Baba, sabah işe gitmek üzere hazırlanırken evin kapısı çalınır; kapıyı açan evin annesi, yan komşusu genç bayanı, elini tuttuğu okul öncesi beş yaşındaki kız çocuğuyla görür. Bir gün öncesinden konuşup anlaştıkları gibi çocuğu içeri alır. Komşuluk ilişkilerinde bu durumlar sıkça yaşanır. Sonuçta genç bayanın katılacağı bir programı var ve çocuğunun da kreşe bırakılması gerekiyor. İlgilenilsin diye sabahın erken saatinden gelmelerinin sebebi de buymuş. Evin babası evden çıkmak üzereyken erkenden gelen bu küçük misafire hoş geldin deyip ilgilenirken dua okuduğunu fark eder ve anlar gittiği kreşin verdiği ezber ödevinin egzersizlerini yaptığını.
Baba, akşam eve geldiğinde üstünü değiştirip salona geçer. Adet olduğu üzere, yenen akşam yemeği ve karşılıklı içilen çay eşliğinde yapılan muhabbetin konusu sabah bırakılan komşu çocuğu üzerine yoğunlaşınca evin annesi çocukla ilgili dikkatini çeken bir husustan bahseder.
Çocuk içeri girdikten sonra ezberlediği duaların tekrarını yaparken bunu kah yüksek sesle, kah içinden okuyarak bir süre devam ettiğini, sonra oyuncaklarla oynayıp odaları gezdiğini, bir ara çocukça sorular sormaya başladığını, o sırada normal bir çocuğun yapacağı şeylerle vaktin geçmesini beklerken çocuğun kreşe bırakılacak saati gelinceye kadar mutfak temizliğine giriştiğini tek tek sıralayıp anlatır. Bir ara çocuktan gelen bir sorunun, ister istemez dikkatini çektiğini söyler. Komşu çocuğun sorusu, evin üniversiteye hazırlanan abisinin kullandığı kupaya alakalıdır. Çocuk ısrarla kupaya bakıp üstündeki resmi göstererek “bu evde bunun ne işi var” diye evin annesine ısrarla soru sormuştur. Anne şokta. Çünkü o kupayı kendisi de ilk defa görüyordu. Belli ki yeni anlınmış bir kupaydı. Hiç farkında olmamıştı o ana kadar. Komşu çocuğunun sorduğu soruyla dikkatini kupada yoğunlaştırmıştı. Çocuk ısrarla resimdeki adamın kötü biri olduğunu söylüyordu. “Bu çok kötü bir adam, çünkü iyi adamlara zarar veriyor. Allah bile sevmiyor bu adamı. Sizin evde bu adamın resminin ne işi var?” gibi "çocukça çıkışları, itirazları ve serzenişi görülmeye değerdi bey" diyen evin annesi, işlerini bırakıp kupayı incelemeye başladığını analtır. Bu küçük kız çocuğu haklıymış. Kupanın üstüne “noel baba”nın işlenmiş bir resmi vardı. Beş yaşındaki çocuk bunu görür de üniversiteye hazırlanan bir genç bunu nasıl görememiş olabilirdi? Asıl mesele de buydu.
Baba dinlerken hayrette kalmıştı. Sonuçta dindar bir aileydi. Çocuklarını dini hassasiyet üzerine yetiştirdiğine inanıyordu. Onları gönderdiği okulların seçiminden tutun da kendilerini yönlendirdiği sosyal çevre hep bu düşünceye dayalıydı. Çocuklarının arkadaş seçiminde yine bu hassasiyeti göstermişti. Hatta birlikte oldukları ortamlara denk gelen namazlarını hep cemaatle kılarlardı. Özellikle sabah namazına tüm aile fertleri birlikte kalkar, günlük programları ondan sonra başlardı. Bunları düşünerek iç geçiren baba, bu kupanın bu eve nasıl geldiğiyle ilgili merak ettiği cevabı almak için de çocuklarının akşam eve gelmesini bekler.
Kütüphaneden eve bir hayli geç gelmelerine rağmen baba ile anne yolunu gözetler çocuklarının ve geldiklerinde hoş beşten sonra konuyu kupaya getiren annesi, olup biteni bir çırpıda özetler. Dehşete kapılır evin abisi ve nasıl kazırsınız o resmi kupanın üzerinden diyerek sinirli bir tavır sergiler. Komşu kız çocuğunun uyarması üzerine bir hayli üzülen anne, meğer resmi kazımıştır kupanın üzerinden. Komşu kız çocuğu haklıydı ve doğruyu söylüyordu. Kültürümüzü yansıtmıyordu çünkü.
Kupanın, yeni yıl hediyesi diye dershaneden bir hocasının kendisine verdiği anlaşılır. Evin abisinden, aile sohbeti esnasında hatasını anlayıp özür dilemesi beklenirken, yüksek perdeden olup biteni savunmaya kalkması anne babayı “nerde hata yaptık” dercesine bir hayli üzer. Baba evladına “Kupayı hediye eden hocana ‘noel baba’ resmini görünce ‘bu benim kültürümü yansıtmıyor, hediyeniz için teşekkür ederim ama kabul edemem” diye karşılık veremedin mi diye aklına geleni söylemek istese de vaz geçer. Baba bilir ki savunma amaçlı çıkışlar bir değeri kabulle başlar ve bu da bir birikime sahip olunmakla ancak mümkün olur. Dört işlemi öğretemediğin birinden denklem çözmesini bekleyemezsin. Bu noel denkleminin çözümü sıradan bir iki itirazlık işlemle halledilecek şey değildi. O anda doğruluk adına anlatılacak her şeye bir itirazının olacağı muhakkaktı. Öyle bir hale gelmişiz ki inanç ve değerlerine göre yetiştirip büyüttüğünü sandığın evladını meğer senden çalan birileri olmuş ki en basit bir meselede dahi düşmanının hilesini göremez hale geldiğini görüyorsun.
Hikayede anlatılan olay, üç aşağı beş yukarı hemen hemen her Müslüman ailenin bir benzerine şahit olduğu sıradan bir durum. Bunlar, emperyalizmin birer kültürel saldırısıdır. Gözünü budaktan sakındırırcasına özenerek yetiştirdiğimiz çocuklarımız, birilerinin oyununa geliyor maalesef.
Her anne baba çocuğunun en iyisi olmasını ister. Vatanına ve milletine yararlı bir birey olması için çaba sarf eder. Sağlığına dikkat eder. Yemez, yedirir. İçmez, içirir. Giymez, giydirir. Feda eder adeta kendisini evladı için. Kötü alışkanlıklardan korur. Spor ve sanatta imkanlarınca istifade ettirilmeye çalışılır. Seküler anlayışın insanı dahi çocuğunun güzel ahlaklı olmasını arzu eder. Bunların çocuklarımızda gerçekleşmesinin onlara karşı özverili olmamıza bağlı olduğunu biliriz.
Özellikle de ülkemizin son asrına damga vuran girişimlerin temelinde yeni inşa edilecek bir neslin hedeflendiği düşüncesinin yer aldığını göz önünde getirecek olursak bir anne baba olarak daha büyük bir mesuliyetin altında olduğumuzu anlarız. Bu da İslami kimliğimizin bir gereğidir. Çocuklar bu anlamda bize emanet edilen birer değerdir. Güzel bir isim vermekten tutun da onları her haliyle hatalardan uzak, temiz ve pak yetiştirerek koruyup kollamak adına yapacaklarımız dinimizin bizi mecbur kıldığı bir görevdir.
