İnsanoğlunun anlayıp da pek anlatamadığı, yok oluşunu varlığında hissettiği kavramdır, zaman. Zira varlığın elifbasıdır.
Saate ve takvime hapsedilemeyen en kıymetli sermayemizdir, ömrün esası olan zaman.
Bu sermaye biriktirilemez, birleştirilemez, çoğaltılamaz, azaltılamaz.
En önemlisi de zamanın akışı durdurulamaz.
Geçen her an ömrü azaltır, eceli yaklaştırır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mısralarına yansıdığı üzere,
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Rahman’ın farklı dilimleri üzerine yemin ettiği bir kıymettir, zaman.
İnsan nisyan ile malul olsa da ilahi emirlere uymakla hakkın temsilcisi ve takipçisi olabilir. Böylece ‘keşke’lere kalmış bir yaşamın kuşatmasından kurtulabilir.
Kayıt dışı hiçbir anın ve alanın olmadığına inanırız.Onun için ömrün uzun veya kısa olmasından ziyade amaçlı ve anlamlı olmasını önemsemek ve öncelemek gerekmiyor mu? İlahi kelam hayatın amacı ve anlamıyla ilgili meseleyi şöyle nihayetlendiriyor:“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.’’ Bu amaç ve anlam ancak kalbe şifa sunabilir.
Hal böyle iken zamanı imha ve ihmal edenlerin sonlarının hüzün ve hüsran olacağının farkına ne zaman varacağız? Bunun için ölümün bizlere ve sevdiklerimize gelmesini mi bekleyeceğiz?
Nitekim ömür de ölüm de âlemlerin Rabbi için olmalıdır. Ömrünü ölümle barışık sürdürenlere kim, ne yapabilir?
Ahireti önceleyenlerin, akıbetlerinden bir endişesi olur mu hiç?
Ölüm kararının yeryüzünden değil, gökyüzünden verildiğine inananlar zulme, zulmete ve zillete karşı onurlu bir hayat yaşamazlar mı?
Bu misyonu ya da mesajı içselleştirmememiz neticesinde itidali ve istikameti yitirdik. Yozlaştık ve yalnızlaştık.
Zaman ve zeminin sorumluluklarının göz ardı edilmesi gayretin gaflete, haşyetin rehavete dönüşmesine yol açmadı mı?
İlahi teklifle yükümlü olan bizler, önceleri engellenen şimdilerde ertelenen İslami hayatlara yönelme anlayışı veya arayışı yüzünden dünyevileştik, duyarsızlaştık ve değersizleştik.
Ertelenen İslami hayatların, en önemli nedenlerinden bazıları zamanın değerinin bilinmemesi ve hakkının verilmemesidir.
Ne de olsa ahir zaman deyip günahlarımızı, suçlarımızı mazur gösterebilir miyiz? Bu bağlamda feleği ve zamanı kötülemek, karalamak da çözüm değil.
Nitekim kötü olan, insanlar ve olaylardır, kötü zaman yoktur.
Beli büken, saçları ağartan, eceli yaklaştıran, insanoğlunu hayrete düşüren zamanı nasıl ve nerede tükettiğimize bir bakalım. Hayatın yoğunluğu ve yorgunluğu malum…
Kafa karışıklığından, gündem karmaşasından kurtulup eriyenlerden, elenenlerden, eleme duçar olanlardan olmamak için günlerimizi kullukta kararlılık, davada süreklilik, mücadelede kararlılık esasıyla yaşamalıyız.
Yarınlarımızdan emin olmak istiyorsak…