Seküler anlayışın hakim olduğu bir dünya yaşayışının ağırlık merkezini somut olan varlıklar oluşturur. Bu anlayış biçiminde içe doğru seyrin yerini dışa doğru olanı alır. Bu tarz hayatta her şey dünyanın görünen yüzüne göre şekillenir. Her amaç ona göre belirlenir. Mal, mülk ve makam sahibi olmak bu yaşayışın olmazsa olmazlarındandır. Bu manada menfaat ön plandadır. Kapitalizm bunun mücessem halinin en zirvedeki görünümüdür. Diğergamlık olmadığı için haksızlık ve zulümler güçlünün bir hakkı olarak görülür ve kabul edilir. Nemrut ve Firavunların güçlerini nasıl kullandıkları bunun en bariz örneğidir. Bugün ABD destekli Siyonizm’in Gazze’de yaptıkları katliamlar ne Nemrut’u arattırır ne de Firavun’ları…
İnancın hakim olduğu dünya yaşayışının ağırlık merkezini de imana konu olan hususlar oluşturur. Bu anlayışta insanı insan yapan değerler ön plandadır. Burada yasa koyucu Allah’tır. İnana da onun kulu inanmaya da kuludur. Bu yasalar herkes için geçerlidir. İnanıp kabul edenler ebediyen kurtulurken inanmayanlar da ebediyyen kaybedenlerden olur. Dünyanın merkeze alındığı bir yaşayışta insanlar haliyle hakikatten uzaklaşır, böylece sonsuz hayatın nimetlerinden mahrum kalırlar. Dünyaya fazla meyledenlerin zamanla hakikatlerden uzaklaşıp sonra da inkar etmeleri Rabbimiz tarafından uyarılmalarını salık kılmıştır. Peygamberlerin gönderilişinin hikmeti de budur.
Her daim uyarılmamız Rabbimizin biz kullarına olan merhameti icabıdır. Rabbimiz, rahman sıfatı gereği inanmadıkları halde yaşayan kullarını bile gözetmektedir. Bu manada kafirlerin gayretlerini boşa çıkarmadığı gibi dünya nimetlerinden de onları mahrum bırakmamıştır.
Görünen şeylerin her zaman görünmeyenlere galebe gelmesi bir realitedir. O sebeple görünmeyenlerin elde edilişi özel bir gayret ve teşvikin konusu iken görünenlerde böyle bir durum söz konusu değildir. İnsanın doğası gereği meyli, somut olana dönük olduğundan gündem hep onlarla doludur; elde edilişleri bu sebeple kolaydır. Teşvikine özel bir gayret gerekmeden elde edilirler.
Dünya hayatının görünen yüzünde bunlar olurken mana aleminin durumu çok farklıdır. Değer ve erdemlerin elde edilişleri zor olduğu gibi korunmaları da bir o kadar zordur. O sebeple sabır dinin yarısıdır denmiştir. Çünkü elde edilenlerin muhafazası için sebat gerekir. Mesela doğru söz söylemek elde edilen erdemin bir gereğidir. Bu hasleti korumak önemlidir ve sabır gerektirir. Dünya menfaatinin ön planda olduğu insanların çoğunlukta olduğu toplumlarda yer yer yalana başvurulmakta sakınca görülmemesi doğru sözlülüğü meziyet haline getiren müminleri olumsuz etkilemesi her an söz konusu olacağından güzel meziyetleri korumada yetersiz olmak tehlikesi her an mümkündür. Hicretin temelinde olan da bu tehlike korkusuydu.
İbadetlerin devamındaki ana gayeyi işte maruz kalınacak bu tür tehlikeler oluşturur. Bu manada her ibadet bir hicretin konusudur. Namaza duruşlar o anlık dünya hayatının gailesinden hicret etmektir. Oruçta, günün belli bir vaktinden yemek ve içmekten uzaklaşmak da bir hicrettir. Helal olan şeylerden bile uzak kalmaktır. Zekat vermekte de nefsin arzularından uzaklaşmak yani hicret etmek vardır. Hac başlı başına bir hicret manzumesinden oluşur.
Kişinin, kendisini iyi şeylerden uzaklaştıran her şeyden uzakta kalması korunmanın esasını teşkil eder. İç aleme yolculuk bunları gerektirir. Mana aleminde kalarak derinleşmenin sebeplerini bulup tevessül etmek asla ihmal edilmemeli.
İhmalinin bize çok şey kaybettireği üç aylar diye bilinen bir zaman dilimine girmiş bulunuyoruz. Dünyanın, tüm şatafatıyla kendini arz ettiği, rangarenk yüzü ve parlayan baş döndürücü ışıltıları karşısında cazibesine yenik düşen insanların arasında yaşamanın bir mümin için ne tür zorluklara sebebiyet verdiğini tahmin etmek zor değildir. Bu manada bizi manen ileri seviyelere ulaştıracak deruni yaşayışın yollarını aramalı ve bu meyanda hiçbir fırsatı kaçırmamalıyız. Rabbimizin rızasını kazandıracak sebeplere sımsıkı sarılmamız gerekmektedir. Efendimiz şöyle buyuruyor: “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”
Bu manevi atmosferin sebepleri bazen gün olarak, bazen ay bazen de memsimler olarak çıkar karşımıza. Günlük kılınan beş vakit namazlar da günün saatlerine serpiştirilmiş kurtuluş sebepleridir. İki vakit arasında işlenen hataların affedildiği gibi iki Cuma arasında işlenenlerin de affolunacağı hakikati bir müjdeyi içerse de insan psikolojisinin yaralarına nasıl bir merhem olduğunu uzmanlarından dilemek gerekir. Hac, Arafat’tır diye buyurmuş son Peygamber. Arafat’ta bir an durmanın tüm günahları bağışladığına dair varit olan nebevi haberin insan psikolojisinin tedavisine yaptığı katkı, hangi ilaçta bulunabilir? İşte yaralarımıza merhem olabilecek üç aylar diye bilinen manevi atmosferin hüküm süreceği o muhteşem mevsime girmiş bulunuyoruz.
Üç aylar, peş peşe gelen kameri yılın Recep, Şaban ve Ramazan aylarından oluşur. Kameri aylar Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır. Bu ayların dördü aynı zamanda haram aylar diye bilinen Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Bu dört ayda öteden beri savaşmak da dahil olmak üzere toplumsal huzuru bozan hiçbir şey yapılmadığından kısacası zararlı şeylerin yapılması yasaklandığından dördüne haram aylar denmiştir.
Recep ayının önemli oluşunun bir sebebi haram ayı olmasından ileri gelirken onu önemli kılan bir başka sebep de Resulullah’ın (sav), “Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” hadisinden ileri gelmektedir.
Haram ayı olması nedeniyle kötü hiçbir şeyin yapılmasına izin verilmediği için bu aya “a’sem ayı” da denilmiştir. Kavganın haram olması sebebiyle o ayda düşman görünmezden gelinir, kargaşaya sebebiyet verilecek hiçbir söz duyulmaz olurdu. Hatta Rabbimizin bu ayda söylenen kötü sözleri duymazdan gelmesi ve sadece yapılan dualara icabet etmesi diye kabullenişimiz bu ayda rahmetin biz kullarına sağanak sağanak indirildiğinden ileri gelmektedir. Diğer taraftan her şeyin Allah’ın olduğunun bilinmesine rağmen özellikle bu ay için “Allah’ın ayı” diye isimlendirilmesindeki hikmeti de son dönem alimlerinden Mehmet Zahid Kotku hazretlerinin, “bu ayda Allah’ın merhametinin bolca ikram edildiği” şeklinde yaptığı açıklamadan anlıyoruz.
Bir hadisi şerifte; “Receb-i Şerîf'in birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu bulunmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur.”
Efendimiz’in (s.a.v.): “Beş gece vardır ki o gecelerde yapılan dualar geri çevrilmez. Bunlar Recep ayının ilk cuma gecesi (Regaip gecesi) Şaban ayının 15. gecesi (Berat gecesi). Cuma geceleri. Ramazan ve Kurban bayramları geceleri.” vb. buyrukları kurtuluşumuzun sebeplerini açıklayan buyruklarıdır.
Sonraki yazımızda üç ay orucunun ne manaya geldiği üzerine konumuza devam edeceğiz.
Üç aylarınızı kutlar, esenlikler dilerim.
Mustafa SALİM
21 Aralık 2025 Ankara