Neslimizi koruma adına yaptıklarımıza daha geniş bir açıdan bakıldığında da bunun hak ve batıl çatışmasında nerede olacağımızın bir göstergesi olması itibariyle de dikkat çekiciydi. Bu bağlamda uzun süre bu coğrafyada yaşanılanlara bakıldığında gücü elinde bulunduran buyurgan kesimin, çocuklara din ve ahlaki ilkelerin öğretilmesine hep mani olduğu görülmüştür. Bir zamanlar çocukların küçük yaşta Kur’an kurslarına gönderilmesinin yasak olması, imam hatip lisesi öğrencilerinin üniversite sınavında dayatılan katsayı sorunu, başları örtülü kız çocuklarının okumalarının engellenmesi, bayan memurların başlarını örtememesi, Cuma namazı kılınmasında getirilen kısıtlamalar, dini vecibelerini topluca yerine getiren öğrencileri ekranlarda yasakları çiğneyen yasadışı örgüt elemanı gibi gösterilmesi, dindar aile çocuklarının askeri okullara alınmaması vb. daha nice engelleyici hamleler çocukların dinleriyle buluşmasını engellemek amacıyla yapılırdı. Bununla yetinmeyen o buyurgan güç, İslam’ın temelini teşkil eden inanç esaslarını tahfife alarak genç dimağlara zerk ettikleri şüphelerle dinden uzaklaştırma çabalarından geri durmuyordu. Düalistlik bu çabaların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Diğer taraftan dini esasları sağlam kaynaklardan öğretmek amacıyla hareket eden güvenilir STK, dernek ve vakıfların çalışmalarına gölge düşürmek üzere FETÖ gibi yapıları piyasaya sürerek milleti hepten dinden soğutup uzaklaştırmak adına her hileye başvuruluyordu. Bugün gelinen noktada tasavvufa saldırılar, mezhepler hakkında ipe saba gelmez iddialar, peygamberi devreden çıkarma faaliyetleri hep Kur’an’na gidecek yolların hepten kapatılma amacına matuftu. Seküler anlayış dini olan hiçbir şeyi kabul etmiyordu.
Bu açıyı daha da geniş tutup dünya çapında olaylara baktığımızda da kültür emperyalizminin sosyal medya aracılığıyla nasıl yayıldığını daha net görmüş oluruz.
Devlet aklımız bu sorunu çözmede gösterdiği gayretler elbette görmezlikten gelinemezdi. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak isimlendirdiği yeni müfredat anlayışı bu gayretlerin bir sonucu olarak hayata geçirildi. Bu eğitim modelinin temelinde millî ve manevi değerlerin yer verilmesine özen gösterildi. Çocuklarımız artık yalan bir tarihi öğrenmeyecekti. Tarihine düşman birere nesil olarak yetişmeyecekti. Öz Türkçe diyerek dini değerlerden soyutlanmış kısır bir dilin pençesine mahkum edilmeyecekti. Batının hunharca talanları coğrafi keşifleri olarak sunulmayacaktı. Özüne dönüşün izlerini yakaladığımız bu yeni modelle nesiller Batının boyunduruğu altından kurtarılmış olacaktı.
O halde çocuklarımızın akademi becerilerine yönelik aldığımız önlemleri manevi yönden gelişmeleri için de almamız gerekmektedir. Bu bağlamda yaşadığımız zaman dilimi gereği yapılması gerekenler mutlaka çocuklarımızı da içine alacak şekilde yerine getirilmelidir. Örneğin, Gazze’de yaşanan olaylar çocuklarımızın şuurlanmasına vesile edemiyorsak idealist manadan nesiller yetişmez demektir. İsrail zulmünün küfründen kaynaklandığını, mücadele eden Müslümanların bu gücünün de imanlarından geldiğini tüm açıklığıyla anlatamazsak çocuklarımızı kaybederiz. Gazze için mitinglere çıkmayan Müslüman genç, milletine bir istikbal vadedemez. Boykot malları karşısında bir tavır sergilemiyorsa oturup düşünmek lazım; hata yaptıklarımızın neresinde diye…
Çocuklarımızın güzel, erdemli, inancına bağlı birer idealist genç olmasını istiyorsak faydalarına olabilecek her fırsatı değerlendirmek gerekir. Bunlar spor etkinlikleri olur, bilgi yarışmaları olur, dini gün ve gecelerde sergilenen programlar olur, konferanslar olur, bilimsel geziler olur, Çanakkale gezisi olur… Sıralayacağımız birbirinden güzel ve faydalı daha bir çok etkinlik sayılabilir. Hepsini değerlendirmek lazım.
