Yeni nesil terör örgütü olanFETÖ’nün geçmişten günümüze farklı birçok alanda amaçları uğruna neler yaptığını veya yapabileceğini 15 Temmuz işgal girişiminden sonra birçok kesim daha iyi anladı. Dini, amaçlarına ulaşmak için araçsallaştıran, İslami ilke ve değerleri aşındıran veya arazinin rengine uyma kapasitesine sahip bu örgüt, kendisine mensup hâkim ve savcılar aracılığıyla dini farklı anlayan ve yaşayan muhalif kesimlere karşı izansız ve insafsız uygulamalarda bulunduğu artık bir sır değil. Çünkü 28 Şubat’ın sembol davalarından olan Malatya, Kudüs, Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti, Umut, Vahdet, İBD-C veya daha yakın dönemlerdeki Vahdet-Der, İhya-Der, Mustazaf-Der ve Tahşiye aleyhine açılan davaların, verilen cezaların ve kurulan kumpasların bu terör örgütünün yargı mensuplarınca yapıldığı belirlendi.
Birkaç örnek vermek gerekirse; İBD-C davasının mahkeme başkanı Metin Özçelik, mahkeme üyeleri Mehmet Ekinci ve Birol Bilen 15 Temmuz sonrası FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle açığa alındılar ve tutuklandılar. Davanın savcısı olan Celal Kara ise hala firari.
Mustazaf-Der Kâhta Şube Başkanı Mustafa Yetiş’e ve Vahdet-Der yönetici ile üyelerine hapis cezaları veren dönemin Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti FETÖ/PDY üyesi olmak suçlamasıyla tutuklandı.
Üç binden fazla hâkim ve savcının meslekten ihraç edilmesine karar veren Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, FETÖ’nün savcı ve hâkimleri hakkında şu önemli tespitlerde bulundu: ‘’ Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı kuvveti içerisinde; organizasyonu ve hiyerarşik yapısı bulunan, devlet yargısına alternatif olarak faaliyet gösteren, örgütlü olarak yargı içerisinde yuvalanan, kendinden olmayan herkesi düşman kabul edip kullanamadığı kişileri de düşman sayan, örgüte boyun eğmeyenleri ve farklı düşünen herkesi düşman görüp hedef haline getirerek yargı kararları ile emniyet operasyonlarının hedefi haline getiren, istihbarat toplayan, operasyon kararı alan, emniyet ve yargı üzerinden toplanan istihbarata göre örgütün üst düzey yöneticilerinin verdiği kararın icrasına başlayan basın ve yayın üzerinden linç girişimi gerçekleştiren, topluma yönelik algıyı yöneten, örgütte yer alanları kahramanlaştıran, unutturma sürecini tekrarlayan, suç faili veya masum olduğuna bakılmaksızın birçok kişiyi yargı eliyle mağdur eden, çözümü mümkün olmayan abartılı, ayrıntıya boğulmuş, gerçeklerin gizlendiği, kasıtlı, taraflı ve delilsiz davalar açan, bu davalarla Türkiye’nin mafya ve terörle mücadele ettiği algısı yaratan, devletin birçok kurumuna yerleşen Paralel Devlet Yapılanması Terör Örgütü isimli bu yapının yargıdaki uzantıları oldukları ve cemaat cuntası şeklinde paralel bir yargı gücü oluşturdukları görülmüştür.’’
Evet mevzu bu kadar net. Peki, Fetullahçı Terör Örgütünün zihniyetine veya yaptıklarına alenen karşı olan bunlara hakkı ve hakikati en güçlü oldukları dönemde bile sözlü veya yazılı olarak haykıran, farklı dini oluşumları benimsedikleri için darbeci ve terörist FETÖ’cü hâkim ve savcılar tarafından hapse atılanlar, gençliği çalınanlar, ailesinden koparılanlar ne olacak? Terör örgütü için çalışan ve birçoğu da hapiste olan bu militan yargı üyelerinin hukuksuz bir şekilde verdikleri cezalar için ne zaman adil bir yargılanma süreci başlayacak?
Bu mağdur ve mazlumlar için bir itirazımız, bir şikâyetimiz, bir haykırışımız olmayacak mı? FETÖ’cü hâkim ve savcılarının yaklaşık yirmi yıldır neden olduğu mağduriyetleri dillendirmeyip işgal ve istila teşebbüsünün üzerinden iki ay gibi kısa bir zaman geçmesine ve soruşturmaların devam etmesine rağmen mağdur edebiyatı yapılmasının gayesi neler olabilir?
Balyoz, Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Askeri Casusluk davalarında FETÖ’ye bağlı hâkim ve savcılar tarafından hukuksuzluk yapıldığı gerekçesiyle belli kesimlere beraat verilip görevlerine dönmeleri sağlanırken; 28 Şubat döneminde ve sonrasında FETÖ’cü hâkim ve savcılar tarafından hukuksuzca ceza evine atılan dindar insanlarla ilgili halen bir adım atılmış değil.
Unutmayalım ki hakiki adalet herkese lazım. Gecikmiş adalet, adalet değildir.