Müslümanca yaşamak biz insanlar için fabrika ayarlarını korumanın garantisidir bir yerde. Bu anlamda İslam öğretisi fıtrata uygun bir öğretidir. Öğretinin temel niteliklerine sadık kalındığı müddetçe zaman zaman dalga misali yalpalanmalar olsa da insanın hayatında, geminin sahile selametle çıkmasında herhangi bir sorun yaşanmaz.
Rabbimiz kainatı kusursuz işleyen bir düzenle yaratmıştır. İnsanı da bu kainatta yaratılışına meleklerin dahi sırrına müttali olamadıkları bir halife olarak var etmiş ve hiçbir varlığa vermediği akıl ve irade ayrıcalığını da böylece kendisine bahşetmiştir. İşte Rabbimizin halifesi olan bir insanoğlu sonra da emanetini almışız üzerine ve o emanet gereği sınava tek tabi olan da yine biz olmuşuz.
Ramazan ayı boyunca tuttuğumuz oruçlardan kalma alışkanlıkla seher vaktinden önceki uyanmaların birer kazanımı olan teheccüd namazını kılıp evden Bayrama erişme sevinciyle çıktığımda mahallemizin Beytullah Camii yolunda hep bunları düşündüm.
Biz bir imtihan için dünyaya gönderilmiştik.
Akıl ve irademizi bunun için kullanacaktık.
Ancak dünyayı göz önünde bulundurduğumuzda yaşanan onca zulmün yine insanların hem cinsleri tarafından yaşatılıyor oluşunu görmek de bir o kadar acı bir gerçekti.
Gazze’de tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen zulüm imtihan için gönderilen insanoğlunun bir ayıbı değil miydi?
Mart’ın 19 ‘undan itibaren ülkemizde patlak veren yolsuzluğu yapan da yine bu insanlar değil miydi?
Bu yolsuzlukları yapanları savunmak için sokağa çıkarılanlar da yine insanlardı…
Algılarla saf zihinleri bozmaya çalışanlar da insanlardı algıya maruz kalanlar da.
Doğruları saptıranlar da insanlardı doğrunun peşinden koşanlar da.
Huzursuzluğu isteyenler de insanlardı, huzurlu yaşamak isteyenler de.
Ne büyük yükmüş şu insanın omuzlarına yüklenen imtihan yükü?
Neresinden bakılırsa bakılsın sonu kaybetmek ya da kazanmak olan didişme imtihanın bir gereğiydi bu da insan olmanın değerinden kaynaklanıyordu.
Hayvanın, böceğin, nebatatın, orman ve dağların yoktu böyle bir yükümlülüğü; tüm yükümlülükler biz insanlar içindi.
Genelde arabayla giderdim mahalle camiine; fakat bu sefer yürümek istedim. Çünkü bir gün önce okuduğum bir hadiste camiye yürüyerek gitmenin öneminden ve bunun sevaba dönüşen yönünden bahsediliyordu. Her adıma sevaplar yazılıyordu. Ne büyük bir nimetti. Hayır yolunda attığın adımların her birini senin için nasıl da kâra geçiyordu bu ilahi sistem.
Camiye varıncaya kadar bunları düşünmüştüm.
İçeri girdiğimde mahalle imamız Celal Başoğlu hocamız namazı çoktan başlatmıştı. Sabah sünnetini evde kıldığım için farzın ilk rekatına rükuda yetişmiş, böylece cemaat sevabına da nail oluvermiştim.
Sabah namazını camide kıldığım için sabah namazını edadan sonra bayram namazı vakti girinceye kadar geçen zamanı değerlendirmek babından Celal hocamızın vereceği vaazı ta en başta dinlemiş olacaktım.
Celal hocamız, uzun süredir mahalle camiimizin imamlığını yapmaktadır. Bilinçli ve gayretli bir imam. Yediden yetmişe herkesle ilgilenir. Herkesin derdine deva bulmaya çalışır. Sosyolojik gözlem ve psikolojik tahlilleri kendisine nerede, hangi zamanda ve nasıl davranacağının inceliklerini kazandırdığından kısa zamanda mahallenin gönlündeki yerini almayı bilmiştir.
Camide yaşlı cemaate ayrı, ilköğretim ve ortaöğretim çağındaki çocuk ve gençlere uyguladığı ayrı programlarla adeta yaygın eğitimin temellerini atarak mahallenin her kesimiyle ilgilenen bir imam oluşu, evlerle cami arasında köprülerin kurulmasını sağlamıştır.
Verdiği vaazların şatafattan uzak, özlü cümlelerle anlaşılır bir tarzda oluşu camiye ilgiyi arttıran başlıca sebeplerdendir.
Ülkenin birlik ve beraberliğine vurgu yapıyordu vaazında. Ümmetin düştüğü durumun güzel bir açılımını yaptı. Belliydi güzelliğe karşı olanlarla bir derdinin olduğu. Gazze’den bahsetti. İşlenen katliamlara vurgu yaptı. İslam kardeşliğine dem vurdu. Yahudi mallarının boykot edilmesinin dini inceliğini ilmek ilmek işledi. Müslümanların şuurlu olmasının önemini o kısacık zamanda dile getirmeye çalışıyordu. Aslında yaptığı şey bir ay boyunca verdiği sohbetlerinin bir özetiydi. Kritiğini yapıyordu meselelerin, Kur’an ve sünnet ışığında. Okuyan ve araştıran biri olduğu verdiği güncel hayat örneklerinden anlaşılıyordu. Sosyal medya ve dijital dünyayı iyi tanıyordu. Gençlik bu yüzden seviyordu imamız Celal hocayı.
