun ortam ve şartlar altında verilmesinin insanı yetiştirmede ne kadar ehemmiyetli olduğu görülecekti. Çünkü kişinin doğasına uygun verilen eğitimin daha olumlu sonuçlar vereceğini tahmin etmek zor değildir.

Bu anlamsızca dayatmadan hemen vazgeçilmesi gerekmektedir. Kaliteli bir eğitim için bu zaruridir.

Eğitim sistemleri her toplumun kendi ihtiyaçları gözetilerek örf ve adetleri ekseninde yapısal değişikliklere gidilerek oluşturulmalıdır. Dayatmacı bir anlayışın ürünü olan eğitim sistemleri zamanla dumura uğrar diye düşünüyoruz. Elbette ortak konularda başka ülkelerin eğitim sisteminden istifade edilebilir ve paylaşımlarda bulunulabilir. Yeter ki meseleye ideolojik ve taraflı yaklaşımların hakim olduğu bir çizgide bulunulmasın. Ne yazık ki şu ülkemizin eğitim politikasına yön verenlerin yanlış tutum ve davranışlarında hep birilerini öteleyerek toplumsal gerginliğe sebebiyet veren uygulamalara çokça şahit olduk. En basitinde daha dün diyebileceğimiz kadar yakın bir geçmişte gördüğümüz o başörtülü haliyle eğitimine izin verilmeyen kız öğrencin yaşadıklarını unutmak mümkün mü? Bu despotluğun sebep olduğu travmayı hangi bilimsel düşünce makul karşılayabilir? Namaz kılınması engellenen bir öğrencinin ruhsal huzursuzluğun bıraktığı boşluğu kimler doldurabilir? Ve kimin işine yarar? Fakat Avrupa ülkelerinde sınıfların kapılarına çıkışta üst tarafına yerleştirilen Hz. İsa’nın inanç atmosferini yaşatan çarmıha gerilmiş heykeli, bilimsel çalışmalara zarar verir diye yasaklanmıyor…

Kız ve erkeklerin yapısal farklılıkları üzerinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmaların sonuçlarından yola çıktığımızda yapılan tespitler bizi, karma eğitimin zararlı olduğu neticesine götürmektedir. Bu uygulamanın zararlı olduğunu mensubu olduğumuz İslam dininin kadın ve erkek ilişkileri bağlamında değerlendirdiğimizde yine aynı sonuçla karşılaştığımızı görürüz.

Ülkemizde despotluğun hüküm sürdüğü 28 Şubat süresince dayatmacı bir yaklaşımla tüm öğretmenlere “rehberlik eğitimi” adı altında verilen seminerler adeta bir neslin bozulmasına yönelik planlanmış bir eylem olarak tarihin kirli sayfalarında yerini almış oldu. Bugünü yaşarken o günlerden kalma dayatmacı eğitim biçiminin izlerini maalesef birçok alanda görebilmekteyiz. Özellikle de bu karma eğitim modeli o günün bir dayatması olarak hala hüküm sürmektedir.

Kız ve erkek öğrencilerin birbirlerinin cinsel yapılarına olan meraklarının giderilmesine katkısının olacağı böylece yaşanacak ahlaksızlığın önüne geçilebileceği düşüncesinden hareketle karma eğitim fikrinin mantığı oluşturulmaya çalışılsa da gelinen noktada karşılaştığımız manzara beklenenin aksine neticeler verdi. Buna rağmen bu konuda hala ısrar edilmesine bir mana veremiyoruz.

Kaldı ki Almanya’nın devlet okullarında uygulanan karma eğitim mecburiyeti 2001 yılında kaldırıldı. Sonra da Almanya’da isteyen velinin öğrencisine ayrı eğitim verilirken, velinin resmi okullarda da çocuğuna ayrı eğitim aldırabilme anlayışı benimsendi. 

Batının bu şekilde özellikle ahlaki boyutta yaşanan sorunlar nedeniyle okullardaki karma eğitimden bu yüzden vazgeçtiğini görürken, bir neslin dönüştürülmesine kendini adamış, ideolojik körlüğün çıkmazlarında debelenen, adeta ruhsal hastalık krizi geçirircesine kendi dışındaki insanları ötekileştirmekten haz alan kesimin anlamsız direnişi bizi elbette endişelendirmektedir.

