Hasta ziyaretindeyiz. Birçok anıya şahit olan ihtiyar bir salondayız. Yayları çökmüş ve rengi solmuş bir kanepede dört kişi oturuyoruz. Karşımızda sönmeye yüz tutmuş bir soba… Hemen yanında plastik sandalyede oturan hastamız... Duvarda kutsal topraklara ait bir görsel… Yerde ince ama temiz halılar…
Hayatın ağırlığından mıdır, geçirdiği kazanın etkisinden midir, bilinmez; ağabeyimizin beli iyice bükülmüş, saçarındaki aklar artmış, yüzünde derin izler oluşmuştu.
Dışarının soğuğu, yerini muhabbetin sıcaklığına bırakmıştı. Konuştukça açılıyor, açıldıkça konuşuyordu ağabeyimiz. Çocukluğunu, gençliğini ve yurt dışı anılarını dinledik. Kaçamak bakışlar, titreyen ses ve bol şükürlü tekrarlar eşliğinde…
Bir ara başını kaldırdı. Bakışları aramızda bulunan Hoca’mıza yöneldi. Size bakınca utanıyorum, dedi, birkaç defa tekrarlayarak. Birdenbire hepimiz şaşırdık. Meseleyi anlamaya çalışıyorduk.
Gözleri nemli ve sözcükleri mermi…
‘’Hepiniz biliyorsunuz. Helal olmayan işler yaptım. Geçimimi bu işlerden sağlıyordum. Günahlarım çok, hem de pek çok. Şükürler olsun ki geçirdiğim bu ağır kaza bana ders oldu. Tövbe ettim. Artık bu işleri bıraktım ama bir sorun neden yaptım, neden?’’ dedi.
Biz ne diyeceğimizi düşünürken soru tekrar çınladı kulaklarımızda:’’ Neden bu işleri yaptım neden?’’
Ve kendi cevap verdi: Açlıktan Hocam açlıktan… Çocuklarım ve eşim açtı, açıktaydı. Aklınızdan geçebilir bahanesi hazır diye… Sizler hiç aç kaldınız mı? Çocuklarınız veya eşiniz bir şeyler istediğinde alamamanın ne demek olduğunu biliyor musunuz? O an iyice anladım ki yaşamadığımız acıları anlamak zor, konuşmak kolaymış.
Ailemin maddi durumu iyiydi ancak eşim istemesine rağmen bir torba un bile almadılar. Senden adam olmaz, dediler. Ne beni ne çocuklarımı sevdiler ne de bize sahip çıktılar. Bayramlarda bile kapımızı çalmadılar. Hısım değil hasımdık sanki.
Seçimden önce yanıma gelenler oldu. Sana iş versek kötü yolları bırakır mısın, dediler. Ben de ellerinizden, ayağınızdan öperim, yeter ki bana iş verin. Çoluk çocuğum mahalleye çıkamıyor, okula gidemiyor, dedim. Bir müddet sonra gittim söz verenlerin yanına. Ne mi oldu? Yüzüme kapılar kapandı. Bana yol verdiler. Sonuçta yine açtık.
Birkaç imamla yolda denk geldik. Belki de beni arıyorlardı, bilmiyorum. Bir yerlerde oturduk. Önce nasihat ettiler uzunca. Sonra neden bu işleri yapıyorsun diye sorma gereği duydular. Lafı hiç uzatmadım. Açız ve açıktayız, dedim.
Yapabileceğiniz bir şey varsa çocuklarımın karnını doyurun. Bana iş bulun. Alnımın teriyle çalışmak istiyorum, diyebildim. O gün bugündür o imamları görmedim.
Allah razı olsun bu gençlerden, gelip giderler bazen. Yüzümüz güler, ocağımız tüter.
Dördümüz de ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Sözcükler boğazımıza düğümlenmiş, ezilmiş ve ziyadesiyle üzülmüştük.
Ailenin ve akrabaların ilgisizliği, kanaat önderlerinin ufuksuzluğu, yöneticilerin uyuşukluğunun en bariz örneğiydi, tanık olduğumuz olay.
Dağlanan yürek ve darmadağınık bir zihinle evden ayrıldık.
Kelimeler tükenmişti. Vedanın ardından, vebalin ağırlığından…