Kıbrıs’ta görev yaparken bir öğrenciye büyüyünce ne olacaksın diye sordum. Öğrencinin verdiği cevap beni çok şaşırtmıştı. Çünkü öğrencilerin öğretmenlik, doktorluk, hemşire, mühendis, polis gibi tercihlerinden usanmış biri olmama rağmen Kıbrıslı öğrencimizin benim bile hayallerimden uzak tercihini ilk defa duymuştum. O Kıbrıs’lı öğrenci tıpkı, olmak istediği meslek sahibi gibi gerile gerile ‘iş adamı’ olacağını söyledi.
Neden öyle söyledi hatırlamıyorum. Biraz konu üzerinde konuştuk, özgüveni çok yüksekti, çok kararlı ve bilinçli bir tercihti tercihi. Araştırmış, düşünmüş, üstelik ebeveyni veya ailesinden kimse iş adamı değildi.
İnsanların ülkemizde memur olmak için birbirleriyle nasıl yarıştıklarını herkes görüyor. Neden insanlar memur olmak için yarışıyor? Elbette bunun için pek çok neden sayabiliriz ancak insanların çok büyük kısmının uzun süreli zorunlu hizmet görevine rağmen geniş kitlelerinin memurluğu tercih etmelerini çeşitli nedenlere sığdırmak belki asıl nedeni gizlemekten başka bir işe yaramaz.
İnsanlar daha düşük maaş aldığı halde memurluğu özel sektördeki işe tercih edebiliyor. İş garantisi, memurluğa geçiş için önemli bir ölçüt. Bunun yanında devlet memurlarının çalışma saatleri, sosyal hakları özel sektörden çok daha iyi. Ancak yine de bunlar insanların devlet memuru olma isteklerinin açıklamaları değildir.
Özel sektörde 3000 lira maaş verilen vasıflı işi değil de, devlette 2000 lira maaş verilen vasıfsız işi tercih ne sosyal haklarla, ne de başka bir şeyle izah edilebilir. Bu durumun bilinç altına işlenmiş bir durum olduğunu söylemek en doğru tespittir.
Duyarsınız, büyükler, yaşlılar, ebeveynler herkes söz birliği etmişçesine devlete kapak atmanın faziletlerinden bahseder durur. Bu gençlere sürekli yapılan bir telkindir adeta. Yapılan toplumsal telkinin etkisi o kadar büyük olur ki, yıllarca KPSS kurslarında dirsek çürütmekten kariyer yapmayan gençleri görürsünüz.
Yüzbinlerce öğretmenin, özel okullarda o kadar açığa rağmen, 30 saatlik ücretli öğretmenliği diğer bütün işlere tercih etmesinin bir izahı olamaz. KPSS ile atanma sırası beklemenin ötesinde, verilen asgari ücretten düşük ücrete rağmen ücretli öğretmenlik garabetinin tercih edilmesi hayret uyandıracak şey.
Gençlerimizin elinden başka iş gelmemesi, söz konusu bir enstrüman çalamamaları, bir hobilerinin olmaması, bir başka uğraşıyla ömürleri boyunca hiç uğraşmamış olması, dil bilmemeleri, KPSS’ye çalıştıkları kadar başka hiçbir şeye çalışmamaları doğrusu acı bir gerçektir.
Öğrencilerden bazıları ders çalışmaz, okulu boş verirdi. Tamam ders çalışmıyorsun, onun yerine ne yapıyorsun diye sorardım. Çünkü hayat okuldan ibaret değil. Belki eğitim sisteminin görmediği bazı değerli işlerle gençler uğraşabiliyor olabilir. Mesela spor gibi…
Okullarda spora değer verilmiyor, okullar gençlerin sporda kariyer yapmaları için en uygun yer ancak bunun için ne eğitim programlarında ne de toplumsal anlayışta bir yer var. Kısmen eğitim sistemi içinde sporla uğraşmak isteyenler için düzenlemeler yapılmıştır ancak toplumsal anlayışımız yüzünden bunun uygulanması çok sınırlı kalmaktadır.
Eğitim deyince, sonucu devlete çıkan eğitim süreçlerinden geçmek geliyor insanların aklına. Eğitim bu değildir. Eğitimi böyle yapan şey, kurgulanmış sistemin kimin ihtiyacı olan insanı yetiştirmek istediğiyle ilgilidir.
Devletin sporcuya ihtiyacı yoktur, sanatçıya ihtiyacı yoktur, devletin kaynakçıya, çiftçiye, oto tamircisine ihtiyacı yoktur. Devletin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiş insanları yetiştiriyor okullar. Bu nedenle eğitimde yapılan düzenlemeler hep devletin ihtiyaç duyduğu insanları daha nitelikli hale getirme üzerine olmuştur. Yapılan düzenlemeler hep buna hizmet etmiştir.
Eğitim kurumları toplumun ihtiyaç duyduğu insanları eğitmelidir. Toplumun her kademesinde ve her kesiminde ihtiyaç duyulan işleri görecek insanları yetiştirmelidir okullar. Daha çok matematiğe ihtiyacımız yok, daha çok fiziğe ihtiyacımız yok, daha çok Türkçe, daha çok tarih bizi bir yere götürmüyor, götürmeyecek.
İhtiyacı olana daha çok matematik verilsin, ihtiyacı olana istediği bütün akademik dersler verilsin ancak, çocukların sınav maratonlarında daha iyi sonuçlar elde etmesi için olmasın bu çaba. Çünkü başlı başına bu bile toplumun ihtiyacı olan beyin gücünün yetişmesine engel teşkil ediyor. Yıllardır uygulanan üniversite giriş sınavlarının her türlüsü üniversitelerimize ne kazandırdı, topluma ne kazandırdı? Bizler uzaya astronot mu gönderdik bu sınavları yaparak?
Bunca yıl yaptığımız şeyler bizi ihtiyacımız olan sonuçlara ulaştırmadı. Özellikle eğitim konusunda yaptıklarımız olmamız gereken yerin çok uzağına getirdi bizi. Gençlerimiz yüksek eğitim almış niteliksiz insanlar oldular. Yüksek eğitim almış ama üretim yetenekleri sınırlı insanlar yetiştirdik.
Eğitimde bir zihniyet devrimine ihtiyaç var. Bu zihniyet devrimi geciktikçe tren kaçacak ve toplum olarak istediğimiz sonuçlara ulaşmakta çok zorlanacağız. Eğitim önemlidir, eğitim doğru insanların elinde şekillenmelidir ve her şeyden önce nasıl insan istiyoruz oradan başlamalıyız…
Mahir KILIÇOĞLU
egitimg@hotmail.com