İnsanların şehvet duygusunun gerçekliğini göz ardı edemeyiz. Şehvet duygusunun yoğun yaşandığı ergenlik ve sonrası yaşlardaki gençlere ateşle barutu bir arada bulundurmak kadar tehlikeli bir ortam sunmak akıl karı değildir.

Tesettüre yönelik ayet ve hadislerin işaret ettiği husus bu gerçeğin bir ifadesidir. Erkekler için tesettürün göz kapaklarından başlatıldığı gerçeği de bunun bir gereğidir. İslam’da sakınılması gereken günahların işlenmemesi emredilirken zinanın men edilmesi şurada dursun yaklaşılması dahi mahzurlu görünürken buna zemin hazırlayacak ortamlardan da sakınmanın önemi anlaşılmış oluyor.

Kültürümüzde bir insan nikahlanmadığı sürece karşı cinsle olan ilişkilerinde seviyesizce davranışlardan hep kaçınıla gelmiştir. Kültürümüzde karşı cinsten şehevi manada haz almak yasaktır. İster göz teması ile olsun, ister konuşmaya da daha da ilerisi dokunmaklarla olsun kız erkek arasında böyle bir ilgi ve alaka asla kabul edilemez. Bu yöndeki tüm istek ve arzuları ancak nikah aktinde olabileceğine inanılır ve öylece bir hayat yaşanır.

Maalesef cinsel eğilimlerin esiri olmuş gençlerin karşı cinse olan ilgilerinden ötürü haz duygularını tatminde sınır tanımayışlarını göz önünde bulundurduğumuzda bu hususta bir takım önlemlerin alınmasında çocukların erken yaşları gözetilerek girişimde bulunmanın daha faydalı olacağı aşikârdır.

Bugün yaygın hale gelen boşanmaların sebebi incelendiğinde eşler arasında kıskanmalara yol açan yanlış davranış biçimleri önündeki perdelerin kaldırılması, çocuk yaştaki birlikteliklerin sınır tanımaz ortamlarla başladığı düşünülürse karma eğitimin bu manada ne kadar sakıncalı olduğunu bir kez daha anlamış oluruz.

Haya perdelerini kaldıran ortamlar, zamanla iftihar duyulan utangaçlığın bir ayıp olarak algılanmasına yol açtığından, gençler arasında kız erkek arkadaşlığı edinmemenin kişilerin beceriksizliklerinden kaynaklandığı şeklinde edinilen yanlış kanaatler sebebiyle flörtlerin makul görüldüğü ahlaksızlıkların önünü açmış oluyor.

Sevgi ve aşk diye algıladıkları aslında şehvetin bir tezahürü olan ilgilerin esiri haline getirilen bir gençliğin yetişmesine zemin hazırlanmaktadır. Bu zeminde yetişenlerde, karşı cinsle yaşadıklarından sonra ileride oluşturdukları yuvalarında gerek önceden gerek daha sonra tanıştıkları biriyle yaptıkları evliliklerinde sadakate dikkat edilmeyen davranışların sergilendiği de yine bizi üzen gerçeklerdendir.

Bu durumu daha da ileriye götürdüğümüzde gençlerin aldıkları yasak cinsel hazlar sebebiyle ya geç evlenmekte olduklarını ya da evlendikten sonra hemen çocuk sahibi olmak istemediklerini görüyoruz. Geç evlenmek istemelerinin altında cinsel doyumluluk söz konusu iken, çocuk sahibi olmak istememelerinin sebebi de toplumun gerçeklerinden uzak, örfünü tanımamaları ve dini değerlere ehemmiyet vermemeleri bakımından ortaya çıkan rahat bir hayatı tercih edişlerinden kaynakladığını görebilmekteyiz.

Bu yanlış yönlendirmelerin girdabına giren gençlerimiz maalesef öngörülen bir aile oluşturamıyorlar. Bu da zayıf ve çökmüş bir toplumun doğumu demek olacaktır.

