Tertemiz evlatlarının tek damla dahi olsa gözyaşının akmasına tahammül edemeyen anne babalar için ne ağır bir musibettir, evlatlarının bir daha gözyaşı dökememesi.
Bir an için anne babalarının elinden kurtulup koşmaya çalışırken düşen ve incinen çocuklarının bu hali bile yüreklerini dağlarken ne zor bir imtihandır, evlatlarının bir daha koşamayacak olması.
Her şeyini feda edebileceği varlığı olan evlatlarının; bir cani ve cahil tarafından alıkonulması…
Haince, hunharca, ahlaksızca bedenlerine dokunulması…
Küçücükken kaçırılmaları ve kara toprakla tanışmaları…
Umutlarının tükenmesi… Ufukların yok olması…
Düşünelim, benzer bir vahşeti bizlerin yaşadığını.
Çocuğumuz, kardeşimiz veya bir akrabamızın hayat hakkı elinden alındığında neler hissederdik, nasıl davranırdık?
Halimizi ve hüznümüzü hangi kelimeler, hangi cümleler anlatmaya yetebilirdi?
Tüm gerçekliğiyle düşünelim, bizim çocuğumuzun istismara ve iğrençliklere maruz kaldığını.
Nasıl ve ne ile teselli bulabilirdik?
Canı alınanın, kanı dökülenin, namusu kirletilenin karar verme hakkının olmadığı bir ceza sistemiyle mi?
Mazlumun hakkını almadığı, zalimin zulmünün devam etme ihtimalinin bulunduğu ve bize ait olmayan bir hukuk anlayışıyla mı?
Yüreklere su serpmeyen, ahlaksız davranışlara ahlaki bir cevap veremeyen bireysel ve toplumsal tepkisizliğimizle mi?
Bu tarz olaylardan sonra uzunca tartışılan ama kısa bir müddet sonra unutulan idam ve hadım tartışmalarıyla mı?
Adli tıp raporlarını okumaya ve çocuklarımızın fotoğraflarına bakmaya yürek dayanmaz. Bunları yapanlar insan olmaz diye düşünüyorum. Alçaklığın en alçaklığı bu olsa gerek…
Hesap gününün varlığına şükrederken kendimizi de hesaba çekmemiz gerektiğini düşünüyorum.
En nihayetinde bizim ürünümüz olan bu canavarlar, nasıl bu hale geldi ve neden öncesinde bir şekilde tanı ve tedavi süreci işletilemedi?
Bu canileşecek çocuklar, nasıl bir aile ortamında büyüdüler?
Akraba ve arkadaşlık ilişkileri ne şekildeydi?
Nasıl bir öğrencilik hayatı geçirdiler?
Askerdeyken nasıldılar?
Terbiyeden terbiyesizliğe, tehditten tacize geçiş süreçlerinde bireysel veya toplumsal olarak müdahale edildi mi?
Ailesi, akrabaları, arkadaşları, öğretmenleri, mahallesindeki caminin imamı, askerdeyken komutanı, cemaatler, tarikatlar, dernekler ve vakıflar bu kişilere karşı gereken önemi, önceliği ve özeni gösterdiler mi?
Edep, adap ve ahlakı; özgürlük, eşitlik ve haklar kılıfıyla ortadan kaldırmak isteyen oluşumların bu çürümede ve çürümüşlükte büyük payının olduğu da bir gerçek.
Medyanın ne yaptığı ve meydanlarda olan durumlar da aşikâr.
Korkarım ki dizimizi daha çok döveceğiz, bu soru eşliğinde:
Kaç can daha yanacak ihmallerimiz, ilgisizliğimiz ve iletişimsizliğimiz yüzünden?
Kaç can?