İstanbul Sözleşmesinden Türkiye çekildi sonunda. Çok tartışılan, çok eleştirilen bu sözleşme bazı kesimler tarafından tabulaştırılıp tartışanlara sanki kadına yönelik şiddeti savunuyorlarmış gibi çeşitli saldırılarda bulundular.
İstanbul Sözleşmesinde en çok tartışılan konular, kadın tanımı, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve aile içi şiddet dahil şiddete konulan geniş anlam.
O kadar geniş ele alınmış ki, mesela toplumsal cinsiyet üzerinden kültürün baskılayıcı ve yönlendirici herhangi bir etkisini bile şiddet olarak gösterecek kadar pervasız sözleşmeydi. Türk toplumunun veya başka bir toplumun erkeğe ve kadına biçtiği rol nedeniyle oluşan beklenti bile bu sözleşmenin hedefindeydi.
Cinsiyet kavramı ile toplumsal cinsiyet birbirinden ayrı olarak ele alınmış İstanbul Sözleşmesinde. Bu konu daha bilimsel olarak tartışılıyorken, İstanbul Sözleşmesi bu iki kavramı ayırarak açıkça taraf olmuştur.
Kadın tanımı tam bir fecaat. 18 yaşından küçükleri bile kapsayan bir tanımlamada bulunmuş sözleşme. Kundaktaki bebekten, bahçede ip atlayan kız çocuğuna kadar her dişi kadın oldu İstanbul Sözleşmesiyle…
Kadına şiddet bahanesiyle din ve kültür düşmanlığı yapıldığını da gördük. Evinden uzaklaştırılan, kadının bir ifadesiyle mahkum ve mağdur edilen erkekler gördük. Ders kitaplarında kültürel olarak kadına biçilen rolden rahatsızlık duyulduğu için değişiklik yapıldığını gördük.
İstanbul Sözleşmesi nedeniyle ne olduğu belli olmayan kesimler Türkiye’ye Parmak sallayarak her şeyimize karışmaya başladılar. Hatırlayın, bu ülkede hayatında hiç camiye gitmemiş kesimler camilerimize, camilerde okunan hutbelere, Kur’an ve Hadislere bile karışmaya başlamadı mı?
"Tüm kötülük ve salgın hastalıkların eşcinsellikten kaynaklandığı" ifadesinden dolayı bu ülkede birileri Diyanet İşleri başkanı hakkında suç duyurusunda bulundu. Utanmadan sıkılmadan birileri dinin eşcinsellik tutumunu çağdışı göstermeye çalışıp, yasalara ve İstanbul Sözleşmesine aykırı olduğunu ifade ettiler.
İnancımız ve toplumsal değerlerimiz tarafından kabul edilemez olan cinsel yönelimler İstanbul Sözleşmesiyle, hem de kadına şiddet bahanesiyle meşrulaştırıldı. “Recep’le Şaban’ın aşkına Ramazan engel olamaz” pankartını açanlar pervasızlığını İstanbul Sözleşmesinden alıyordu.
İstanbul Sözleşmesi açıkça değerlerimizle savaşa dönüştürüldü. Bizim olan, bize ait olan şeyler İstanbul Sözleşmesi bahanesiyle itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Kadını el üstünde tutan bir kültüre, cenneti anaların ayağının altına koyan, kadına emanet gözüyle davranmayı erkeğe emreden dine sahip milletin ithal sözleşmelere ihtiyacı yoktur.
Batının çarpık zihniyetinin çarpık ürünü olan İstanbul Sözleşmesi nihayet gündemden çıktı. Şimdi sadece kadın değil, çocukları, kimsesizleri zalimden, zorbadan, taciz ve tecavüzcülerden daha fazla koruma zamanıdır.
Toplumsal hassasiyet yasayla değil, inançla olur. Bizim inancımız kadını, çocuğu korur. Kadına ve çocuğa karşı işlenen suçları lanetler. Savaşlarda bile kadınlara, çocuklara ve yaşlılara dokunmayın, zarar vermeyin emrini verir.
Hal böyleyken kadını ve çocukları ithal yasalarla korumaya çalışıldı. Son 9 yılda bize uymayan düzenlemeler hayata geçirildi. Sonuçta kadına ve çocuğa karşı işlenen suçlar artarken, bizim eskiden beri sapıklık ve sapkınlık dediğimiz şeyler de meşrulaştırıldı.
Olması gereken İstanbul Sözleşmesi diye bir şeyin hiç hayatımıza girmemesiydi. Altına imza attığımız her bir sözleşmeyi kılı kırk yararak imzalamamız gerektiği de anlaşılmıştır inşallah.