Karma eğitimden vazgeçilmesini gerekli kılan bir başka etken de kişilerin bir arada bulunurken nasıl rahat edebilecekleri hususla ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar hemcinsleri arasında kendisini daha rahat hisseder. Toplumsal ilişkilerimizdeki temayüllerin bu yönde seyretmesi bizi daha da haklı çıkarmaktadır. Mesela kadının en rahat ettiği ortam kadın kadına olduğu ortamlardır; erkeklerde de öyle. Çocukların kendi aralarında oynadıkları oyunlarda bu durum bariz bir şekilde kendisini gösterir; kız çocukları kendi aralarında oynarken, erkek çocukların da kendi aralarında oynadıklarını görmeyenimiz yoktur.

Bedensel gelişmeye paralel olarak ruhsal dünyamızda da görülen değişmeler kız ve erkekte farklı seviyelerde kendisini gösterir. Bu aşamada neye ihtiyaç duyulursa bunların yerinde ve zamanında usulünce verilmesi gerekir. Tıpkı ilaç gibi; ne az ne de çok. Hatta ne vaktinden önce ne de sonra verilmeli.

Kültürümüzde yer etmiş, “kız çocuğu annesinden ekmek pişirmeyi öğrenirken, erkek çocuk da babasından ata binmeyi öğrenir.” sözü, insanın yetişmesinde fıtri özelliklerin gözetilmesinin önemine vurgu yapan bir tecrübeyi ifade eder. Kız çocukların eğilimi ile erkek çocuklarının eğilimi aynı değil. Kız çocuğu fıtratına uygun yetiştirildiği gibi erkek çocuklar da kendi fıtratına göre yetiştirilmelidir. Biyolojik yapıları bile farklılık arz eden dişi ve erkek olma hâlimiz, psikolojik olarak da biz insanları kadın ve erkek olmak bakımından ayrı zeminlere oturtmaktadır.

İş yerlerinde gördüğümüz manzara da bu yönde. Gurup çalışmalarının yapıldığı kamu hizmetlerinde birliktelik bir yere kadar devam eder. Daha sonrasında özele indirgenen ikili ya da çoklu buluşma ortamlarında insanların hemcinslerine yönelişlerindeki istek ve arzuları dikkat çekicidir.

Kadın ve erkek ayrışmasında önemsenen çok sayıdaki davranış içinde dikkatimizi çeken örneklerden biri batı ülkelerinin birçoğunda bayan hastaların bayan doktorlara muayene haklarının olduğudur. Hakları konusunda vatandaşların talepleri doğrultusunda kendilerine sahip çıkan bu gibi ülkelerde şahit olduğumuz manzara, hemcinslerin kendi içlerinde daha rahat ettiği gerçeğidir.

Karma eğitimin bunları sağladığı savları maalesef bir iddiadan öteye geçmemektedir. Gelişmelerin insan doğasına uygun ve doğru istikamette cereyan etmesi için tek cins eğitimin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Hatta kız sınıflarına bayan, erkek sınıfına da erkek öğretmenin derslere girmesi ifade etmeye çalıştığımız olumsuzlukların giderilmesinde başat rol oynayacaktır. Kız ve erkek öğrencilerin ayrı okullarda eğitim görmesi daha da önemlidir.

Hemcinsler arasındaki farkı ortadan kaldırmaya matuf toplumsal cinsiyet eşitliği projesi bu anlamda çok düşündürücüydü. Bunun bir devlet politikası haline getirilmeye çalışılması toplumsal yapımızın dokusuna kasten bir müdahalenin yapılmak istendiği izlenimini vermekteydi.

Karma eğitim düşüncesinin altında yatan sebepler ne ise toplumsal cinsiyet eşitliği projesinin de altında yatan sebep de aynı. Bu uygulama ve projeler, insanı doğasının hilafına bir zemine çekerek ahlaksızlığın yaygınlaştırılması amacına yönelikti ve sinsi bir plan dâhilinde sosyal dokumuz zedelenmek istenmekteydi.

