Günümüz Müslümanlarında görülen sancılı, sıkıntılı, sorunlu bir dini anlayışın ortaya çıkmasında yaratılış gayemizden uzaklaşma, özümüze yabancı birtakım beşeri, ideolojik sistemleri benimseme, modernleşmenin beslediği bireyselleşme ve dünyevileşme bulunmaktadır.
Bu durum fıtrata yabancılaşmaya, fitnenin artmasına, söylem ve eylemde sapıklık ve sapkınlığın yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Bireysel duyarlılık ve toplumsal tepki de yeterli seviyede olmayınca inanç ve ahlak daha hızlı bir değişim, dönüşümle tahrif ve tahrip olmaktadır.
Hatta halkının tamamına yakınının Müslüman olduğu ülkemizde, iman bütün yönleriyle kalplerde yeşermedikçe, topluma yerleşmedikçe, hayata yansımadıkça dini ve ahlaki bozulma, bulanıklaşma önlenemez. Bu bağlamda en temel inanç sorunlarından biri, iman ve amel bütünlüğünün göz ardı edilmesidir. Teorik olarak Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete, kaza ve kadere inanmaktan ibaret kalan bir iman anlayışının bireye ve topluma katacağı, kazandıracağı fazla bir şey olabilir mi? Oysaki insan yaratılışın, yaşayışın ve ölümün hakikatini ancak imanla bulur.
Nitekim Asr suresinde insanoğluna bireysel olarak iman edip hayırlı işler yapmasının yanında, toplumsal boyutta hakkı ve sabrı tavsiye eden bir davranış sergilemesi emredilmektedir.
Sadece inandım demenin ya da dini sorumlulukların yerine getirmeden kalbim temiz bahanesini dillendirmenin, imanın göstergesi olarak yeterli olmadığını ilahi kitabımız bizlere şöyle bildiriyor:’’ İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannediyorlar? Andolsun biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik.’’ ( Ankebut, 29/2-3 )
İman, toplumsal boyutunu kaybedip sadece vicdanlara mahkûm edildiğinde İslam’ın sosyal, kültürel, ahlaki yansıması söz konusu olabilir mi?
Boşanma oranlarının yüksekliği, aile hayatının yozlaşması, zina ve çeşitlerinin yaygınlaşması, stresin çağın hastalığı olarak yansıtılması bu durumun sonuçlarından değil midir?
İmanımız, toplumsal ve ahlaki bakımdan faiz yememeye, iyiliği emredip kötülüğü engellemeye, infak etmeye, iman edenleri dost edinip iman edenlere düşmanlık yapanları dost edinmemeye, hakkın şahitliğini yapmaya, gıybet yapmamaya, emanete hıyanet etmemeye teşvik etmeli. Acaba bizler bu tutum ve davranışlara ne kadar uyuyoruz?
‘’İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.’’ diyen, önder Hz Peygamber imanın ve neticesinde cennetin yolunun birbirini sevmekten geçtiğini söyleyerek imanın sosyal yaşantıyı şekillendirmesi gerektiğini ifade etmiştir.
İman, her ne kadar dil ile ikrar, kalp ile tasdik şeklinde tarif edilse bile onun en büyük göstergesi amellerdir. Zihni bunalım, itikadi karmaşa içinde bocalayan modern çağın insanı iman ve salih amel sayesinde felaha, feraha kavuşacaktır.
Zira Rabbimiz, dini güzel bir ağaca benzeterek bunun kökünün iman, gövdesinin amel, meyvelerinin de ahlak olduğunu temsili olarak ifade etmektedir. ( İbrahim, 14/24-25 )