Aralık ayına yoğun bir haftayı geride bırakarak girdik.
Meclis Komisyonu’nun İmralı ziyareti, Katolik Dünyasının Ruhani Lideri koskoca Papa 14. Leo'nun makamına oturduktan altı ay sonra ilk yurt dışı gezisini Türkiye’ye yapması ve Fatih Altaylı’nın aldığı dört yıllık hapis cezasının onanması. Üç konuda ne fırtınalar kopartıldı ne fırtınalar.
Meclis Komisyonu’unun İmralı’ya gitmesini harici ve onlara iltisaklı dâhili hiçbir düşmanımız istemez. Daha önce de istememişlerdi. İç cephenin güçlendirilmesi adına atılan adımları akamete uğratmak istemişlerdi de bir kaşık suda fırtına koparmışlardı. Sonuç, terör örgütünün silahlarını bırakmalarıyla neticelendi; tüm dünyanın gözü önünde silahlarını yakarak hem de. Peki, kötü mü oldu? Asla. Nihayetinde ülkemizin gücünü içten içe kemiren bir virüsten kurtulmuş oluyorduk. Bugünkü İmralı görüşmesinin de böyle benzer hayırlı bir netice vereceği muhakkak. Karşı çıkanların kimlikleri ve zihni yapıları bu görüşmelerin hayırlı netice vereceğini zaten göstermektedir. Bilindiği gibi Suriye’de SDG, devlet kurulduktan sonraki bir yıllık süreçte silahları bırakacağının sözünü vermişti. İşte gerçekleşen bu İmralı görüşmesi de verilen sözün yerine getirilmesine yönelik bir girişim olması bakımından önem arz eder.
Diğeri de Fatih Altaylı’nın onanan cezası üzerine basın özgürlüğü mavallarının peşi sıra gelmesi. Bilmeyen de zanneder ki Altaylı itibarı yüksek dürüst bir gazeteci ve onun kodese tıkanmasının sebebi de gerçekleri haykıracak bir isim olmasıyla önünün kesilmesiydi. Yahu adam varlığıyla bir fitne sebebi. Yalan ve iftiradan gayrı bir vasfı olmayan mahlûkun ta kendisi. İç cephenin güçlendirilmesinin önündeki engellerden biri. Fitneyi harlamaması adına içeri tıkılmasının özellikle zamanlama açısından çok mükemmel olduğunu düşünenlerden biriyim. Cumhurbaşkanımıza alenen hakaret etmenin cezasını çekiyor. Hakaret etmenin basın özgürlüğüyle ne alakası var? 28 Şubat sürecinde tesettürlü öğrencilerimize fahişe diyen de buydu. Ahlaki seviyesi düşük bile denmez bu adama, çünkü olmayan bir ahlakın seviyesinden bahsedilmez. Durduk yerde içeri alındığı falan yok. İmamoğlu için de aynısı denmedi mi? Algılar hiçbir zaman olguların yerini alamaz. Sonuç ikisi de içeride. Sebep, sayılmayacak kadar işledikleri kabahatlerle suçlu olmaları. Hukukumuz işliyor ve adalet yerini buluyor, buraya kadar tamam da asıl şaşılacak şey halktan yana oldukları sanılanların bu tür adamları savunuyor olmaları. Örneğin eski siyasilerden Hüseyin Çelik ve Bülent Arınç’ın bu adamı basın ve fikir özgürlüğü noktasında sahiplenmeleri. Bu zevat ve başkaları İ. Oğlu için de aynı teraneyi dile getirmemişler miydi? Sonuçta kervan yürüyor. Yine de bunları din kisvesi altında savunanlar yok mu? İşte ona yanarım. Bir kere kriptoculuk öyle sıradan bir davranış değildir. Gizlilik esastır bu davranış biçiminde. Gerçeğe çok yakın bir yalancılık çizgisinde yürürler. Bu sebeple bunların gerçek yüzlerinin faş olmasına inanmak pek zor olur. Şimdiye kadar FETÖ şarlatanını Müslüman zannetmedik mi? PKK'yı bir Kürt yapılanması olarak görmedik mi? Alenen milletin kandırılması söz konusu. Ve bu kandıranlar millete yıllarca vekillik yapanlardır. Tam birer kripto edasıyla.
İmralı görüşmesi ve Altaylı mevzuu gündemdeyken bir de bakıverdik Katolik Dünyasının Ruhani Lideri koskoca Papa 14. Leo, ülkemizi ziyarete gelmiş. Bu geliş, dumanlı havayı seven mi yoksa tattığı kış ayazından kalma soğuğu unutmayan kurdun gelişi mi? Gelişi her ne sebeple olursa olsun artık eski Türkiye yoktu karşısında.
Bu kurdun geliş sebebi neyse bilemem ama bildiğim tek şey Türkiye’nin gerçeği;
Eski Türkiye ile yeni Türkiye çok farklı. Bir kere eski Türkiye vesayete dayalı bir Türkiye idi. Bize karşı Batılılar o dönemde "enayiler uyanmasın" modundaydılar. Seçilip başımıza getirilenler hep Batı uşakları idi. Batılılar onların diline göre konuşuyordu. Batılılardan aferin almak için Türkiye'yi her bakımdan onlara muhtaç ettiler. Türkiye her başını kaldırdığında darbelerle indiriyorlardı o başı. Son çeyrek asırda Batılıların artık ezberini bozan bir yönetim var Türkiye'de. O sebeple Batınin eski Türkiye'ye yaklaşımıyla yeni Türkiye'ye yaklaşımlarında benzerlik olsa da manası aynı değil. Bu nüansı göremeyenin kıyası fasittir. Batıya çanak tutmaktır; hâlbuki biz şu durumumuzla Batı'nın çanağına ot tıkıyoruz. Haliyle Papa’nın gizli bir dosyayla geldiğini savunup bunu iktidarın başarısızlık hanesine yazanların görüş menzili bozuktur.
