Masum haram yoktur. Zararsız ziyansız günah da yoktur. Gıybet de böyledir, haramlardan bir haram, günahlardan bir günahtır. Faiz, zina, kumar oynamak, içki içmek, adam öldürme gibi… Bu yasakların farkında olduğumuz ve bunları yapmamaya çalıştığımız halde gıybete, dedikoduya, iftiraya nasıl bu kadar iştahlı olabiliriz?
Bireysel ve toplumsal kabul gören bu toplu imha silahının ne olduğunu bilmiyor muyuz? Ne kadar yüksek bir tahrip gücüne sahip olduğunun farkında değil miyiz?
ÖnderHz Peygamber:’’Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’’ diye sordu. Sahabeler:’’Allah ve Resulü daha iyi bilir!’’ dediler.
Bunun üzerine âlemlere örnek Hz Peygamber, birinizin kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır, açıklamasını yaptı. Orada bulunanlardan biri: ‘’Ya benim söylediğim onda varsa bu da mı gıybettir?’’ dedi.
ÖncüHz Peygamber:’’ Eğer söylediğin (hoşlanmayacağı şey)onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de iftirada bulundun.’’ diyerek gıybet ve iftiranın ne olduğunun az ve öz bir şekilde tarifini yapmıştır. Bu temelde düşünecek olursak gıybeti değerlendirme, müzakere, raporlama olarak ifade etmekle vebalden kurtulabilir miyiz?Örtülü yıkım ve kıyımdiyebileceğimiz bu hastalıklı ruh hali, kardeşlik bağımızı çözüyor, vahdet ruhunu çökertiyor, cemaatin diriliğini çürütüyor.
İrade ve vicdan, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırmada bir ölçüttür. Ve bir başkasının aleyhinde konuşurken ne niyetle konuştuğumuzu en iyi biz biliriz. Kişinin durumunu değerlendirirken ya da kötü yönlerini anlatırken amaç çare mi aramaktır? Yoksa söylediklerimiz kin, haset veya intikam arzusundan mı kaynaklanıyor?
Gıybet, serbest dolaşım hakkına sahip olduğundan her yere her zaman nüfus edebiliyor.İş yerlerimizde, evlerimizde, kahvehanelerde hatta ezan öncesi cami önlerinde bile dedikodu aralıksız devam etmiyor mu? Böylece yaygınlaşan bu pis ve habis söylemler toplumsallaşıyor.
Cinayeti izlerken gücü yettiği halde karşı koymayan da katil sayılacağı gibi gıybet, dedikodu yapıldığında müdahale etmeyen de o günahın ortağı olmaz mı? Nitekim gıybeti tasdik etmek ve tavır almamak da gıybettir.
Peki, bu durum karşısında bizlere düşen sorumluluk nedir? Bu süreçte akıntıya kapılıp giden değil, akıntıya karşı duruşunu bozmadan mücadelesini sürdürebilen kişi olmalıyız. Hakkı tavsiye edip ortaya çıkan sonuçlara sabretmeliyiz. Manevi kokuşmuşluğa, karanlığa, karartılmışlığaçare bu duruştur.
Bir bulaşıcı salgınolan gıybetin, ölmüş kardeşinin etini yemeğe benzetilerek haram kılındığını her daim hatırlayıp bundan sakınmayı alışkanlık ve tutum haline getirmeliyiz.