Devletin DEM Partisiyle bugün gerçekleştirdiği bu görüşmenin mahiyetini anlayamadıkları için doğru değerlendirmede aciz olan insanların olduğunu bildiğimiz gibi işin mahiyetini anlayan kötü niyetlilerin de algı peşinde olduklarını görüyoruz.
Millete yansıması bakımından Devlet aklıyla dış aklın etkisi noktasında yapılacak küçük bir kıyaslama da bile ne büyük sonuçlar çıkarılır...
İsterseniz o küçük kıyası birlikte yapalım:
DEM'le görüşmenin zeminini Devletimiz hazırladı. Altılı masanın oluşumu ise Devletimizin aleyhine düşman aklıyla hazırlanmıştı.
Bugünkü görüşmede Devletimiz aktifken, dünkü görüşmelerde ise düşman aktifti.
Bugünkü planlar Devletimiz marifetiyle yapılıyorken, dünkü planlarsa düşmanlarla yapılıyordu.
Bugün DEM gibi niyeti ve hedefi bilinen bir partiyi Devletimiz yönlendiriyorken dün bu partiyi düşmanlarımız yönlendiriyordu.
Bugün, Devletimiz bu Parti'yi muhatap alarak yarım asırdır canımızı yakan terör belasını bertaraf ederken dün bu partiyle terör estiriyorlardı.
Doktorun elinde şifaya dönüşen zehrin felaketi düşmanın elindeyken çıkar ortaya. Haliyle ne kadar aykırı olursa olsun bir yapı tüm unsurlarıyla devletin gözetimindeyse zararı bertaraf edilir; yeter ki ipleri düşmanların elinde olmasın...
Biz buna devlet aklı diyoruz.
Bu akıl dün iç cepheyi güçlendirmenin ehemmiyetini ilk dile getirdiğinde bunun ne anlama geldiğini iç ve dış düşmanlarımız çok iyi anlamışlardı. Ancak halkın bu inceliği bilmemesi gerekiyordu ve bu da önemliydi. Halkın bilmesinin kendi felaketleri olacağını çok iyi bildiklerinden kafa karıştırıcı ne kadar hile ve desise varsa hepsini bir anda kullanır oldular.
Ne hikmetse o günlerde Ankara'nın göbeğinde, emniyet noktasında en kritik birimimize bombalı saldırı gerçekleşiyordu. Çünkü iç cephenin güçlendirilmesinin önemini alçaklar çok iyi anlamışlardı. 15 Temmuz'da hainlere karşı gerçekleşen halk direnişi belleklerinde hala tüm canlılığıyla yerini koruyordu. O yüzden bu millet ancak içerden çökertilebilirdi. Bunun için de iç cephenin güçlendirilmesi gerekiyordu.
İç cephenin güçlü olması yolunda ilk denememiz FETÖ ile olan mücadelemiz olmuştu ve devlet aklımız bunu başarmıştı. Şimdi sıra ikinci ayağına gelmişti; PKK.
Su uyur düşman uyumaz kıstasınca düşmanlarımızın boş durmayacağını çok iyi bilen devlet aklımız her yerde teyakkuz halindeydi.
Sonra bir de bakıverdik ki kılıçlar çekilmiş kendini bilmez bir kaç mezun teğmen tarafından. Derdest edildiler hemen. Bakılmadı gözlerinin yaşına. Genç teğmenlere çanak açan alçak çevrelerin hiç bir oyununa fırsat verilmedi. Fırsat verilmedi halkı kandırmalarına. Olup bitense aklını-fikrini kiraya veren, düşmandan yana tavır içine giren, dış güdümlü teğmenlere oldu. Olsundu elbette. Çekmeliydi hatsizler cezalarını. Çünkü Dingo'nun ahırı değildi burası.
TÜSİAD denilen, parasına güvenen, derebeyli, külhan kılıklı, bu millete kin ve nefreti tavan yapmış, dışı senden-benden görünen ama içi karanlık bir organize şebekesini, ayar vermeleri için sürdüler piyasaya. Tıpkı savaşlarda cepheye sürülen takviye kuvvetler gibi.
Vesayetli yıllarımızda TÜSİAT denen yapı her eylemi organize ederdi fakat asıl kimliğiyle pek ortalıkta görünmezdi; ne hikmetse de medyanın arkasında bunlar olurdu. Orduyu bunlar karıştırırdı. Siyaseti bunlar dizayn ederdi. Üniversitelerin ipleri bunların elindeydi. Öğrenci eylemlerini bunlar finanse ederdi. Fakirlik ve zenginlik bunların kararıyla olurdu. Spor bunların elindeydi. Bankalar bunlarındı. Diyanet çiftlikleriydi. Velhasıl toplumu sarmalayan bir ahtapot gibi kolları her yerdeydi. Her yerdelerdi ama görünmüyorlardı. Son olaylarda bunların asıl kimlikleriyle ortaya sürülmeleri devlet aklımızın toplumun selameti için nasıl sağlam bir neşter vurduğunun işaretiydi. İrinler çıkmıştı neşterlerin vurulduğu yerlerden. Diğer taraftan bunların asıl kimlikleriyle cephe aldırılmaları, vesayet aklının son vurucu gücünü kullanması manasına geldiği için de bitişlerinin göstergesiydi.
Devlet aklımız bu saldırıyı da savmıştı.
Biz içerde bunlarla uğraşırken asıl mesele enerjimizin iç meselelerle tükenmesiydi ama Suriye'deki olayları an be an takipten vazgeçmiyorduk ve yardımlarımızla ABD, Rusya, Fransa ve İran'a rağmen Siyonizm'in tüm planlarını yerle bir ederek zalim Esed'in hükmüne son vermiş ve Suriye halkının zafer kazamanmasını sağlamıştık. İçerideki uğraşımızın meyvesini yakın dışımızda da devşirmiltik; PYD the end olmuştu.
Ve son Saraçhane olayları. Anlıyoruz ki tüm güçleriyle sahaya inmelerinin sebebi, asıl planlarının deşifre olmasındaki korkularıymış.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi meğer bu şer güçlerinin karargahı imiş. Bu karargahta öyle oyunlar sergilenmiş ki hem de Bizans oyunlarına rahmet okutturacak cinsten oyunlarmış. İleride uyanacak nice terör hücresi oluşturulmuş. Bu amaçla yolsuzluklara nice nice imzalar atılmış. Teröre nice paralar aktarılmış. Öyle ustaca davranmışlar ki İstanbul'da alev alev yanan belediye otobüsleri haber konusu bile yapılmaz olmuştu. Halkına hiçbir hizmet vermeyen belediye meğer bu milletin kuyusunu kazmakla meşgulmuş.
İçeriden çökertecekkermiş koca devleti de o yüzden iyi anlamışlardı iç cephenin güçlendilirmesinin ne manaya geldiğini.
Sahte diplomasıyla, kirli oyunlarıyla cumhurun başına getirtilip eliyle bir yüzyılımızı daha heder edecek çıbanbaşı bugün kodeste hak ettiği yerde.
Başa dönecek olursak bugün Devletimizin DEM ile bir araya gelişini milletin aklını karıştırmak için bunu fırsata çevirmek isteyenlerin vesayet artığı kişiler olduğuna inanıyoruz. Bu da bir suç. Fakat her suç aynı ağırlıkta olmadığı için aciliyet derecesine göre ele alacak olan devlet aklımız sırası geldiğinde tek tek hesap soracaktır.
Hain kim olursa olsun beklesin ve görsün. Devletin temelini kemiren her kurtçuk ezilmeye mahkumdur
Olaylara doğru açıdan doğru bakmak lazım.
Mustafa Salim
12 Nisan 2025, Ankara