Küçüklüğüm bir köyde geçti. Köy okulunda okudum, çoğu zaman tek öğretmeni olan bir okulda birleştirilmiş sınıfta ders gördüm.
Kocaman ve yemyeşil olan okul bahçesi bize futbol oynamak, çimenlere oturmak, ağaçlara çıkmak için her zaman fırsatlar sunardı.
Yokluk yıllarıydı. Okulun odunu, kömürü olmazdı. Evden okula odun ve kömür taşırdık. Bazıları tezek taşırdı. Sırayla sobaları yakardık.
Tuvaletler dahil okulu öğrenciler olarak nöbetleşe temizlerdik. Sonra teneffüslerde bir topun peşinde bütün öğrenciler koşarak oynardık.
Şanslıydık, hava çok soğuk olmaz, kar çok yağmazdı.
Şanslıydık, okulumuzun bahçesi dört mevsim yem yeşil çimendi.
Şanslıydık, okuldan çıkınca kimimiz köy işleri yapar kimi çevredeki derelerde yüzer, oynar, balık tutardık.
Şanslıydık, dalından böğürtlen, çeşit çeşit meyve koparıp yerdik.
Şanslıydık, ailemiz zedelenen, yaralanan dizimiz için değil, çimlerde dolayı yemyeşil olan kıyafetler için bize kızardı.
Şanslıydık, öğretmenlerimiz bize çok şey öğretmişti...
Hayvanlardan, özellikle köpeklerden korkmayı değil, bizim olmayan köpekten sakınmayı öğrenmiştik.
İnekleri kadınlar sağar, yemini, suyunu biz erkekler verirdik.
Evde herkesin bir işi, herkesin bir görevi vardı. Bazen oyuna dalar, oyunun en tatlı yerinde çağrılır, iş tutardık. Çocuktuk, oyunun bölünmesinden nefret ederdik ama iş bitince tekrar oyuna dönerdik.
Kurbağa, kaplumbağa, yılan, çeşitli börtü böcekler sevilmezdi çoğu kimseler tarafından. Ancak yanımızda, yöremizde her daim bunlarla yaşardık. Korkmayı değil, sakınmayı öğrenmiştik.
Ağaçlara çıkar, tarzancılık oynardık. Daldan dala geçer, ip sarkıtıp sallanır, bazen ağaçta mahsur kalırdık ama ağaca çıkmaktan da hiç vaz geçmezdik.
Ateşle oynardık, bazen tehlikeyle karşı karşıya gelirdik ama bütün çocuklar ateş yakmayı, onu kontrol etmeyi bilirdi.
Söğüt dalından düdük, kamıştan kaval, çeşitli dallardan sopa, mızrak, ok ve yay yapmayı öğrenmiştik.
Kendi uçurtmamızı kendimiz yapar, gökyüzünde kendimiz uçururduk.
Şimdinin çocukları bizim kadar şanslı değil. Balık avlamayı bilmezler, bir tavuk nasıl beslenir, domates nasıl çapalanır bilmezler.
Ağaca çıkmayı bilmezler, yükseklerde gezmeyi, dengelerini kurmayı öğrenememişlerdir.
Ateşle oynamayı bilmezler, geceleri ucu kor alev olmuş çubuğun karanlıkta zikzaklar çizerek dans edişini görmemiştir çoğu çocuk.
Çocuklar şimdilerde uçurtma yapmayı bilseler bile onu güvenle uçuracakları yerlere sahip değiller.
Bilgisayarla, teknolojiyle iç içe büyüyen çocuklarımız kendi geleceklerini hazırlanıyorlar. Bu gelecek onları başkalarına bağımlı hale getiriyor.
Kendine yeten, kendi kendine pek çok işin üstesinden gelen, aynı anda pek çok yeteneğe sahip bizim çağın insanı bu dünyadan göçtükten sonra çocuklarımız doğayla uyum içinde yaşamayı nasıl öğrenecek bilemiyorum.
Kendi korunaklı şehir hayatları onları doğanın vahşiliğinden şimdilik koruyor olsa da gün gelecek doğanın gücüyle de karşı karşıya kalacaklar.
Çocuklarımız hayvanlarla, doğayla uyum içinde yaşamayı öğrenmeli. Bu, onlara olan bir borcumuzdur. Hayvanlardan korkmayı değil, onlardan sakınmayı öğrenmeleri gerekiyor.
Doğayla savaşmayı değil, doğayla uyum içinde yaşamayı öğrenmeli çocuklar.
Hayvanların ve ağaçların da bizim üzerimizde hakları var. Bu haklara saygı duyarak yaşamayı öğrenmeden şehirlerde başıboş gezen köpekler sorun olarak duracak.
Hayvanları belediye barınaklarına toplamak çözüm değil. Çözüm şehir hayatının o çok katlı apartman kültürünü terk edip, doğanın parçası olarak yaşamaktan geçiyor.