Hz. Ali’ye atfedilen “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözüyle kültürümüzde yerini bulan öğretmen saygınlığının bu kadar net ve bariz ifade edilişi bizim dışımızda acaba başkaca hangi kültürlerde vardır diye merak ediyorum. Bir harf deyip geçmemek lazım. “Elif” deriz ama o tek harfle biz birliğin, dik duruşlu ve izzetli olmayı, “vav” ile kulluk ve tevazuu öğrenirken, “lamelif”le de küfür ve zulme karşı direnişi öğreniriz. Tam bir hayat hikâyesidir o tek harfler.
Bu güzide meslek erbabını biz son zamanlarda her ne kadar “öğretmen” diye isimlendirsek de kültürümüzde muallim diye bilinmektedir.
İki isimlendirme arasında çok büyük bir mana farkı vardır. Birinde mana sadece öğretmeğe hasredilmişken diğerinde ise öğretilenin içleştirilmesi adına ruh ve bedenin aynı anda gözetilip eğitilmesi söz konusudur.
Bu itibarla ilk muallimlerimiz peygamberlerdir. Onların öğretimi hem dünya hem de ahirete yöneliktir. Bu eğitimde insan, beyin ve ruhuyla bir ayırıma tabi tutulmadan talim edilmeye çalışılır. Bu sebeple öğretene muallim, öğrenene de talebe denmiştir. İlim, talip olmakla başlar ki bu niyettir; matlubun anahtarı da muallimdir.
Geldiğimiz bu zaman diliminde biz, bir harf öğretene “öğretmen” diye hitap etsek de içlerinde gönül dalgalarımızı harekete geçiren muallimlerimiz hala mevcuttur.
Muallim, Allah’ın adıyla okutandır. Çünkü “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku ”dur ilk kutsal emir. İlk muallimimizin böyle başladı talebeliği. Mağarada, yapayalnız, tek başına insanlığın o gün geldiği keşmekeşlikten kurtarılmasını dert edinerek tefekkür için çekildiği inzivanın karanlığı yırtarcasına beliren aydınlığında “Oku!” emrine muhatap olmuştu. Fakat neyi okuyacaktı? Duraksadı, çünkü bilmiyordu okuyacağının ne olduğunu. Matluba talip olanın talimi hak olmaz mı? Muallim tekrar tekrar yöneltti suali oku diye. Ne okuyayım diye bu sefer sual talebeden gelince aldığı cevap “seni yaratan Rabbinin adıyla oku” buyruğunda yer alan kutsi hakikat oldu. Böylece insanlığın kurtuluş reçetesini kırkına vardığında kırk günlük çilesinden sonra bulabiliyordu ilk muallimimiz.
İlk muallimimiz “Ya öğrenen ol ya öğreten ol ya dinleyen ol ya da onları sevenlerden ol ama sakın beşincisi olma. Yoksa helâk olursun.” diye uyarır biz taliplerini.
İnsanlığın kurtuluşu doğru bir eğitim alan insanla mümkün olur ancak. Doğru eğitim de Allah’a yönelmekle başlar ve bu inançla devam eder. Semeresi edeple devşirilir; “Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep, dediler ilim geride, illa edep illa edep.” dizelerinde yerini bulduğu gibi.
Muallim, Yunus Emre’nin tatlı deyişinde geçen “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır.” hakikat ekseninde talebesini yetiştirendir. Çünkü yaratıcıyı tanımanın yolu nefsini tanımaktan geçer.
Nefsi tanımanın manası doğası gereği insanın güçlü ve zayıf yönlerine vakıf olmasıdır. Sınırını ve haddini bilmesidir. Aşırılıklardan kaçınmasıdır. Ancak o zaman niçin yaratıldığını anlar insan. Muallimin görevi talebesini bu doğrultuda eğitmektir. Allah’tan başka kimseye kul olunmayacağı bilincini ruhunun derinliklerine işlemektir.
Eğitimine, âlemlerin Rabbinin ismini öğrenerek başlayan devirlerde dünyaya hükmeden ecdadın torunları, “Ali ata bak” la başlayıp “Uyu Ali uyu” ile devam ettirilerek dayatılan bir eğitimin sonucunda dünyayı yönetmek şurada dursun bugün maalesef silik birer birey haline getirilmek istendi. Bir yüzyılımız bunun mücadelesiyle geçti. Geçmişin kapıları ecnebi harflerle kapatıldı. Tarihimiz unutturuldu. Dilimiz tarzanca dili haline getirildi. İnsanımız menfaatinden başka bir şey düşünmeyen birer ferde dönüştürülmek istendi. Ulaştıkları nispi hedefleriyle din ve milli duygulardan uzaklaştırdıkları kimseleri devletin yönetim kademesine getirdiler. Böylece bir asrımız sancılı didişmelere sahne oldu.
Beyinler medreselerde egitilirken ruhlar ihmal edilmemiş ve nefisler de tasavvufun maharetli ellerine bırakıldığı dönemler en güçlü olduğumuz dönemlerdi. Nefis dizginlenmeden bilgiden istifade edilmeyeceğini biliyorduk gecmişimizde.
Geçmişinden kopuk, geleceğe yönelik hedefi olmayan, gününü gün ederek konfor adına basit bir hayatın hayaliyle heder olan bir nesil yetiştirilmek istendi. İçimizde batıyı gözünden büyüten ama milletini değersiz görecek kadar geçmişinden kopartılarak yetiştirilecek insanımız karanlık projelerin asıl gayesini oluşturur. Muallimler, asli görevlerini köleliğin yüzkarası bu zincirleri kırmakla ancak yerine getirebilirler. İşte o zaman hocasının bindiği atın ayağından kaftanına sıçrayan çamurun her tanesini hediyelerin en büyüğü addederek o izleri ölünceye kadar muhafaza eden liderler yetişir. Bu anlamda Fatihler yetiştiren birer Molla Gürani’dir her muallimimiz.
Türkiye’nin yönetimini Türklere bırakmayacak kadar önemli görenler, Türk milletinin milli ve manevi ilkelerine göre eğitilmesini asla istemezler.
Zihnimizi şöyle bir yoklayalım;
Her şeyin temeline kör tesadüfü yerleştirip âlemlerin Rabbini inkâra götürecek ipe sapa gelmez saçma fikirler bu sebeple empoze edilmedi mi? Doğa diye bir ilah icat edilmedi mi? İnsanların maymundan türediğine dair inancımıza aykırı ve bilimden uzak safsata bilgiler, bilim adına bu yüzden dayatılmadı mı? Öyle bir eğitim verildi ki sonucunda insan, hayvan gibi yeme ve içmeden başka bir derdi olmayan birer varlık haline getirilmeye çalışıldı. Bu kokuşmuşluğa direnenlere de gerici dendi, yobaz dendi. Küçümsendi bu sebeple örf, adet ve din adına toplumu birbirine bağlayan ve onları diri tutan ne kadar değer varsa. Bu milletin mayasını sağlam tutan iksirin dinimiz olduğunu çok iyi bildiklerinden İslam’ı Arap’ın dini diye tiye alarak bir ırka hasrettiler. Dini eğitim alanları “ölü yıkayıcısı” diye alaya aldılar.
Muallimleri, eğitimde aksamalara neden olacak her türlü olumsuzluğu önleyecek paratonerler olarak görüyorum.
İnsanın beyin ve ruh itibariyle iki yönlü eğitilmesi asla ihmale gelmez. Eğitim bir süreci gerektirdiğinden zamanı çok iyi ve dolu dolu değerlendirmek gerekir. Sonuçta geleceğin inşası bu sürece bağlıdır. Akademik becerisi yüksek ancak ahlaken iyi yetişmemiş bir hukuk erbabından adalet beklenemez. Böyle bir doktorun gözünde hasta, adeta bir para kaynağıdır. Bir komutan işbirlikçi olur. Mühendis zekâsını hileli işlerde kullanır. Siyaset, çok yüzlülüğün arenası haline gelir.
En basitinden bugüne kadar neden İHA ve SİHA’larımız yoktu? Beyinsizlik mi vardı koca yurdumda? Afili üniversitelerimizden mezun nice dahi mühendisimiz varken benzer icatlar neden gün yüzüne çıkmıyordu? Çünkü zihniyet sorunu yaşıyorduk şu güzelim memleketimde. Milli ve manevi değerleri dumura uğramış beyinler vardı karşımızda. Bir iki kuruşa tamahla soluğu batı ülkelerinde alan menfaatperestler yetiştirilmişti üniversitelerimizde. Manadan uzaklaştırılan beyinlere virüsler bulaştırılmıştı bir kere. Ruhsuz, bedbin, ablak suratlı, robot tarzlı, kalbi taşlaşmış, merhamet emaresi görülmeyen bir kitleye döndürmüştü onları, verilen yüksek eğitimler. Sadece akademik beceri değil eğitimdeki hedef. Sonucunu görebiliyoruz. Telafisi mümkün olmayan sorunlar yumağı haline getirildi şu cennet vatanımız.
Muallimlerimizin, öğretilen bir harf uğruna kırk yıl köleliği göze alan şu necip milleti dünyaya yeniden hükmedecek konuma getirmeyi hedefleyen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni benimseyerek eğitime sahip çıkmaları gerekir. İdeolojik ve siyasi bağnazlıkla genlerimize uygun bu eğitim modelini karalamaya çalışanlara aldırmadan hatta onları da ikna ederek “aklın yolu birdir” mottuyla yoluna devam etmelidir. Öğretmen Akademisi biriminin yeniden şekillendirilip ihdas edilmesi de bu düşüncenin bir sonucudur.
“Yeni dönemde yeni görevler” parolasıyla eğitimimizin milli ve manevi değerler ekseninde devam etmesi dileklerimle tüm muallimlerimizin bu güzel gününü kutlarım.
Başta meslektaşlarım olmak üzere, yetişmemde emeği olan ilkokul öğretmenlerimden Kemal Yılmaz, Hamza Beydoğan, Şükran Çelebi ve Ayhan Akpınar; Arapgir İmam Hatip Ortaokuludan Mehmet Karaca, Zülfikar Yazan, Muharrem Evren, Abidin Öztürk ve Ekrem Hakan; Yeşilyurt İmam Hatip Lisesinden Resul Şahin, Ahmet Koçali, Cemal Elbir, Yusuf Memiş, Mesut Aydoğan, Necmettin Çetintaş, İsmail Baldan, Abdullah Çakır, Muhsin Pak, İbrahim Usta, Turan Cennetkuşu, Erdoğan Bozdağ, Mustafa Taşdöven, Şevket Demirkaya ve Hamza Parlak hocalarımın;
Yeğenim Ahmet Salim, oğlum Mehmet Zahid Salim ve özellikle de bu yıl 24 Kasım 2025’te çekilecek kura ile öğretmenliğe ilk adımını atacak olan yeğenim Şeyma Karaman’ın da öğretmenler gününü kutlarım.
Mustafa SALİM
24 Kasım 2025 Ankara