MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

GELİŞEN OLAYLAR GÖLGESİNDE BİR DOST İLE HASBİHAL

12 Mart 2022 Cumartesi 20:09

Geçenlerde uzun bir zamandan beri görüşemediğim arkadaşımla görüntülü bir konuşmamız oldu. Yaşı benden büyük arkadaşın gözü, ak saçlarıma takıldı; gerçi haklıydı, çünkü kendi saçları otuzluk delikanlının saçları gibi seyrek de olsa siyah duruyordu. Ticaretle uğraşan arkadaş, ‘dünyanın borcu sanki senden soruluyor’ yollu takılmasıyla saçlarıma düşen aklara karşı hayretini böyle dile getirmişti. Kendisince haklıydı borçtan harçtan bahsetmesi; sonuçta şirketleri olan bir ticaret erbabıydı. Ben de, saçın ağarması her ne kadar yaşla ilgili olsa da bunun dertli olanda daha fazla görülür olmasının, yaşanan dertlerin sadece parayı ilgilendirmediğini hatta hayatta öyle ince hesaplı olayların vuku bulduğunu hatırlatıp bunun paradan da önemli olduğunu söyleyerek dikkatini hayatın diğer gerçeklerine çekmeye çalışmıştım. 

Batının dünyayı yönetmek için peşinde olduğu yeni düzen kurma hamlelerini bir çırpıda dile getirerek, buna karşı izlediğimiz siyaset ve politikanın göze çarpan gelişmelerinden örnek vererek bugün rahat ticari ortamlara sahip oluşlarının bile ülkemizdeki iktidarın akıllıca uyguladığı yönetim biçiminden kaynaklandığını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Devlet yönetiminin mutfağında oluşumuz hasebiyle ‘değirmende saç ağarması’ misali vatan ve millet uğruna elbette bizim de gurur duyarak çektiğimiz sıkıntılar yok değildi.

Konuşma bu minval üzere devam ederken konu bir yerde mal ve ilim ilişkisine gelip dayandı. Ticaretin haliyle paranın önemli olduğunu vurgularken kendisine bazı kriterlere dikkat edildiği takdirde haklı olabileceğini söylemeyi ihmal etmedim. Yani, halk içindeyken hakla beraber olmanın ehemmiyetine vurgu yapıyordum. Sonuçta inançlı birisiydi. Yardımsever ve merhametli olsa bile işlerinin yoğunluğu kendisini ibadetten alıkoymuştu. İbadetle geçirdiğin hayatın nicedir diye sorduğumuzda, elbet bir gün o da olacak deyip geçiştiriyordu. Fakat zamana laf anlatılmıyor ve süratle gelip geçiyordu.

Konuşmamızın seyri Hz. Alinin “İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur, sense malı korursun. Mal vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır.” meşhur sözü üzerine devam etti.

Öğrenciliğimin liseli yıllarında bu sözü ilk duyduğumda sınıfta tartışmış, hatta ne manaya geldiğini anlamak için de hayattan canlı örneklere bile başvurmuştuk. Canlı örnek deyince de bunlar, çevremizde zengin olan amcalarımız ya da yaşı bize yakın ticaretle iştigal eden arkadaşlarımızın yorumlarıydı. 

Tabi ki anlamaya çalıştığımız ise mal ve ilmin korunup koruması hususu üzerineydi. 

Malın insanlar tarafından korunduğu bilinen bir gerçekti. Onu elde etmekten tutun da dükkanına taşıyıp muhafaza edinceye ve alıcısını bulup onu satıncaya kadar geçen süreçte malın korunmasının ehemmiyeti bariz bir şekilde anlaşılıyor olsa da asıl bizi düşündüren mesele onun da insanı koruyup korumaması üzerine yoğunlaşıyordu.

Köyde sürüsü olanın hem çobanı hem de zağarları olurdu, sürü korunsun diye. Rençberlik edenin tahıl ambarları olurdu. Şirketi olanın bir çok çalışanı ve güvenlik görevlisi olurdu. Günümüzde kamerasız iş yeri hemen hemen yok gibi. Dükkânların sigortalanması vs., gibi tedbirler hep malın korunmasına yönelik bilindik örneklerdir.

Mevki ve makamlarda da bu durum ayan beyan görülebilmektedir. Mevkilerin korunması uğruna göz yumulan nice haksızlıklar; milletin menfaatine olabilecek işlerde 'bana ne'ci bir zihniyetle makamlarının elden gitme korkusuyla risk almadan gününü kurtarmaya çalışan bürokratların say say bitmez tutumları... Hep menfaatlerin korunması değil mi?

Bu hususta yani malın korunması olduğu gibi korumasının da söz konusu olacağı gerçeği üzerine de şöyle açıklamalar yapılmıştı. Hasta olunduğunda doktora rahat gidip muayene olmak ve tedavi süresince giden masraflar yönüyle malın insanı koruduğu; bir haksızlığa uğranıldığında tutulan avukatların masrafları, güvenli evlerde oturmak ve güvenli araçlar kullanmak yine paranın gücüyle elde edilen imkanlar olmasına getirilen örnekler, malın insanı koruduğuna misal olması bakımından önemli bilgilerdi. Hatta tahsil hayatında insanın ihtiyaçlarının giderilmesinde de yine malın önemi tartışılmaz derece gözler önündeydi. Haliyle sadece malın korunması değil koruyuculuğundan da bahsedilebiliyordu. 

