İbni Haldun:’’ Coğrafya kaderdir.’’ der. Hakikaten ülke olarak yaşadığımız tarihsel süreç, bireysel şekillenişimiz, toplumsal yapımız, millet olarak yapmak istediklerimiz, uluslararası anlamda bizler üzerinden yapılan hesaplar ve daha birçok farklı hususta üzerinde yaşadığımız coğrafyanın mutlak surette etkisi vardır.
Bu topraklar; kadim medeniyetlere, farklı din, dil ve ırklara ev sahipliği yapmış. Ülkemizin doğal ve tarihi zenginliklere sahip, enerji kaynaklarına yakın, yatkın ve geçiş güzergâhında olmasından dolayı yaptıklarımız ve yaşadıklarımız bazen kederimiz, bazen kazancımız olmuş. Yaptığımız tercihler, verdiğimiz kararlar, ortaya koyduğumuz çabalar kaderimizi belirlemiştir.
Küreselleşen, kapitalleşen dünya düzenine direnen ve yeniden diriliş için umut olan ve ufuk açan ülkemiz, tarihinin en ciddi istiklal ve istikbal mücadelesini vermektedir. Maruz kaldığımız tehdit ve tehlike: sadece bölgesel iç güvenlik sorunu ve hükümetin kuşatılması veya güç çatışmasıyla sınırlı da değildir. Gerçekleştirilmek istenen ülkemizin iç savaşa sürüklenmesine ve işgale uğramasına zemin hazırlamaktan başka bir şey değildir. Bunu gerçekleştirmek isteyenler, özellikle ‘’dost ve müttefik’’ olarak dillendirilen ülkelerdir.
Nitekim küresel oyuncular, öncelikle yok etmek istedikleri ülkeleri etniksel, dini ve mezhepsel anlamda ayrıştırarak küçük küçük gruplara, örgütlere ve kabilelere bölmek isterler. Ardından bu yapılar arasında husumet oluşturularak kavgaya tutuştururlar. Kapalı kapılar ardında para ve silahla desteklenen bu radikal örgütlerin amacı, bölünmeyi ve parçalanmayı içerden veya dışardan hızlandırmaktır.
Ülke veya bölgeler akıtılan kan, oluşturulan kıyım ve katliam ortamıyla sömürüye ve işgale hazır hale getirilir. Batılı devletler sözde barış, demokrasi, özgürlük ve insan hakları adına bu örgütleri imha etme veya ülkeyi işgal etme sürecini başlatırlar. Bu senaryo sürekli tekrarlanır. Ancak değişmeyen şey; bu ve benzeri senaryoların uygulandığı yerler, İslam topraklarıdır.
Irak’ı ve Afganistan’ı işgal edip paçavraya çevirmediler mi?
Pakistan’ı askeri darbelerle istedikleri şekle dönüştürmediler mi?
Filistin’i bölüp parçalayıp yutmaya çalışmıyorlar mı? Mısır’ı Emperyalistlere ve Siyonist’e uşak, Müslümanlara da tuzak kurar hale getirmediler mi? Suriye’yi talan etmediler mi?
Bu coğrafyanın haritasını yeniden çizmeye çalışanlar, Türkiye’yi Mısır benzeri bir darbeyle devirip kullanışlı bazı örgütlerin yardımıyla Suriyeleştirmek istediler. Bu şer odaklar ve yerli şebek(e)lerinin düzenlediği 15 Temmuz işgal girişimini tarihte ender görülecek bir direnişle halkımız bertaraf etti. Ancak, son kale olan Türkiye’yi içerde maşa olarak kullandıkları FETÖ ve PKK ile iç savaşa sürüklemek; dışardaki piyonları olan DAİŞ ve PYD ile istilaya hazır hale getirmek istiyorlar.
Aslında sahnelenmek istenen oyun da belli oyuncular da. Bu süreçte yöneticilerimizin sahih ve sahici çözümleri bir an önce hayata yansıtmaları gerekir. Halk olarak bizler, 15 Temmuz’da yakalanan birlik ve beraberlik ruhunu, kardeşlik hukukuyla harmanlamalıyız. Sahnelenmek istenen oyunlara karşı temkinli ve tedbirli olmalıyız.
ANLAŞMAYA DAİR…
Kudüs (!) ile Ankara anlaşmasının tek kazananı terör devleti İsrail olmuştur. Çünkü:
1. Anlaşmada geçen ifadesiyle ex gratıa, lütuf ödemesi demektir. İsrail’in ödeyeceği tazminat, uluslararası anlamda kabul gören bir ceza tazminatı değildir. Konulan isim ve ödenecek miktar, İsrail tarafından bir lütuf olarak görülmektedir.
2. Filistin halkı açısından hayati bir öneme sahip olan ablukanın hafifletilmesi veya ambargonun kalkmasıyla ilgili herhangi bir anlaşma maddesi yoktur.
3. Türkiye’nin Filistin’de yapacağı herhangi bir yatırımdan ve yardımdan bahsedilmemektedir. Okul, hastane, elektrik santrali vb.
4. En temel sorun; Mavi Marmara davalarının düşürülecek olmasıdır. Bu durum İsrail için ciddi bir kazançken Türkiye’yi hukuki ve toplumsal anlamda sıkıntıya sokacaktır.