MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

6’LI MASANIN 6 MART’TAKİ DURUMU 6 ŞUBAT’I GÖLGEDE Mİ BIRAKIYORDU?

07 Mart 2023 Salı 12:16

6 Şubat’ta yaşadığımız asrın felakati, 6 Mart’ta kaldırılan devrik masaya nispeten sanki rüya gibi oldu. Hangisi gerçek hangisi rüya, görecek elbette görmek isteyen de istemeyen de.

Bir taraftan, ülkemizi şaha kaldıran bir liderin göz kamaştıran başarıları, diğer taraftan seçimlere günler kala hala bir aday bulamayan ama ülkeyi yönetmeye talip, ne yapacaklarını bilmeyen bir kesimin rüyalar âlemindeki salvoları…

İradesi kendinden olmayan, fakat bir yandan da iradesiyle dünyayı peşine takan bir liderin kükreyişleriyle hoş sadaların dolup taştığı Anadolu kubbemizin altında böyle zıtlıklara şahit olmak ancak bizim milletin yaşayacağı şeydendir diye düşünüyordum.

Milletin gözünden kaçmayan tavırlarda gördüğümüz o iradelerindeki dışa bağlılık resimleri, aslında saklamaya çalıştıkları bir çok hakikati de gün yüzüne çıkarıyordu. Sahte gülüşler, endişeli tavırlar, panik atak hareketler, olup biteni şirin göstererek haklı zemine oturtma çabaları bu milletin gözünden kaçmıyordu.     

Gün sonu işten eve giderken dağılan masanın tekrar kurulmasını geriye alınan film karelerine benzetişim gözümün önünden geçiyorken aynı zamanda memleket meselelerinde bağrı yanık bir dostumun konuyla alakalı bir mesajını okuyordum.  Dilindeki baklayı çıkardı çıkaracak durumunda olduğunu mesajının her kelimesinde görmek mümkündü. Kızdığı belliydi. Çünkü adeta milletin aklıyla oynandığını, bunu da bir üst akılla yaptıklarının farkında ve bilincindeydi. Baklayı çıkardığı zaman da neler olabileceğini tahmin edebiliyordum. Bu durumu nasıl anlatabiliriz diye de mesajının sonuna sıkıştırdığı soru cümlesinden patlamayla hazır olduğunu anlamıştım. Bakmayın böyle sakin sakin yazdığıma, o an ben de en azından Ferami gibi çakacak bir yıldırımdım ve baklalarımı dilimin altında dolaştırıp duruyordum.

Hikâye benzeri olayları yaşamak ancak bizim muhalefet marifetiyle olacağını dün tüm dünyaya göstermiş olduk.

Bir hikâyenin konusu gibiydiler. Durumu anlatacak bir hikaye gelivermişti aklıma mesaja cevaben ve hemen yazmaya başladım o an.  Hikaye bu ya, zorba bir bey rüya görür. Gece yarısı kâhyasını çağırır. Gördüğü rüyasını yorumlayacak birini bulmalarını söyler.

Kâhyası yanına aldığı birkaç adamıyla yakın bir köyde ikamet eden çok yaşlı bilge birinin evine gecenin ilerleyen saatinde gider kapısını çalarlar.

İhtiyar, gecenin o vaktinde yatağından zar zor kalkar ve gelip kapıyı açar. Karşısındakileri seçmeye çalışır gecenin karanlığında fakat çıkaramaz gelenlerin kim olduğunu. Hayırdır bu saatte, kimsiniz diye sorunca gelenler takındıkları hoyratça tavırlar ve saygısız ses tonuyla anlatırlar niçin geldiklerini ve kendisini apar topar götürmek isteyince de yaşlı ve aynı zamanda hasta ihtiyar gündüzler çuvala mı girdi, bu ne acele, bekleyin sabah olsun, gelir yorumlarım beyimizin rüyasını. Laf dinlemeye niyeti olmayan zorba beyin zorba adamları ihtiyarı aldıkları gibi ata bindirir, yorucu bir yolculuktan sonra beyin huzuruna varırlar.  

Konağa varıp huzura çıktığında zalim bey başlar rüyayı anlatmaya:

Bir yerde yürüyordum,  yol desem yol değildi, cadde desem cadde değildi, sokak desem soka değildi. Sonra bir bineğe bindim, at desem değildi, katır desem değildi, deve desem deve değildi. Bir yere giriyordum ev desem ev değildi, kulübe desem kulübe değildi, han desem han değildi. Işık gördüm birden, mum desem mum değildi, çıra desem çıra değildi, meşale desem meşale değildi.  Böylece rüya diye anlattığı durumun üçlü belirsizlikler şeklinde devam edecek saçmalıklarla uzayıp gideceğini anlayan yaşlı bilge, gecenin bir vaktinde bunun için mi beni huzuruna çağırdı bu densiz adam diye aklından geçirdiği cümlelerin sinirlerine zarar vermesinin önüne geçerek araya girer ve başlar yorumlamaya;

Yaşlı adam, hayat tecrübesinin verdiği vakur tavrıyla derki beyim beyim;  Allah'ından belanı bulacaksın da, şimdi mi desem, gündüz mü desem, yoksa akşam desem işte onu bilmiyorum.

Ölüsü olan ağlamaya fırsat bulamıyorsa, daha büyük felaketlere duçar kalmış demektir. Dünyada emsali görülmemiş ancak masallara konu olabilecek türden, asrın felaketi diye nitelenen depremin enkaz olmuş yıkıntıları altında, mevsimin de verdiği zorluklar içinde yaşam mücadelesi veren ama birçok yakınını kaybetmenin derdinde oldukları için de hala maruz kaldıkları dehşetin şokundan çıkamayan güzelim Türkiye! Sen ki yaşadıklarının teselliye muhtaç acılarını hala giderememişken, beride tüm olup bitene bigâne kalmış masanın devrilmesi ve akabinde kaldırılması etrafında dönen dolapları ıstırabından olsa gerek biliyorum, onları şimdilik boş gözlerle sadece seyrediyorsun ve bunlar mı derdime derman olacak diye hayretler içindesin? Hayret!

Felaketin on bir ille sınırlı olmadığını hala göremiyorsa bu masa, kısa zamanda yarası soğuyacak milletin garezinden elbette kurtulamayacaklardır.

Can pazarının yaşandığı memleketimizde, sonradan monte edilmiş bir parça gibi bu millete iğreti gibi duran zihniyetin, masalarını milletin menfaatinden önde görmelerini Anadolu affetmeyecektir.

Bu millet ayazı atlatır, fakat ayazı unutmaz.

Bu millet, tecrübeli ve bilge.

Tanımadığı zorbalara yol vermez.

Kimin eli kimin cebinde gayet iyi bilir.

Bu millet, kuklayı da kuklacıyı da iyi tanır.

Kimin kendi bağrından, kimin de dış bağırlardan geldiğini iyi bilir.

Kimin dost kimin düşman olduğunu, kime kızıp kimi seveceğini, kimi baş tacı edip kimi de ayaklar altına alacağını, kimin kendisinden kimi de gayrısından olduğunu, kimin sahte kimin gerçek olduğunu gayet iyi bilir.

Çünkü imanından aldığı güç, imansızı korkutacak bir ferasetin sahibi kılmış bu milleti…

Bu millet, timsah gözyaşları dökenlere belalarını verecek de bugün desem, zamanı değil, yarın desem erken gibi fakat öyle görünüyor ki hele bir bayram geçsin, havalar ısınsın, Mayıs gelsin ve takvimler on dördünü göstersin görecekler günlerini.

Necip bir milletin onur ve haysiyetiyle oynanamaz.

Mehmet Akif Ersoy, bu milleti bak ne güzel anlatıyor:

Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!...

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan koğârım!

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...

Mustafa SALİM

07 Mart 2023, Ankara

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
TAHİR ÇELEBİ
Yukarıda yazılan Hikaye durumun özeti olarak çok yerinde olmuş. Masadan en güçlü 2. parti olarak kalkan İYİ. Masaya en sonuncu parti olarak oturmak zorunda bırakılmıştır. Şimdi de HDP'ye savunma ve içişleri bakanlığını da verirlerse şaşırmayın.