Tadını çıkarmaya çalıştığımız, daha çok dünyalık toplama kaygısıyla yorgun, yılgın ve yoğun olan hayatın herhangi bir diliminde şüphesiz ölümü tadacağız. Ölüm denilen tekrardan var oluş sürecini ve sonrasını bizatihi yaşayacağız. Çünkü vekâleten veya sehven ölüm yok. Ölümün hilesi, şikesi ve ihalesi yok. Tatili, iptali, takdimi, tehiri de yok. Sınıfı ve sınırı da yok. Yaşlılık ve emeklilikle de hiçbir ilgisi yok lakin herkesin bir sırası var.
Ölümün tadına bakma eylemi bile başlı başına bir hayat nişanesiyken yok olmaktan veya yokluk söyleminden nasıl bahsedilebilir?
Asıl önemli olan ve aslında hayata anlam katan veya hayatın anlaşılmasını sağlayan ölüm, felahımız ve ferahımız mı olacak helakimiz mi? Zirvemiz mi olacak zevalimiz mi? Bayramımız mı olacak hüsranımız mı?
‘’ Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkun (sakının) ve siz ancak Müslüman olmaktan başka (bir tutum üzerinde) ölmeyin.’’ (Al-i İmran, 3/102)
Nasıl ölmek istediğimiz bir tercih meselesidir. Hayat ve hidayet kitabımız olan ilahi kelamla ya da hesapsız, kitapsız bir yaşamla akıbetimizi ve ahiretimizi belirleyeceğiz. Başka bir ifadeyle yaşam tarzımızı netleştirmek, nasıl ölmek istediğimize vereceğimiz karara göre şekillenecektir.
Hayatımızı hangi ilke ve değerler üzerine kurguladık? Kimin için ve ne için yaşıyoruz? Nihai hedeflerimiz neler? ‘’Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz.’’ deyip Rabbimizin rıza ve rıdvanına ulaşmak için neler yapıyoruz?
Vahyi hayatımızın her anına ve alanına hâkim kılmakşaşmaz ilkemiz, eskimez gayemiz, değişmez anlayışımız olmalıdır. Vahiyle dirilmeyenlerinimanla ölmeleri ne kadar mümkün olabilir?
Vahiyle doğrulmayanların‘’bir oyun ve eğlenceden ibaret olan dünya’’ hayatında doğru olmaları ve kalmaları nasıl gerçekleşebilir? Vahiyle yürümeyen insanın diriliş ve direniş gücü kırılmaz mı? Vahyin izini sürmeyenler ya yoldan çıkarlar ya da yolda kalırlar.
Modern hayatın teknolojik gürültüsü, haz ve hız çılgınlığı, dünyayı önceleyen, ahireti öteleyen ve yaratılış gayesini unutturan anlayışı bireyi ve toplumu ne hale getirdiğine hepimiz şahit olmaktayız. Sanki her şey Allah’ı ve ahireti unutturmak için programlanmış.
Ama biz inananlar, hesaba çekilmeden evvel kendimizi hesaba çekmek zorundayız.Çevremiz, çehremiz ve çağımız bahanemiz olamaz veya olmamalı.
Biliyoruz ki ölüm, gerçekliktir, geleceğimizdir ve genetiktir. O halde örnek ve önder Hz Peygamber’in şu ikazını hayat düsturu haline getirelim:
‘’Akıllı kimse, kendini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışandır.’’(Tirmizi)