Tüm dikkatleri konuşmasıyla üzerine çekmişken, içinizde beş vakit namaz kılan da var kılmayan da. Oruç tutan da var tutmayan da. Her ne halde olursanız da bugün buradasınız. Yok birbirinizden farkınız. Geçen zamanı değerlendirmiş olsanız da geçti otuz gününüz, değerlendirmemiş olsanız da. Fazlaca da irdelemeden herkesin durumunun muhasebesini kendisine bırakarak mantıksal örgüsünü şu ifade ile tamamladı: Fakat ahiret yurdu böyle değil. Oraya nasıl giderseniz, ne ile giderseniz elde edeceğiniz sonuç ona göre olacaktır. Adli ilahide kimsenin hakkı yenmeyecektir. Biz şu cemaatte kimin ne yaptığını ve ne düşündüğünü bilemezsek de ahiret yurdunda zerrece işlediğimiz ne varsa çıkarılacak karşımıza. Bugün burada değerlendiremediğimiz bir ayın telafisi mümkünken ahiret yurduna varıldıktan sonra telafisi mümkün olmayan bir sonla karşılaşırız.
Araba fren sistemi metaforuyla anlatımına başka bir zenginlik katarak dikkatlerin dağılmasının önüne geçiyordu. Arabanız ne kadar güçlü olursa olsun, arabanızın hız sınırını aşarak istediğiniz şekilde, keyfiniz el verdiğince kullanamazsınız. Mutlaka yolun durumunu gözetir, yer yer freni kullanırsınız. Yoksa tepe takla olur hayatınız. İşte bu dünya hayatımızın da frenleri vardır. Nefsimizin her istediğini yapamayız. Sınırsız bir özgürlük anlayışı olamaz bir mümin için. Kutsal kitabımızda bunun nasıl olacağını belirleyen kıstaslar ve Rasulullah’ın örnek hayatı var elimizde.
Paslanan bir metalin çalışması ne kadar zorsa bünyesini ibadete alıştırmayanların da inançlarına göre yaşamaları bir o kadar zordur derken, ibadetin ehemmiyetine yaptığı vurgu dikkat çekiciydi.
Bir ay boyunca tutulan oruçlar, akşam kılınan teravihler, yapılan vaazlardan elde edilen bilgiler elbette faydadan hali değildi. Bencilliğin kol gezdiği bir dünya, hırsı boyunu aşan, menfaati için kardeşini dahi ezebilen, acıma duygusu olmayan, gaddar kişiliklerin yetişmesini salık kılarken bu manevi dokunuşların muhatabı olan insanlar toplumun huzur kaynağı olmaktadırlar.
Bu manevi dokunuşlar, etnik farklılıktan fikri ayırımcılığa ne kadar aykırılıklar varsa ıslahına bulduğu çarelerle insanı insan kılan değerleri beslediği için bunların toplumda fertlerin birbiriyle kaynaşmasını sağlayan önemli faktörlerden olduğunu tek tek anlatıyordu cami cemaatine.
Müminleri sarmalayan manevi atmosferin toprağa atılan tohumlar misali insanın ruhunda bıraktığı izlerle kişiliklerine verdiği olgunluk kul olmanın bilincini kazandırması adına önemli bir gelişmedir. Yakin sahibi olmanın temelinde yatan da bu olgunluğun oluşmasını sağlayan kabul edilmiş ibadetlerdir.
İbadetlerimizden namaz, oruç, hac ve zekat gibi belli ritüellere bağlanmışları olduğu gibi, içki, kumar, zina, hırsızlık, yalan söylemek, kul hakkı yemek gibi yasaklayacı unsurlar da ibadet kapsamına girmektedir. Bunların sonucunda gelişen davranış biçimine de güzel ahlak diyoruz ki bu da bir ibadet sayılmaktadır.
Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşanmış bir hayat kulluk manasına gelir. İmtihanın kazanılıp kaybedilmesi kul olup olmamakla alakalı bir husustur.
Haliyle bayram, kulluğa erişmenin sevinci olmaktadır. Barışmak da kulluğun bir gereği, zulme karşı çıkmak da. Ülkemizin huzura ne kadar ihtiyacı varsa, dünyanın da bir o kadar huzura ihtiyacı vardır.
Buna mukabil bu eğitimden geçmeyen insanların da bir o kadar kötüden yana olabilecekleri gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız ki bu da tekrar kul olmanın bir sonucu olmaktadır. Bu tür insanlara karşı teyakkuzda olmanın gerekliliğini Rabbimiz Hucurat Suresinde şöyle buyurmaktadır. “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Müslümanlar olarak çok uyanık olmak gerekir. Sosyal medyada kaynağı belirsiz birçok yalan haberler dolaşmaktadır. Toplumun huzur ve selameti için temkinli davranarak kötü insanların oyununa gelmeyelim.
Evet, bir bayram namazı ve dinlediğimiz nasihatlerdi bunlar.
Bayramınız gerçek bir bayram tadında olsun.
Mustafa SALİM
31 Mart 2025, ANKARA