MAHİR KILIÇOĞLU mahirkilicoglu@hotmail.com

BİZ ÜÇ KİŞİ

16 Temmuz 2018 Pazartesi 04:00

Biz üç kişi sözleşmiştik. Kemal, Murat ve ben Cumhurbaşkanlığı önüne gidip, darbecilere dur diyecektik.

Kemal, bir vakfın gençlik kolları başkanı olarak bir gün sonra yani cumartesi günü toplanacak il başkanları toplantısı için salon düzenlemesi yapıyordu. Yanında birkaç çalışma arkadaşı daha vardı. Akşam başlayan çalışmanın üzerinde daha bir saat geçmişti ki bir genç geldi. Darbe olduğunu, askerlerin sokağa çıktığını söyledi o genç. Kemal buna inanmadı, darbe olacağına ihtimal dahi vermedi. Haberi getiren gence “böyle şaka mı olur” düşüncesiyle neredeyse tokat atacak kadar öfkelenmiş.

Yarım saat bile geçmeden bir arkadaşı aradı. Darbenin olduğunu o da söylüyordu. Kemal haberin doğruluğuna inanamıyordu ama doğruydu haber. Arkadaşlarını topladı, durum değerlendirmesi yaptılar. O sırada ben aradım, kısa bir değerlendirmeden sonra Külliyeye gitmeye karar verildi.

Kemal külliyeye arabayla gittiğinde 3 polis çiftlik girişinden cumhurbaşkanlığına giden yolu tutmuşlar, geçmek isteyenlere izin vermiyordu. Çatışma var, tehlikeli, gitmeyin diyorlardı.

Polis cumhurbaşkanlığının önünü değil, çiftlik tarafındaki kavşak girişini tutmuştu. Yardım için gelen vatandaşları engelliyorlardı adeta. Önlerindeki araç da kendi arkadaşlarındı. Ben gideceğim, bizi engelleyemezsiniz deyince, polis direnemedi, o ve arkasında Kemal, diğer vatandaşlar külliye yoluna girdiler.

Karşılarında TOMA aracını gördüler. TOMA polisleri, çiftlik tarafından, Etimesgut yönünden, Ankara Bulvarı üzerinden tankların gelebilme durumu olduğunu, araçları yolu kapatacak şekilde dizmelerini söyleyince onun dediğini yaptılar. Çok azlardı, birkaç araç vardı anca.

~~~

Murat, ailesiyle Demetevler’de misafirlikteydi. Misafir bulundukları ev, MİT’e çok yakın olduğu için, atılan her kurşunu, bombayı duydular, gördüler.

Neler olduğunu anlamaları uzun sürmedi, darbe oluyordu. Hemen ailesini aldı, evlerinin yolunu tuttu. Çocuklarını ve eşini eve bıraktığında yolda başlayan gitme, kal ısrarları evde yalvarmalara dönmüştü. Kızları ayaklarına kapanmış, “Ne olur baba gitme” diye ağlıyorlardı

O sırada memleketten bir akrabası aradı. Durumu sordu, Murat fetöcülerin darbe yaptığını anlattı. Akrabası da “sakın evden dışarı çıkma” diyordu. Sanki evden biri ona haber vermiş gibiydi. O “Bugün ben dışarı çıkmayayım da ne zaman çıkayım, fetöcüler devleti ele mi geçirsin, ölelim daha iyi” dedi.

Çocuklarıyla, eşiyle helalleşti. Yola koyulduğunda ben aradım onu. Cumhurbaşkanlığında buluşma konusunda sözleştik.

Ulus’a vardı önce. Ak Parti ilçe başkanıyla, onun topladığı insanlarla bir araya geldiler. Hep beraber cumhurbaşkanlığına gitmeye karar verdiler. Murat, emniyetin oradan geçerek Beştepe’ye gitmeye karar verdiğinde, emniyette neler olduğunu bilmiyordu.

Emniyete vardığında orada çatışmaların olduğunu gördü. İki arkadaşını aradı, mesai arkadaşlarından ikisini… Arkadaşlarıyla buluştuğunda çatışmalar şiddetlenmişti.

İnsanların üzerine helikopterden ateş açıldığında oradaydı. Kalabalık kurşunlardan kaçmak için dağıldığında en öne geçti. Emniyetin önündeki polislere kadar ulaştılar. Kendilerinin arkasından başka vatandaşlarda gelince o zamana kadar askere direnmeyen polis karşı ateş açmaya başladı.

Polisin ve askerin çatışması devam ederken pek çok vatandaş yaralandı, bazıları şehit oldu. Bir ara yolun ortasında makineli bir tüfek gördü Murat. Askerdeyken görmüştü o makineliyi; MG3’tü. MG3’ü almak için hareketlendiğinde bir poliste hareketlenmişti. Tüfeği alacak, kendisi de darbeci askerlere karşı kullacaktı. Polis daha hızlı davrandı ve tüfeği Murat’tan önce kaptı. Muhtemelen helikopterden veya başka bir askeri araçtan düştü diye düşündü Murat. “Keşke önce ben alsaydım, sıkardım bütün darbecilere” diye içinden geçirdi.

Çatışmalar sırasında yanındaki arkadaşlarından biri, ortamdaki itiş kakıştan ayağına batan demirle yaralandı. Önemsemedi, Sabah’a kadar emniyetin oradan ayrılmadılar. Emniyette çekilen önemli çatışma görüntülerinin bir kısmını Murat cep telefonuyla çekmişti.

