KKTC’de yaşamanın ne demek olduğunu anlamak için burada yaşamak gerekiyor. Çifte standarttın, yolsuzluğun, adaletsizliğin, ayrımcılığın, yalancılık ve iki yüzlülüğün ne demek olduğunu burada çok rahat görürsünüz.
Kamu sektörü tamamen bitmiştir. Yasalar yeri geldiğinde katı şekilde uygulanır, yeri geldiğinde alabildiğine esnetilir hatta kimse yasayı takmaz.
Okul servislerini örnek vereyim size: Okullara öğrenciler ücreti kamu tarafından verilen servislerle taşınır. Bunun için genel bir servis ihalesi açılır ve çeşitli firmalar bu ihaleye katılır. Okul servisleri dökülür, arızalıdır, frenler dahil pek çok temel güvenlik kontrolünden geçemeyecek düzeydedir, denetim olmadığında yollarda gezer, öğrenci taşımaya devam eder.
Yine okul servisleri, şoförler ve araç firmanın kâğıt üzerinde çalışıyor gösterdiği şoför ve araç değildir ama denetim yapması gerekenler denetleme yapmadığı için öğrenciler firma sahibinin insafında taşınır dururlar.
Öğrenciler sürekli okullara geç bırakılır, okullardan geç alınır. Bazen hiç gelmez servis ya da 2-3 saat geç gelir. Bir yetkili kalkıp bu sorumsuzluğun hesabını sormaz firmalara. Anlayacağınız kimse kimsenin kuyruğuna basmaz Kıbrıs’ta.
Herhangi bir işlem sırasında tüzük böyle diyor diye bire bir tüzüğü uygulayan kamu görevlisi, iki dakika sonra aynı tüzüğün bir başka maddesini onu şimdi uygulayamayız deyip, keyfi şeyler yapabiliyor Kıbrıs’ta.
Ya da hükümet meclis kararı gereken bir yasal düzenlemeyi, herhangi bir meclis kararı olmadan, yasa yürürlükte iken, kişilerin o yasadan kaynaklanan (vatandaşlık hakları gibi) haklarını KKTC Anayasasına aykırı şekilde durdurabiliyor. Buna da kimse sesini çıkarmıyor, sesini çıkaranı da kimse Meclis dahil kimse dikkate almıyor. Çünkü mağdur olanlar herhangi bir şekilde kendi yakınları falan değil…
Devletin birimleri yasal gücünü toplumun bir kesimine karşı yaptırım aracı olarak kullanmayı artık normal görüyor. Çok iyi iş yapan bir iş yeri, sırf sahibinin menşeinden dolayı durup dururken ağır vergi borçlarıyla karşı karşıya bırakılıp iflasa sürüklenebiliyor.
2012 yılına kadar Türkiye'den gelen insanlar üzerinde o kadar çok baskı kuruldu ki, inanılmaz boyuttaydı. Oturumlar uzatılmadı, hak eden kişilere vatandaşlık verilmedi, doğumla bile kazanılmış haklar Türkiye’den gelen insanlardan esirgendi veya insanlara bürokratik engel çıkarıldı vs.
Sonra bu baskılar üzerine birden 70-80 bin insan Türkiye'ye döndü. Sadece Güzelyurt’tan 45 bin kişi ayrılmıştı. Bu nedenle tarımda ciddi sıkıntılar yaşandı, işçi bulunamıyordu. Güzelyurt esnafı 2012'nin Mart ayında siftah yapamıyoruz diye eylem yaptı.
Türkiye'den gelenler gitsin diyordu birileri gelenlerin çoğu gittiler, gidecekler. Ancak KKTC'de ekonomi o gitsin dedikleri insanlar sayesinde dönüyordu. İşte Güzelyurt esnafını sokağa dökende tam olarak buydu.
O sıralarda çalıştığım okulda bir veli geldi yanıma, o günlerde asgari ücret Kıbrıs’ta 1300 TL, Türkiye’de 700 TL kadardı. Ne iş yapıyorsun dedim, çoban olduğunu söyledi.
Türkiye'de de çobanlık yapıyormuş. Kıbrıs'ta daha iyi kazanırım diye gelmiş ama hiçte öyle değilmiş. Çalışma şartları çok kötüymüş diye anlattı...
Tam o anda Türkiye basınına da yansımış bir çoban ilanı vardı elimde. Tesadüfün böylesi işte… Bu ilanı gösterdim ona, Türkiye'de kendi memleketinde veya yakınlarında, ayda 2 bin tl maaşla, lojmanlı, sigortalı çoban aranıyor; dedim istersen başvur. İlanı aldı, inceledi cebine attı ve gitti. Bir daha da göremedim o veliyi, çocuğunu da...
Kıbrıs’ta insanlarda tam anlamıyla öğrenilmiş çaresizlik var. Ne yapalım biz böyleyiz diye sorunlara karşı duyarsızlık, gidişatı kabullenme var. Halka bir vizyon gösteren bir umut veren lider yok.
Köşe başlarını tutanlar, önemli konumdaki kişiler toplumsal sorunlara karşı yeterli duyarlılıkta değildir. Ya da yeni sorunlar açacak çözümler ortaya atarlar. Türkiye’yle KKTC arasındaki uyumu bozacak, çalışmaları sabote edecek açıklamalar, uygulamaları KKTC’nin etkili ve yetkili kişileri yapar.
Kıbrıs’ı yazmaya devam edeceğim. Sonraki yazıda pideciyi anlatacağım size…