Toplumsal cinsiyet eşitliği projesinin fikirsel alt yapısını oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte kaldığı birkaç yıl zarfında, kadına şiddetin azaltılması bahanesiyle Aile Bakanlığının aile ile ilgili yapılan kanuni düzenlemeler aile huzurumuzu temin etmesi beklenirken, aksine birçok ailenin dağılmasına bile yol açar oldu. İyi niyetli bir sözleşme olmadığı, ülke genelinde konuyla ilgili yapılan üst düzey çalıştay programlarına buna muhalif akademik sahanın bilim insanı ile araştırmacı hiçbir uzmanın çağırılmamasından anlaşılıyordu.

Toplumsal cinsiyet eşitliği diye lanse edilen proje, güya erkeklerin kadınlara kıyasla iş hayatında ayrımcılığa tabi tutulduğu, haliyle kadınlara karşı haksızlıkların yapıldığı yönünde ileri sürülen fikirlerle itiraza mahal bırakmayacak derecede güçlü argümanlar eşliğinde ifade edilerek bir zemine oturtulsa da bundaki asıl hedefin, eşcinselliği sinsi bir şekilde empoze etmeye çalıştığı kısa sürede anlaşılmış oldu. Bu sözleşmeden sonra ülkemizde baş gösteren LGBTİ hareketi ise bardağı taşıran son damla oldu. Öyle bir hale gelindi ki LGBTİ girdabına yakalanan insanların hasta olduklarını dile getirmek dahi suç sayılır olmuştu. Onur yürüyüşü diye onursuzluğu empoze etmeye çalıştılar. Biz, zinanın ne denli büyük bir günah olduğuyla ilgili kafa yorarken diğer taraftan en çirkin fiiliyat yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu.

Özendirilmeye çalışılan bu çirkin fiilin Kur’an’ı Kerim’de eşcinsellik adı altında nasıl zem edildiğini bilmeyenimiz yoktur. Araf Suresi’nde geçen “Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz. Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım."ayetleri, bu fiiliyatın çirkin ve cezasız kalmayacağını bize bildirmektedir.

Hz. Lût, erkeğin erkeğe yaklaşması (homoseksüellik) şeklindeki bu fuhuş çeşidini, daha önce hiçbir millette görülmemiş ölçüde yaygınlaştırmaları sebebiyle onları eleştirmiş; kendisinin güvenilir bir peygamber olduğunu, Allah''tan korkup davetine icâbet etmeleri, hallerini düzeltmeleri gerektiğini söylemiş ve bu yaptıkları sebebiyle onları “müsrifler” şeklinde nitelemiştir. “Mâkul ve meşrû ölçüleri aşan” anlamına gelen müsrif kelimesinin burada cinsel sapıklığı ifade ettiği görülmektedir.

Kur’an’ın yasakladığı bir cürmün hangi isimler altında olursa olsun insanın hayatına dayatmacı bir kafa yapısı içinde ısrarla sokulmaya çalışılması endişe vericidir. Gökkuşağı renginin bu kesimi temsil edişine dikkat edilerek ders kitaplarında uluorta kullanılmasına engel olunmalıdır. Cinsler arasındaki farkı yok sayarcasına hikaye yazmak, soru hazırlamak da bir o kadar önemlidir.

Toplumsal çözülmeyi getirecek masumiyet kisvesi altındaki girişimlerin eğitim alanımıza müdahalesine fırsat verilmemelidir. Bu yüzden karma eğitim deyip geçmemek lazım. Eğitimin bu biçimiyle dejenere edilen gençler ne hakkettikleri eğitimi alabiliyorlar ne de  aldıkları eğitimle aile hayatlarını sağlam temellere dayandırabiliyorlar. Sonuçta eşcinselliğin dahi masum görüldüğü bir toluma doğru gidilmiş oluyor.

Mustafa SALİM

14 Temmuz 2023, Ankara

 

 

 

 

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
Yunus
Yüzyılın pedagojik yanlışı.
Tahir Çelebi
Şimdi bütün solcular karşı çıkacaktır lakin işin zararı kendilerine dokunduğu gün uyanacaklar ama iş işten geçmiş olacak. Çok önemli bir konuya parmak bastınız Allah razı olsun inşaallah yetkililer bir düzenleme yaparlar. Cesaretle risk alma zamanı geldi bence
Gardaş
Kıymetli Hocam, Önemli bir konuya değindiniz.. Teşekkür ederim.