İşte değerlendirilemsi gereken bir fırsat;
Ufka Yolculuk adı altında bu yıl yapılacak bir bilgi yarışmasından haberimiz var mı?
Onbir yıldır büyük bir rağbet görerek uygulanmakta olan yarışmanın bu yılki konusu “Hacı Bektaş-ı Veli”nin hayatı. Bu etkinlik vesilesiyle seviyeye uygun dört kategoride hazırlanan kitaplardan derlenen sorularla düzenledikleri bilgi yarışmasını yediden yetmişe herkese ulaştırmaya çalışmalarını özverili bir gayretin meyvesi olarak gördüm.
İlkokul, ortaokul, lise ve yetişkinlere yönelik hazırlanan dört kitabı önce kendim okudum. Dört kategorinin yaş seviyesine göre hazırlanan kitaplarla bir ilim ve irfan sahibi değerimizin nasıl güzel bir anlatımla kaleme alındığına şahit oldum.
Devlet eliyle gerçekleşen sınavlardan sonraki en büyük katılımın sağlandığı bir sınav olduğunu öğrenmem beni bir hayli sevindirdi. Çünkü doğru bir bilgi binlerce insana ulaştırılıyordu. “Kaybedeni olmayan bir sınav” sloganının ne manaya geldiğini kitapları okuyup yarışma hakkında bilgilendikten sonra daha iyi anladım. Allah’ın rızasının hedeflendiği bu yarışmada gösterilen gayret ve çabalar takdire şayandı.
Bir defa her okula ulaşılıyordu. Her öğrenci ve velinin gündemine giriyordu. Kitaplar ayaklarına kadar götürülüyordu. İsteyen online ortamında da kitaplara ulaşabiliyordu. Okumaya fırsatı olmayanlara seslendirilmiş kitap hizmeti sunuluyordu. Her okulda derece yapılana hediyeler verileceği gibi il ve ilçede derece yapanlar da veriliyordu Türkiye’de derece yapanlara da. Danışmanlara dahi hediyelerin verileceği bir yarışma. En büyük hediye de kitaptaki bilgiler olmakta. Haliyle kaybedeni olmayan bir yarışma niteliği taşıyor.
Yarışmayı da öyle kolay hale getirmişler ki adaylar 15 ve 16 Şubat 2025 tarihinde okullara gitmeden, ev bilgisayarlarında online olarak girecekler.
Ufka Yolculuk Yarışmasının lise kategorisi için hazırlanan Yolların Kanunu adlı eserin son kapağında geçen ve ne anlatmak istediğimi açıklar mahiyeti haiz şu ifadelerle sizi baş başa bırakıyorum;
Biz doğduğumuzda yanı başımızda hazırdır bazı şeyler. Bilmeyiz, kim onu hangi emekle kazanmıştır? Hangi yollardan geçilmiş, hangi zorluklar atlatılmıştır? Mesela vatanımız... Bin yıllık Anadolu, şu güzide coğrafya... Sıksan şüheda fışkıracak bu aziz topraklar...
Düşünür müyüz hiç?
İslam'ın tohumlarını kimler atmıştır bu topraklara? Mesela Hacı Bektâş-ı Veli kimdir?
Hangi gaye onu ta Horasan'dan Anadolu'ya yolcu eylemiştir? Gelmiş ama nasıl gelmiştir, ne görmüş, ne etmiştir?
Bize miras olarak ne bırakmıştır?
İşte şimdi bilme vakti!
Buyurun öyleyse…
Mustafa SALİM
22 Aralık 2024 Ankara