Türkiye’nin Kıbrıs davası bu ülke topraklarında yaşayan herkesin ortak fikir birliği içinde olduğu bir kaç milli konulardan biridir. Kıbrıs Barış Harekâtı, Anadolu coğrafyasına hapse mahkûm edilmiş Türk’ün yüzyıllar sonra gelen fetih harekâtı oldu adeta. Anadolu’dan kafasını uzatmasın diye her şey yapılmıştı Türk milleti için. Ancak 1974 yılına gelindiğinde Türkiye için planlanan bir çöküş iken, birden bir uyanış oluvermiştir Kıbrıs Barış harekâtı.
Rumlar, ortak devletin kurulmasından kısa bir süre sonra silahlanmaya ve Türkler üzerinde baskılarını artırmaya başladı. 1964 yılında Türklere artan baskılar üzerine o zamanki Türkiye hükümeti Kıbrıs’a çıkarma kararı alır. 5 Haziran 1964 Tarihli Johnson Mektubu ile Türk-ABD ilişkilerini de ciddi şekilde zedelenmesi sonucunda da Türkiye Kıbrıs konusunda müttefiklerinden ayrı olarak kendi planını yaptı.
Rumlara karşı Türkleri zaten 1960 öncesinde organize etmiş ve TMT kurulmuştu. 1964’ten sonra bir yandan Kıbrıslı Türklere Türkiye’de askeri eğitim verilirken, diğer yandan gizli gizli silah yardımı da yaptı Türkiye.
Türkiye’nin planlarının farkında olan Rum tarafı, muhtemel bir Türk çıkarmasına karşı ciddi tahkimatlar ve hazırlıklar yaptılar. Adanın her tarafında bugün bile görebileceğiniz kalınlığı bir metreyi bulan beton tank korunakları, uçak savar mevzileri, zırhlı ve paletli askeri araçlar vs. ile çepeçevre adayı muhtemel bir Türk çıkarmasına karşı her şeyi yaptılar.
1974 Barış harekâtına gelmeden önce, Rumların tahkimatlarını gören Amerikan ve İngiliz askeri uzmanlar, onlara tam not vermiş ve çok iyi bildikleri Türk ordusunun bu tahkimatları 15 yılda geçemeyeceğini söylemişler.
Zaten toplumsal olarak megalomaniye tutulmuş olan Rumlar, kendilerine Amerikan ve İngiliz askeri uzmanların bu sözleriyle daha da bir dev görüp (ilginçtir ki) 15 Temmuz’da darbeyle Makarios’u devirdiler, önce Kıbrıs Helen Cumhuriyetini ilan ettiler, ardından da hemen adayı Yunanistan’a bağladılar.
Türkiye 1960 antlaşmasındaki garantörlük haklarını kullanarak adaya çıkarma kararı aldığında Rumlar kendilerinden çok emindiler. 15 yılda aşılamayacak bir askeri tahkimatları vardı.
ABD, İngiltere ve diğer batılı devletler, Türkiye’nin aslında resmen sessiz kalarak bu harekâta kalkışmasını izlediler. İzlediler diyorum, 1964 yılında Johnson Mektubu ile Türkiye’yi siyasi nezakete sığmayan şekilde uyaran ABD bu kez olacakları izlemekle yetindi desek yeri olur. O dönemdeki ABD arşivlerinde de aslında bunu teyit eden bilgiler mevcuttur. Çünkü daha önce iki kez adaya müdahale kararı alıp yarı yoldan dönen Türkiye’nin harekâtı gerçekleştiremeyeceği inancı çok kuvvetliydi.
Bundan da öte Rumların çok iyi silahlanmış olması ve çıkarma harekâtının zorlukları, muhtemel bir başarısızlıkta Anadolu coğrafyasından başını çıkarmaya yeltenmiş Türklere iyi bir ders olacağı hesaplanmıştı.
Türk ordusunun elinde çoğu Amerika’nın demode olmuş silahları vardı. Amfibik kuvvetlerin sınırlılığı, ülkenin ekonomik zayıflığı, halkın 50 yıldır savaş görmemiş olması vs. dezavantaj olarak görülüyordu. Harekâtın yazın olacak olması bile başlı başına bir kriz oluşturabilecek nitelikteydi. Çünkü su, adada ciddi bir sorun ve askerlerin büyük kısmının çıkarma sırasında kaybedilmesi, çıkarmanın direnç yüzünden uzaması, Türk ordusu için ve Türkiye’nin Kıbrıs politikaları için felaket anlamına geliyordu.
Nitekim Türkiye’nin denizden çıkarma yaptığı ilk yer Girne’deydi. O bölgede 25 bin* Rum Milli Muhafız Ordusu askeri ve her türlü zırhlı ve paletli teçhizata karşılık Türkiye ilk gün birkaç bin asker çıkarabiliyor Girne Pilatini sahiline ve askerce taşınabilecek hafif silahları, en büyüğü 80’lik havanları vardı.
Bütün bunları bilen ABD ve ortakları harekâta sessiz kaldılar. Türkiye özellikle haberleşme konusunda büyük sıkıntılar yaşadı. ABD’nin hibe ettiği telsizler Türk ordusunun işine yaramadı, çünkü çalışmadılar. Kendi savaş gemimizi vurduk, çok dar bir plajdan çıkarma yapmaya kalktık ve Rum’un gerçekten çok iyi hazırlıkları vardı.
15 yılda başarılamaz denilen çıkarmayı tamamlamak 15 gün bile sürmedi. İkinci günde, aynen hedeflendiği gibi Girne-Lefkoşa hattı güvence altına alındı. 25’inci günde adanın 1/3’ünden fazla alan Türklerin eline geçmişti.
Kıbrıs sadece jeopolitik konumundan dolayı önemli değil bizim için. Onun önemi, bizim mahkûm edildiğimiz makûs talihimizin kırıldığının göstergesi olduğu için bir moral kaynağıdır. Size Oğuz Kalelioğlu’nun Magosa savunmasını youtube’tan izlemenizi tavsiye ederim.
* Bir şaşırtmayla Magosa sahillerine karpuz yüklü gemiler gönderilmiş. Bu gemileri gören Rumlar asıl çıkarmanın Magosa tarafından olacağını düşünüp, Girne’deki 25 bin askerin 5 binini Magosa tarafına kaydırmış.
Mahir KILIÇOĞLU
mahirkilicoglu@hotmail.com