İlim noktasında da bu zaviyeden yapılan açıklamalar bizi, mal ve ilmin hem korunduğu hem de koruduğu yönünde benzerlikler taşıdığı sonucuna götürüyordu. 

İlmin korunması onu devamlı müzakere edilmesiyle alakalı iken, koruması da elde edilen malumatın insanın yararına kullanılıp kullanılmamasında kendisini gösteriyor olmasıydı. Sağlıklı yaşamanın kurallarını bilenin buna göre davranacağı, trafik kurallarına uymanın insan hayatını nasıl kolaylaştırdığı, havanın durumunu bilenin ona göre tedbir alması, hak ve hukuk noktasında da bu durum değerlendirildiğinde bunun insani ilişkilerde sorunlar yaşatacak pozisyonlardan kaçınılmasında kişiyi ne denli tehlikelerden uzaklaştırdığı gibi hususlar, ilmin insanı nasıl koruduğuna yönelik akla gelebilecek ilk örneklerdir.

Ancak dikkat edilirse ilim ve malın insanı koruyup kollaması ayrıca insanın her ikisini korumasıyla ilgili bu açıklamalar, seküler hayat anlayışının manadan uzak yapısıyla sınırlı kalmaktadır.

Ahiret hayatı söz konusu olduğu zaman insanın sadece maddi unsurdan müteşekkil bir varlık olmadığı gerçeğini görürüz. Haliyle sadece madde ile sınırlı bir hayatı değil de madde ötesi bir hayatın da var olduğu hakikatine göre bir düzenlemenin içinde buluruz kendimizi. 

Bu durumda maddi olarak elde ettiğimiz ya da yitirdiğimiz her ne varsa bunları, ahir hayatımızda bize faydalı olup olmama yönüyle değerlendiririz. Ahirette faydası olacak dünyevi kayıplar bizi mutlu ederken, ahiret hayatımıza zarar verecek dünyevi kazanımlar da bir o kadar bize ıstırap verir.

Bu da bilmekle olur; ilimle olur. İlmin insanı koruması hususunu bu çerçevede değerlendirdiğimizde malın korumasının ilmin bu yönüyle alakalı olduğunu da mülahaza etmiş oluruz.

Mesela eğlenmekte olan variyetli birinin harama tevessülünü ilmi yönü engeller. Haliyle ilim engeliyle karşılaşmayan ve haram isteklere yol açıp teşvik eden malın zararı, değil insanı koruması felaketinin tüm yollarını bile açar kendisine. Bu manada felaketlerin imkanlarla alakalı olduğunu bilmeyenimiz yoktur.

Mesela içki haramdır. Zayıf iradeli biri içmeye yeltense imkânına göre hareket eder. Varsa parası içer, yoksa da içmez. Bu durumda mal varlığının insanı koruması söz konusu olamaz. Hatta korumasız bırakmış olur... Cinayetler de bu ruhla işlenir, zinalar da bu saikle yapılır. Esrar, eroin kullanımı ve bağlılığın da sebebi bu maddi imkanlardır. Dolayısıyla dinimizin haram kıldığı fiilleri işlemede maddi durumun teşviki söz konusu iken imanın yani ilmin buna mani oluşu ise inkar edilmeyecek kadar açık ve nettir.

Mal ve mevki hırsı başlı başına zaten belanın ta kendisidir. Haram yollara tevessül etmenin açılan kapısıdır. Daha fazla kazanma isteği insana faiz almak, tefecilik yapmak, karaborsacılık, hayali ticaretten uyuşturucu pazarına, organ mafyacılığından banka hortumlamaları derken ihalelerde fesatçılık ve rekabet halinde olduklarını karalayarak mobing uygulama gibi kişiye ahiret hayatını kaybettirecek daha pek çok hata yaptırır.

Pandemi süreciyle başlayıp Rus-Ukrayna savaşıyla zirve yapan hayat pahalılığını bugün dünyada olduğu ülkemizde de kendi lehine fırsata çeviren aç gözlü para babalarının fahiş fiyat çekme hamleleriyle sergiledikleri tavır ve sadece kendini düşünen vatandaşın market kuyruklarındaki halleri bu dünya hırsından kaynaklanmıyor mu?

Seküler kafa yapısının mantığında bu tür durumlar sorun teşkil etmese de meseleye imanî perspektiften yaklaşıldığında bu, ahiretteki sonsuz hayatın da sorunsuz geçeceği anlamına gelmez.

Bu izahat sonrasında tekrar Hz. Ali’nin bu sözünü değerlendirdiğimizde ilmin insanı koruduğunu, malın da insan tarafından korunduğu neticesine varmış oluyoruz ki hataların en büyüğünün dünya sevgisinden kaynaklandığını tekrar hatırlamış oluyoruz.

Mustafa Salim

12 Mart 2022, Ankara

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #