M.VEYSİ TUNÇ veysi_tunc@hotmail.com

EĞİTİMDE ÖZELEŞTİRİ

05 Şubat 2018 Pazartesi 00:41

Yeni bir eğitim öğretim dönemine başladık. Yeni sınavlar, yeni yaklaşımlar, yeni yönetmelikler ve daha birçok yenilik…

Yeniliğe karşı olduğumuz anlaşılmasın lakin her yeniliğin doğru olmadığını ve her doğrunun da yeni olmadığını düşünenlerdenim.

Nitekim yabancı hayranlığını yenilik hevesiyle harmanlayan birçok eğitimcinin gözden kaçırdığı veya göz önünde olmasını istemediği husustur: İslam’ın sözüne ve özüne vakıf;  tarihini, kültürünü ve medeniyetini bilen,  Batıya bağımlı olmayan nesillerin yetişmesini sağlayan eğitim sistemi…

Hatta John Dewey, Türkiye’ye davet edilip kendisinden Türkiye Cumhuriyeti eğitim sistemiyle ilgili bir rapor hazırlanması istendiğinde öncelikle Osmanlı eğitim sistemini incelemiştir. Araştırmaları neticesinde bu eğitim-öğretim sistemini fevkalade bulmuştur. Başarısızlığın eğitim sisteminde değil, uygulayıcılarda olduğunu, başarısız olan görevliler yerine daha başarılı olanların atanması gerektiğinden bahsetmiştir. John Dewey’in bu teklif ve tasarısı hiç dikkate alınmamıştır. Çünkü istenen eğitim değil, eritimdir.

Eğitim sisteminden farklı kesimlerin farklı nedenlerle memnun olmadığı aşikâr. Peki, bize düşen eleştirinin yanında bireysel manada çözümler üretmek, sorunların giderilmesine yönelik çaba göstermek değil midir?

Acaba biz eğitimciler ne kadar özeleştiri yapmaktayız?

Kendimize soralım ve kendimizi sorgulayalım.

İster mesleki bilgi birikim anlamında olsun ister insani yükümlülükler bağlamında kendimizle ne kadar yüzleşiyoruz?

Öğretmenlik mesleğinin saygınlığının azalmasında yanlış uygulamaların etkisi inkâr edilemez fakat bu olumsuz durumun meydana gelmesinde eğitimcilerin etkisi yok diyebilir miyiz?

Mesleğimizi ders saatiyle mi sınırlıyoruz, yoksa zaman ve mekâna takılmadan istendik davranışların kalıcı, izli hale gelmesi için mi uğraşıyoruz?

Öğrencilerimizin bizlere saygı göstermelerini bekliyoruz. Hatta birçoğumuz öğrencilerimizin bize saygı göstermeleri gerektiğine mecbur olduklarını dillendiriyoruz. Peki, biz onları ne kadar seviyoruz ve öğrencilerimize ne kadar saygı gösteriyoruz? Sevdiğimiz kadar sevileceğimizi, saygı gösterdiğimiz kadar saygı göreceğimizi bilmiyor muyuz?

Mesleğe atanmadan önce tasarladığımız öğretmenlik hayali ve hedefi ile mesleğe başladıktan sonraki halimiz nasıl? Birkaç yıl geçtikten sonra biz de meslek aşkımızı ve şevkimizi yitirdik mi, yeniledik mi?

Bizlerden geriye kalan en anlamlı parça olan öğrencilerimizden kaçının yaşamında, yüreğinde yer edinebildik? Kaçının derdine derman, karanlığına aydınlık olabildik?

Nuri Pakdil’in dediği gibi: ‘’İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden.’’ hakikatine uygun kelamıyla ve kalemiyle kalbe dokunan bir öğretmenlik anlayışını önemsiyor veya önceliyor muyuz?

Değerler eğitiminden anladığımız belli branş öğretmenlerinin, belli dönemlerde donattığı panolar mıdır? Yoksa bütün eğitimcilerin yaşaması ve yaşatması gereken değerler midir? Zira ulvi değerleri taşımayanlar, öğrencilerine bu insani değerleri ne kadar aktarabilir veya aksettirebilirler?

Dürüst, doğru, iyiliksever, yardımsever, hoş görülü, adaletli, saygılı olma gibi erdemlere sahip olmayan öğrencilerin yetişmesinde ailelerinin kusurlarının yanında öğretmenlerinin hiç mi kabahati yok? Öğrencilerimize karşı ne kadar sabırlı ve ne kadar müsamahakârız?

Velilerimizle aramız nasıl? Onlarla göz ucuyla, yarım ağızla mı konuşuyoruz? Kendi anne ve babamıza nasıl davranılmasını istiyorsak o şekilde mi?

Öğrencilerimizin iyi insan olma ve kalma hususunda neler yapıyoruz?

Öğretmen odasında sürekli şikâyet eden, olumsuzluk aşılayan mıyız, çözüm üreten, olumlu yaklaşan mı?

Ve daha nice soru ve sorun…

Cevabı da çözümü de bizde saklı olan…

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #