Hayat, bir yürüyüş ya da bir yol alıştır.
Hayat yürüyüşümüzün yönü, yöntemi ve söylemini belirleyen vazgeçemediğimiz öğeler neler?
Para mı? Masa mı? Nisa mı? Maç mı? Moda mı? Kültür mü? Din mi? Irk mı?
Hepsi mi? Birkaçı mı? Hiçbiri mi? Olmazsa olmazımız hangisi?
Olması gerekenle olan birbirinden farklı mı?
Öncelikle kendimize sadık kalarak vereceğimiz samimi cevaplar kim veya kimlerden olduğumuzu, nerede ve nasıl durduğumuzubize hatırlatacaktır.
Hayatındeğeri ve düzeyi hayatımıza yüklediğimiz anlama bağlıdır. Savunulan dava, uğruna mücadele edilen değerler ve ilkelerle kişi, kıymetlenir ve kemale erer.
Asıl ve aslında mesele, fani olana mı odaklıyız, baki olana mı adanmışız?
Biz inananlar için değer, düzey, şeref ve izzet Allah’ın hâkimiyetinden şaşmamak ve himayesinden sapmamakla ancak mümkün olabilir. Nitekim İblis, Rahman’ın emirlerine tabi ve talip olup secde edeceğine, izzet ve şerefi yaratılış maddesi olan ateşte aradı. Böbürlendi ve büyüklendi böylece küçümsendi ve küçüldü. Allah’a rağmen izzet, onur ve şeref kazanılamaz, O’na rağbet ile kazanılabilir.
Taş parçaları, Allah’a nispet edildiğinde Beytullah adını almadı mı?
Adalet timsali, Hz Ömer’in serlevha yapılması gereken kesin ve keskin ifadelerine dikkat edelim.
Şam fethedildikten sonra Ebu Ubeyde b. Cerrah, Halife Hz Ömer’i Şam’a davet eder. Halife Medine’den Şam’a doğru yola koyulur. Hz Ömer, kölesiyle beraber nöbetleşe deveye binerler. Şam’ın girişinde deveye binme sırası köleye geldiği için köle devenin sırtındaydı.
Şam fatihi başkomutan Ebu Ubeyde b. Cerrah, Halifeyi bir heyetle beraber karşıladı:
— Ey Halife, böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, özellikle Rumlar, Müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar bu yaptığını beğenmezler, dedi.
Hz Ömer:
— Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözün buradaki insanlar için çok zararlıdır. İşitenler insanın şerefini bineğe binerek yürümekte ve süslü elbiseler giymekte sanacaklar. Şerefin Müslüman olmakta ve kullukta olduğunu anlamayacaklar. Biz zelil insanlardık, Allah-u Teâlâ bizi İslam’la şereflendirdi. Allah’ın verdiği bu şereften başka şeref ararsak Allah-u Teâlâ bizi zelil eder.
Hakikat bu.
Peki bugün biz inananlar izzeti, onuru nerede ve nasıl arıyoruz?
Kimileri malda, makamda, markada…
Kimileri şanda, şöhrette, servette…
Kimilerisayısal çoklukta ve siyasal çoğunlukta…
Kimileri müttefik olarak gördükleri sömürgecilerde ve Siyonistlerde…
Kimileri Hıristiyan kulübü olan Avrupa Birliği’nde…
Kimileri beşli çete olan Birleşmiş Milletlerde…
İşte izzeti, gücü ve değeri yanlış yerde arayanlar, zilletin kapısını araladılar.
Ümmetin izzetinin, iffetinin, harem-i ismetinin hali gözler önünde… Bu kadar zulüm, zulmet ve zilletten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranabilir miyiz?
Meselemiz tarafsız olmak değil, Allah’ın tarafı ve taraftarı olmaktır. Sadece Rahman’a ve Resulüne göre hayatı kodlamak ve konumlamaktır.
Şu ilahi ikazı unuttuk mu?
‘’ Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.’’ (Nisa 4/139)