MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

28 ŞUBAT’IN TANKLARI VE SİNCAN İMAM HATİP LİSESİNDEN YÜKSELEN İHA’LAR

25 Aralık 2020 Cuma 17:40

Basında bir gurup mühendisin başarılı çalışmaları sonucu yeni bir İHA’nın memlekete kazandırıldığı haberlerini okuyunca Suriye, Libya ve  Dağlı Karabağ’ın zaferiyle sonuçlanan Azerbaycan’da Ermenilere karşı kazanarak yazdığımız destanlar geçti bir bir gözümün önünden.
  
Başarılı genç mühendis kardeşlerimizin kim olduğunu merak ederken, bir zamanlar ASELSAN’da kaza süsü verilerek hayatını kaybeden mühendislerimiz geldi aklıma. Uçak kazasıyla engellenen bilim adamlarımızın acı sona maruz kalışlarının verdiği ıstırabı yeniden yaşar gibi oldum. Çünkü bazıları ülkemizin yükselişinden bir hayli rahatsızdı. Birilerinin nazarında, ülke savaşılmadan ellerinden kayıp gidiyordu. Lakin bilemedikleri, göremedikleri tek gerçek, Anadolu’nun asli unsurunun uyanışıydı. Buydu onları rahatsız eden.

Bu ve benzeri birçok hususu telefonda dile getirirken telefonun diğer ucunda beni can kulağıyla dinleyen yeni İHA’nın mucitlerinden Sincan İmam Hatip Lisesi öğrencim genç mühendis Ekrem ÜNLÜ’den başkası değildi.
 
Başarısını kutladığım değerli öğrencime bu icatlarının İHA ve SİHA’dan farklarının neler olduğunu sorduğumda;

Dikey kalkış ve inişli bir helikopter olup, İHA ve SİHA’ların devamlı hareketli olmasına karşılık bunun havada sabit durabildiğini, diğerlerine göre daha fazla yük taşıyabildiğini, askeriyede kullanılması durumunda silah yükünün daha fazla olabileceği, sadece savaşlarda değil, birçok alanda rahatlıkla kullanılmaya elverişli olduğu vb. bir çok bilgiyi bir çırpıda anlatıvermişti.
 
Ekrem ÜNLÜ, 28 Şubat darbesinin imam hatiplere uyguladığı katsayı zulmünün ilk öğrencilerindendir. Eğitimci bir ailenin dört çocuğundan biridir. Endüstri meslek lisesinin müdürü olan babası, bu ilk çocuğunun Sincan İmam Hatip Lisesine kaydını yaptırırken aldığı eğitimle birlikte imanlı, ahlaklı, vatan ve milletini seven bir birey olarak yetişmesini istiyordu; imam hatip lisesine çocuğunu veren her veli gibi. Çünkü İmam-hatip okullarının müfredatlarında dini ve seküler derslere birlikte yer verilmesi, bu okullarda genel eğitim ile din eğitiminin bütünleşmesine hizmet etmekteydi.

Sincan İmam Hatip Lisesi konumu itibariyle, şehrin merkezinde ve banliyö hattına yakın bir mesafede olması nedeniyle öğretmen ve öğrenciler açısından ulaşım noktasında herhangi bir sorun yaşanmadığı için Ankara’nın en uzak merkezi ilçelerinden dahi öğrenci kabul eden bir okuldu. Bu yoğun ilgi sebebiyle öğrenciler okula seviye belirleme sınavıyla alınırdı. Bu sebeple akademik becerisi yüksek bir öğrenci kitlemiz vardı. Ekrem ÜNLÜ bu öğrencilerimizdendi.
 
Ülkemizin o günkü manzarası imam hatipliler için pek de iç açıcı değildi. Yine karanlık mahfiller bu okulların önünü kesmekle meşgullerdi. 28 Şubat’ta esecek fırtınanın tohumları bir bir ekiliyordu. Mezunlarının ileride ne tür sorunlarla karşılaşacakları konusunda milletin kafasını karıştıracak haberler o günkü medyada yavaş yavaş işlenmeye başlanmıştı. Başörtülü öğretmen ve öğrencilerden rahatsızlıkların dillendirilmeye çalışıldığı bir zaman diliminden geçiyorduk. Bu yaklaşımlar, millette tedirginlik oluşturduğu gibi öğrencilerin de psikolojisini olumsuz etkileyebiliyordu.
 
Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı da baskı altına alınmak isteniyordu. Birilerine göre o günkü hükümet bu okullara istenilen yaptırımları uygulamıyordu.  Bilakis, 1989-91 yılları arasında Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol döneminde mevcut İmam hatip liselerinden on beş tanesi İngilizce ve Almanca ağırlıklı Anadolu İmam Hatip Lisesi haline getirilerek sayıları on altıya çıkarılmış, lise kısmı olmayan 25 İmam Hatip Lisesi’nin lise kısmı açılmış, şube durumundaki 6 İmam Hatip Okulu ise bağımsız hale getirilmişti.
 
Bakan’a sunulmak üzere hazırlanan raporda, bu okulların mesleki derslere rağmen öğrencilerinin süper, Anadolu ve fen lisesi öğrencileriyle yarışır halde oldukları belirtilerek karalanmaya çalışıldığı o yılları hatırlarken Bakan’ın verdiği muhteşem cevabı unutmak mümkün değildir. İmam hatip liseleri öğrencilerinin de bu  ülkenin çocukları olduklarını, bu okulları kapatmak yerine diğer okullara da imam hatip liselerinde uygulanan müfredatın uygulanmasının bir mahzuru olmayacağı yönünde verdiği karşılık, raporu hazırlayanların hiç de hoşuna gitmemişti.
  
Bir taraftan da Pakistanlı eğitim bakanlığı yetkilileri bizdeki bu imam hatip lisesi okul modelini kendi ülkelerinde uygulamak için Bakanlığımızda gerekli incelemelerde bulunuyordu. Bilahare, bu incelemenin sonucunda Türkiye, Pakistan ve Afganistan arasında Ankara’da19.01.2010 tarihinde eğitimde işbirliği protokolü imzalanmış ve proje hayata geçirile dursun, diğer yandan bir dünya markası olma yolundaki okullarımızdan nefret eden bir zihniyet vardı.
 
O sancılı yıllarda her geçen gün okullarımızın huzuru kaçırılıyor, derinden derine yıkıcı darbelerin gelebileceği ise an meselesiydi.

İlkönce akaid dersini kaldırdılar, başka derslerin müfredatında aynı konuların işlenmiş olduğu gerekçesinden hareketle. Akabinde Kur’an-ı Kerim dersinde ezberlenen surelerin sayısını ve Hadis dersinin de ders saatini düşürdüler.
 
Başörtülü öğretmenlerin, kamusal alan diye icat ettikleri zırva bahanelerele ya açılmaları ya da mesleği bırakmaya zorlandıkları o cehennemi baskı dönemine girildiğinde bir gün kız öğrencilere de sıranın geleceği iyiden iyiye hissedilir olmuştu.

Sudan bahanelerle nice idareci yerinden edildi. Bu sebeple okulumuzun iki değerli müdürü, başörtü hususunda istenilen gayreti göstermedikleri gerekçesiyle kimi sürgüne, kimi de öğretmenliğe indirilerek cezaları kesiliyordu.

Derslere ilçenin kaymakamından tutun da Bakanlık müfettişlerine varıncaya kadar devlet erkanı ani baskınlarla derslere girip öğretmenlere gözdağı veriyor, öğrencilerin psikolojisiyle adeta dalga geçiyorlardı. Kendi ülkemizde azınlık durumundaydık.

Onlar da biliyordu ki bu okullarda yetişen her öğrenci dininden aldığı güçle devletine ve milletine sadakatte kusur göstermeyecek dercede engin ve geleceğimizin sağlam bir bireyi idi.

Kültür derslerindeki başarılarının arka planında aldıkları dini derslerin iksir gücü vardı. Yalan söyleyen tarihi değil, asıl tarihi öğreniyordu. Dili, değiştirilmeye çalışılarak verilen edebiyata inat dilini asıl ediplerden öğreniyordu. Onlar Asım’ın nesliydi, Mehmet Akif’in gözünde; yüzüstü çok süründün ayağa Sakarya deyişindeki Necip Fazılların idealindeki gençlerdi.
 
Rehberlik hizmeti adı altında öğretmenlerin beyni yıkanıyordu iki haftalık zorunlu seminerlerde. Kız erkek, karma eğitimin faziletleri anlatılıyordu iki hafta boyunca. Belli ki neslimizi bozacak hain planların temelleri atılıyormuş o dönemde.
 
İmam Hatip başarımızın temellerinden birinin de kız ve erkek sınıflarının ayrı ayrı olduğu bir ortamdan kaynaklandığını onlar da biliyordu. Böyle temiz bir neslin hemen bozulması gerekiyordu.
 
Her gün okula ağlaya ağlaya gidip tekrar o vaziyette eve dönüşlerimizi bir öğretmen olarak unutmam mümkün değildi. Kendilerince bin yıl sürecek diye iddia ettikleri yeni düzenleri için tehlike olarak gördükleri biz öğretmenlere yaptıkları; uyarı, kınama, maaş kesimi, okuldan sürülmeler ve nihayetinde meslekten ihraç edilmeye varıncaya kadar akla gelebilecek tüm tehditler bizim için ilahi bir imtihan gibi geliyordu. Bir bakıma savaşın içinde olduğumuz günler yaşanıyordu. Dininden, örf âdetinden soyutlanarak inşa edilecek bir milletin hayali içindeydiler.
  
Şartların olgunlaştırıldığına inanılan bir Şubat sabahı, Sincan’ın sokaklarında yürüttükleri tanklar üzerinden tüm ülkeye gözdağının verildiği o gün, 28 Şubat 1997 diye tarihin karanlık sayfalarında yerini alınca “Post modern bir darbe” geçirdiğimizi, inanca yapılan baskıda ve iflasın eşiğine gelişimizi; memur maaşlarının, dünya ülkelerinin bize yaptığı 17 Ağustos Depremi yardımlarından verildiği ve esnafın yazar kasaları fırlattığı gün anlamıştık.

İmanın, tevekkülün, Allah adamı oluşun davasını gütmenin timsali, vefa duygusunun zirvesindeki halkımız ve onların evladı olan öğrencilerimiz bu gemiyi terk etmediler.

O günün şartlarında nice Ekremlerimiz sahip çıktı gemisine. Bu zeka cevherlerimize yazık değil miydi; en yüksek okullarda okuyacaklarına, iki yıllık fakültelere mahkum edilişleri?

Ekrem Ünlü de çok yüksek puan almasına rağmen uğradığı katsayı zulmü sebebiyle Başkent Üniversitesi Biyomedikal Bölümünü okuyarak hazırlıkla beraber üç yılın sonunda mezun olunca, YÖK’ün dikey geçiş sınavlarında gösterdiği başarı ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektronik Mühendisliğini kazandığında; aslında bu, idealinin, inancının ve azminin bir  zaferiydi. Nice Ekremlerimiz, tüm baskılara rağmen ülkemizin makus giden talihini tersine çevirerek oyunları bozdular.

İmam hatipli Ekremlerimiz, Allah'a inanan ve ondan gayrı kimseden korkmaz gençlerimizdir. Satılmazlar; ülkenin menfaatleri kendi menfaatlerinin önünde gelir. Devletini sever ve ona hizmeti bir ibadet anlayışıyla yerine getirir. Teröre bulaştırılmayacak kadar feraseti keskin Allah kullarıdır. Geçmişine sahip çıkan ve geleceğin ufkunu bu sahip çıkışlara göre ayar veren bu Anadolu irfanını durduramadılar ve durduramayacaklar.
 
Biz, sahte yüzlerini imamlık maskesiyle örten Ekrem İmamoğullarına değil, gerçek yüzleri ve hakiki imam vasıflarıyla arzı endam eden Ekrem Ünlülere meftunuz.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
Nurettin Temelo
MaşaAllah. Yaşananları hatırlatmak lazım.
Yunus
O günleri yaşayan mağdurlar bilir
Bünyamin kaplan
Rabbim Ekrem ünlülerin sayısını artırsın inşallah Mustafa hocam Allah sizlerden razı olsun Rabbim güç kuvvet versin inşallah selam ve dualarımla...
Tahir ÇELEBİ
O günleri yaşamış birisi olarak taa ciğerlerimden gelen bir sızı duydum. Onlarda baktılar ki; O kadar meslek derslerinin içinde sınırlı olan diğer derslerle eğitim gören İHL öğrencileri mühendislik ve tıp fakültelerinin % 60-70 kontenjanını kazanınca önlerinin kesilmesi gerekiyordu. Lakin hesapların üstünde ki Allah'ın hesabını unuttular. Gerçi 28 Şubat darbesiyle kalbur üstünde kalan hakiki cemaatler ve Müslümanlar da ortaya çıkmış oldu. Bizim sizden farkımız tam da şu: Biz bu vatanı karşılıksız sevenlerdeniz.