~~~

Ben bir haftalık yoğun ve yorucu çalışmadan dolayı o gün eve gelir gelmez uyumuştum. Saat 21:30 gibi uyandığımda ilk işim haberleri açmak oldu. Boğaz köprüsünde askerlerin olduğuna dair alt yazılar falan geçmeye başladı. Ankara semalarında savaş uçaklarının dolaştığına dair de bilgiler gelmeye başladı.

 Evimiz Ankara’nın 30 km uzağındaydı. Şehirdeki gürültü ve patırtıdan haberimiz yok, TV haberlerinden de bu konuda ciddi bir şey söylenmiyor.

Kıbrıs’tan bir arkadaşım aradı, İstanbul Atatürk havaalanında anne-babası uçağa binecekmiş, darbe söylentisi var, uçuşlar iptal oldu, darbe haberi doğru mu dedi.

Birkaç telefon görüşmesi yaptım, haber kanalları canlı yayına geçti ve darbe yapıldığı kesinleşti. Hemen çıkmak için hareketlendim. Eşimi kapıyı kilitledi, anahtarı sakladı. Kesinlikle gidemezsin, askerlerin bana bir şey yapmasından korkuyordu.

Yarım saat uğraştım ikna etmek için. En son, tek başına göndermeyeceğini yanımda birileri olacaksa göndereceğini söyledi. İşte bunun üzerine Kemal ve Murat’ı aradım. Külliyeye doğru yola çıktığımda TRT’de Tijen Karaş’ın yüzünde dehşete kapılmış bir ifadeyle okuduğu bildiri dönüyordu.

Uçaklar Ankara semalarında öfkeli sesler çıkararak, bağırıp çağırarak dolaşıyordu. Helikopterler sortilerini atıyorlardı, sanki düşmanın üstüne ölüm kusar gibi kurşunlar yağdırıyordu.

Yolda genel bir sakinlik, bir tenhalık hâkimdi. Cumhurbaşkanlığına gidene kadar Etimesgut askeri birliklerinin önünden geçtiğim halde bir hareketlilik görememiştim. Saat daha gece yarısı olmamıştı.

Cumhurbaşkanlığı önüne varınca, Kemal’i aradım önce, benden önce gelmişti. Çiftlik yönünden cumhurbaşkanlığına çıkan yolun üzerinde polisin kordon oluşturduğu yerde durduk. Bize araçlarımızı yolu kapatacak şekilde park etmemizi söylediler. Bir TOMA, 8-10 polis memuru, gelmesi muhtemel tanklara karşı tedbir almış, bizlerden de yardım istiyorlardı.

Murat’ı aradım, emniyetin orada olduğunu, patlamaların olduğunu, milletin toplandığını, askerlere karşı durduklarını söyledi. Ben buradan geçip nasıl geleyim dedi? Doğrusu, harp orada başlamış, orada kalmalarını söyledim. Külliyenin çatışma olan yerlerinde değildik ancak çatışmaları görüyor ve duyuyorduk.

Biz üç kişiyi, kurşun adres yazmamıştı. Ne öldük, ne yaralandık. Kafamızın üstünden geçen kurşunlar, bombalar, yanımızdan, önümüzden geçen tanklar ve zırhlı araçlar sanki milletin iradesi, imanı karşısında eriyip gitmişti.

Üçümüz de en ön saflardaydık. Orada başka arkadaşlarımızı, başka vatandaşları gördük. Delisi de vardı velisi de. Erkekler de vardı kadınlarda. Çocuklarda vardı, gençlerde vardı, yaşlılarda…

Ertesi gün eve gelip yorgunluktan kanepede öylece uyuduğum elbiselerimin kan içinde kaldığını eşim söyledi. Kimin kanı olduğunu biliyordum; askerin vurduğu bir vatandaşın kanı her tarafıma bulaşmıştı. Bayrağım da o sıra kan içinde kalmıştı.

O gün, çatışmalardan köşe bucak saklananları da gördük. Korkusundan evinin dışına çıkamayanlar da vardı. Çoluğunu çocuğunu Ankara’nın hengâmesinden kaçırıp köyünden gelişmeleri takip eden de vardı. Darbecilere karşı Cumhurbaşkanının direnme emrini astlarına duyurmayıp telefonunu kapatan kamu görevlilerini de gördük.

O gün sabaha kadar yüzlerce telefon görüşmesi yaptım. Sık sık eşim arıyor, benden haber soruyordu. Whatsapp ve facebook ile yüzlerce insan bulunduğu yerden gelişmeleri birbirine aktardı. TV’ler ve Radyolar canlı yayındaydı. Bazı yayınlar kopmuştu, bazı tv ekranları kararmıştı ama ulusal kanalların büyük kısmı yayındaydı.

Kahramanları bitmez bu ülkenin. Polatlı’da durdurulan füze rampalarının durduruluşunu, tekerlerin patlatılışını birinci ağızdan öğrendim. Polis Özel Harekât şehitlerinden Şehit Seher Yaşar’ın hikâyesini de birinci ağızdan dinledim.

15 Temmuz ikinci kurtuluş savaşıydı. Tıpkı ilk kurtuluş savaşında olduğu gibi, bu savaşın arkasından da yeni cumhuriyeti, ikinci cumhuriyeti kurduk milletçe. Bu savaşta 250 can gitti ama bir vatan kurtuldu. Şehitlerimize gani gani rahmet diliyorum.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #