Unuttuğumuz, bizlere unutturulan veya uyutulduğumuz için farkına varamadığımız, yaşantımıza yansıtamadığımız asli ve acil bir farzdır:’’ emri bi’l ma’ruf nehyi anil münker.’’ Yani, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak…
Maruf; İslam’ın gereği olan Allah’a ve Peygambere itaat edip iyilik, güzel, yararlı olan her şeyi kapsar. Münker; İslam’ın genetiğine uymayıp Allaha ve Peygambere isyan ederek kötü, çirkin, zararlı şeyleri karşılar. Bu bağlamda iyilik ve kötülüğün, hayır ve şerrin, maruf ve münkerin kaynağını, kriterini veya kapsamını Kur’an ve sünnet belirler.
İyiliği emretmek, kötülüğü sakındırmak; hayatı kuşatıcı, hakkı veya hakikati kurucu, nefsi ve nesli koruyucu, ahlakı kriterleştirici özelliklere sahiptir. Ve imanın tecellisi olan bu ibadet, mümin ile münafığı da ayırır.
İslami kimliğimize ve hayatımıza karşı çarpıtma, karartma ve karalama kampanyaları zihinlere ve gönüllere zehir saçıyor. Bu kampanyaların, komploların panzehiridir, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek. Herkes ve her kesim için bir yükümlülük olan davet, terk edildiğinde bireysel, toplumsal, kurumsal bozulmalar görülür.
Şu Nebevi ikaza dikkat edelim: ‘’ Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, ya kötülüğe engel olursunuz ve zalimin iki elini tutup onu hakka çevirir, doğruluğa zorlarsınız veya ( bunu yapmazsanız ) Allah, sizin iyilerinizin kalplerini de kötülerinkine benzetir, daha önce İsrail oğullarına olduğu gibi size de lanet eder.’’ ( Ebu Davud, Melahim 17.)
Dünyevi menfaat için hakkı söylemeyen bazı âlimlere; mevki, makam, şan, şöhret hırsı yüzünden hakikati gizleyen birtakım ilahiyatçılara bırakılmayacak kadar önemli olan bu sorumluluk; kadın-erkek, büyük-küçük, hür-mahkûm herkes için geçerlidir.
Kötülerin şer ve şeytani faaliyetlerde gösterdikleri cesareti, Müslümanlar ilke, değer ve doğrularını hayata yansıtmakta gösteremezlersetoplumsal ifsat kaçınılmaz olur. Bunca kötülüğü görmezden gelebilir miyiz?
Kötülüğü durdurmadan iyiliği yaygınlaştırabilir miyiz? Acaba kınayanların kınaması veya bağıranların bağırıp çağırması mı bizlerin hakkın temsilcisi, batılın gidericisi olma gayemizi ve gayretimizi yok etmektedir?
Evet, bu kadar mühim bir mevzuda hala özgürlük veya hoşgörü kılıfıyla gizlenen zalime, zulme ve zillete tepkisiz, duyarsız mı kalacağız? O halde münkere alışık, şeytanla barışık, şerle tanışık yaşantımızı nasıl açıklayacağız?
Zillet ve esaret sarmalındaki ümmet; aşırılıklara, alışkanlıklara ve arzulara yenik düşmek üzereyken biz Müslümanlar, sadece ferdi ibadetlere yoğunlaşıp toplumsal sorumluluklarımıza dönük farizaları nasıl ve ne zaman yerine getireceğiz?
Davamız belli, davetimiz belirgin değil mi? Her şey kesin ve kat’i iken bizler inancımızı yaşamayla ilgili kamuflajdan ya da kompleksten ne zaman vazgeçeceğiz?
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmada olağanüstü hal ilan etmeliyiz. Bireysel ve toplumsal değişimi, dönüşümü, dirilişi sağlayacak çalışmalarımızı güncelleyerek ve genelleyerek sürdürmek zorundayız.