Batının hapşırırken bizim zatürreye yakalandığımız o eski dönemlerde;
Ordumuzun tüm kararlar İsrail lehine olurdu. PKK ile mücadelede bile ordumuzda İsrail'in planı işlerdi. FETÖ tüm zeki öğrencileri İsrail hayranı yapardı; hatta İsrail'i otorite olarak kabul ederdi. 15 Temmuz İsrail eseriydi. O yüzden o eski günlerdeki bir Türkiye Batılıların hayalini hala süsler durur. Karşı muhalefeti desteklemeleri de bu sebepledir. Çünkü muhalefet hala batının elinde... Papanın gelişmiş bir Türkiye karşısında muhalefetini kaale alacağını da hiç sanmıyorum.
Eski Türkiye olsaydık, Papa’nın gelişini İmralı ziyareti gibi hayati bir mesele haline gelen bir konuda oluşan gündemi saptırmak, Altaylı gibi kendilerine bağımlı kalemlerin akıbetinden hareketle ülkemde kaos çıkarmak ya da önceden planlanmış şeytani bir ziyaret olarak okurduk. Fakat öyle bir Türkiye yok artık. Bunlar da bunun farkındalar.
Papa’nın gelişiyle birçok şey konuşulup çizilse de karşılama programında Müslümanlar arasında tefrikaya yol açmak isteyenlerin “Talaal Bedrü” ilahisi üzerine çıkardıkları yaygara dikkatimi çekti. Haddi zatında söz konusu ilahi, Peygamber Efendimizin hicreti münasebetiyle Medine'ye ayak bastığı anın coşkusunu ifade eden bir ilahidir. Marka oluşu, Efendimizden kaynaklıdır. Nerede, kimin için ve ne maksatla velev ki bu bir papa da olsa icra edilmesi ilahinin marka değerine asla halel getirmez. Bilakis Peygamber Efendimizi hatırlatır. Bir fethi muştular o. Hicretle başlayan İslam’ın asırlarca devam eden hâkimiyetine vurgu yapar. Tam bu noktada Papa'nın huzurunda okunmasında da; "Ey Papa, siz batılılar İslam'ın hüküm sürdüğü asırlardakisi gibi dünyayı adaletle yönetemediniz. Demek oluyor ki adaleti sadece biz Müslümanlar sağlarız. O adaletin ayak sesleri işte bu ilahi ile başladı. Unutmayın ki adaletle yönetilecek bir dünya doğuyor ve o dünyayı biz inşa edeceğiz." Gibi siyasi bir dokuşunu anlıyoruz.
Ancak devlet aklımızın bilmediğimiz haklı bir sebebinin olabileceği ihtimalini de göz önünde bulundurarak konserde sanatçıların kilise ayinlerinde ilahi okuyanların giyinme tarzıyzla ilahileri icra etmeleri millet tarafından hoş karşılanmadığı gibi dini havanın estiği bir ortamda kızların tesettürsüz oluşu da bir o kadar iticiydi. Programın hakim unusuru biz isek "misafir ev sahibine tabidir" ilkesi mucibince örf ve adetlerimizin ağırlığını hissettirmemiz gerekirdi.
Bir diğer husus da iki din adamının giyindiği cübbe ile ilgili yaklaşımımla alakalı. Özellikle Diyanet İşleri Başkanımızın açık bej renginde cübbe tercihini anlamış değilim. Bu renk özellikle de FETÖ'nün hüküm sürdüğü yıllarda revaç buldu. Zaman zaman bu rengin özellikle tercih edildiği noktasında şüphelerim yok değil. Dinler arası diyalog bildiğimiz gibi bir FETÖ projesiydi. Bu projede Hristiyanlık ön plandaydı. Hristiyanlıkta papaların giyindiği cübbenin renginin açık bej renkli olmasını göz önünde bulundurduğumuzda Diyanet İşleri Başkanlarımızın bu tercihi dikkatleri üzerine çeker haliyle. Bizim ülkede din adamlarının kullandığı cübbe renginin siyah olmasına rağmen yakın zamanda açık bej ve yer yer beyaz renklere everilmesi bana “Dinlerararsı Diyalog Projesi’nin etkisinde kalınmış bir uygulamanın devamı gibi gelmektedir. İki din adamının yan yana verdiği pozda bu benzerliği net bir şekilde görmemiz mümkündür. Yakalarındaki süsler de işin cabası.
İmralı görüşmesi ile Fatih Altaylı’nın hapse atılması ne kadar isabetli ise Papa’nın gelişine de bir o kadar normal bakmak gerekir.
Cumhurbaşkanımızın açılış konuşmasında Papa’nın Gazze’de sergilenen zulme sessiz kalışlarını hatırlatması bile başlı başına bir mesajdır. Hangi maksatla gelse de, gidişinin bir farkındalıkla gerçekleşeceğine eminim.
Mustafa SALİM
30 Kasım 2025 ANKARA