M.VEYSİ TUNÇ veysi_tunc@hotmail.com

28 ŞUBAT

28 Şubat 2018 Çarşamba 07:27

Ülke tarihimize kara bir leke olarak geçen, kanayan bir yara, dinmeyen bir acı, hesabı sorulmamış post modern bir darbedir, 28 Şubat.

Öz yurdunda garip, öz yurdunda parya muamelesi gören İslami kesimler, anlam kaymasına uğrayan dini kavramlar, ruhunu kaybeden kurumlar, dünyevileşen Müslümanlar ve semboller bu zulüm yıllarının kökleşen kalıntılarıdır.

28 Şubat milletin iradesine konan ipotekti, maddi ve manevi çöküşü hızlandıran postallı siyaset yıllarıydı. Minareyi çalan kılıfını hazırlıyordu. Darbe öncesinde yaşanan suikastlar, kargaşalar, tezgâhlanan oyunlar, kutuplaştırılan halk ve algı operasyonlarıyla darbe için uygun zaman ve zemin hazırlanıyordu.

Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun bin yıl sürecek dediği ve askerin ifadesiyle ‘’demokrasiye balans ayarı’’ yapılan 28 Şubat’ta yargı, iş dünyası,  üniversiteler, medya, sivil toplum kuruluşları ve bazı sendikalar bu postmodern darbe sürecini yönettiler. 28 Şubat’ın aktörlerinden Oramiral Güven Erkaya, dinci akımların PKK’dan daha tehlikeli olduğunu belirterek ‘’silahsız kuvvetler gereğini yapsın’’ şeklindeki açıklamalarına TİSK, TESK, DİSK ve Türk-iş ‘’laiklik ve demokrasi sahipsiz değildir’’ bildirisiyle karşılık veriyorlardı.

Peki, neler yaşandı 28 Şubat 1997’den sonra?

MGK kararları gerekçe gösterilerek ülkenin geleceği, değerleri, zenginlikleri ziyan edilerek fişlemeler, yasaklar, dayatmalar ve zulümlerle geçti yıllar.

Düşüncelerin, inançların ve kimliklerin üzerinden tankların geçtiği ve özgürlüklerin yok edildiği karanlık günlerdi.

Bu milleti dik ve diri tutan dini omurgaya darbe vurmak için özellikle gençliğin İslam’dan arındırılmasına yoğunlaşıldı.

Umut ve ufuk olan Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi kapatıldı ve birçok arkadaşıyla birlikte siyasi yasaklı hale geldiler.

900 subay ordudan ‘’irticacı’’ yaftasıyla ihraç edildi, 6 milyon kişi dini inançları dolayısıyla fişlendi. Birçok insan cezaevlerine gönderildi. Çünkü Batı Çalışma Grubu aktif çalışıyordu.

Türkiye üçte bir oranında fakirleşti ve yüzde on yedi oranında küçüldü. Hortumlanan yirmi dört banka için 91,4 milyar milletin cebinden gasp edildi. Anadolu sermayesi olarak bilinen şirketlerin önü kesildi.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitimle eritildi, imam-hatip okulları. İlahiyat mezunlarına öğretmenlik yolu kapatıldı. Katsayı zulmü yüzünden gençlerin gelecekleriyle oynandı. Başörtü kamusal alanda yasaklandı. Üniversitelerde ikna odaları kuruldu. Başörtülü oldukları için kızların eğitim öğretim hakları ellerinden alındı. Hatta o dönemde başörtülü olduğu için hastanenin aciline bile alınmayan Medine Bircan hayatını kaybetmişti.

Demirel, başörtülüler için Arabistan’a gitsinler, derken; terörist Gülen ise başörtüsünün furuat (teferruat) olduğunu söylüyordu. Böylece dindarları yalnız bırakmış, darbecileri rahatlatmıştı.

Nitekim postal yalayıcısı Gülen: ‘’ Asker yanlış yapsa da MGK kararlarıyla sevap almıştır.’’ ve ‘’ Asker demokratik yollarla sorunun çözümünü istedi.’’ diyordu.

Ve 28 Şubat darbesinin yirmi birinci yılındayız. Adalet hala tecelli etmedi.

Tükenen hayatlar… Tutsak geçen yıllar… Mahrum kalınan haklar…

Kurulan kumpaslar… Değişen zamana ve şartlara rağmen değişmeyen mağduriyetler…

Sivil insanlarımızı ve güvenlik güçlerimizi katleden örgütlerin  ( PKK, DHKP-C) mensuplarının bile yararlandığı aflardan niçin 28 Şubat mağdurları yararlandırılmıyor?

Balyoz, Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Askeri Casusluk davalarında FETÖ’ye bağlı polis, hâkim ve savcılar tarafından hukuksuzluk yapıldığı gerekçesiyle belli kesimlere beraat verilip görevlerine dönmeleri sağlanırken; 28 Şubat döneminde ve sonrasında FETÖ’cü hâkim ve savcılar tarafından hukuksuzca cezaevine atılan dindar insanlarla ilgili halen bir adım atılmış değil.

Nihayetinde ister zalim ister mazlum olsun hiç fark etmez, gecikmiş adalet, adalet midir?

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #