Kara Harp Okulu’nun bazı mezun teğmenlerince resmî yeminden sonra yapılan ikinci bir yemin hepimizin malumu. Yani paralel bir yemin. Özellikle de yapılan yeminin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 2016 tarihinden itibaren yasaklanan "subay yemini" oluşu bile başlı başına suç unsuru olmasına yetmekteydi.
Kimisi bu paralel yemini gerçekleştiren mezun teğmenlere ideolojik gerekçelerle ve işin aslını düşünmeden sahip çıkarken, işin farkında olan ekser vatandaşımız da bunlara gereken cezanın verilmesinde yana bir tavır koydular.
İdeolojik körlük içinde olanlar bunların yaptıklarına karşılık meslekten ihraçla karşı karşıya kalışlarını görünce ideolojik sağırlıkla höykürmeye başladılar bile.
Geçmişte yaşadıklarımızdan çıkardığımız dersler höykürmelere bakılmayacağını göstermektedir.
Devlet aklı kimin ne dediğine bakmaksızın doğruluktan yana işler.
Bu devlet aklı, zamanın Genel Kurmay Başkanının umursamaz tavırlarına “bu ülkeyi sen mi yöneteceksin ben mi” yollu çıkışıyla ayar veren; zamanın Jandarma Genel Komutanı’nın milletin değerlerini hiçe sayan küstahça konuşmasına “kes lan” diyen ve konuşma üslubu küstahça başka bir Genel Kurmay Başkanına “otur oturduğun yerde” diyerek haddini bildiren bir akıldır.
Bu genç teğmenler geçmişi iyi bilsinler. Bilsinler ki birilerinin maşası olunacaksa bu askeri masada olamaz. Yoksa Peygamber ocağında Batının el yakan korlaşmış maşası ya da ele yarayan karıştırmasıyla onursuz bir mikser olur.
O yüzden fitneliğin askeriyede kök salıp harlanmasına asla izin verilmemeli.
Bugün daha öğrencilik yıllarında dahili menfaatleri değil de harici menfaatleri önceleyen birileri, yarın göreve geldiklerinde nasıl korkunç birileri olabileceğini yakın geçmişimizde fazlasıyla gördük şu güzelim ülkede.
Geçmişte orduda bu tür maşaların Peygamber Ocağını hep başkaları adına nasıl karıştırdıklarına da şahit olduk.
Hep Peygamber Ocağı diyeceksin hem de inançlı komutanlara tüm kapıları kapatacaksın. Ne adına? İrtica adına.
Bu maşalar bir irtica heyulesiyle nice canlar yaktı bu ülkede.
Nice ocaklar söndürdü Peygamber Ocağı adına.
İçki içmeyen komutanlar bu ucube heyuleyle ordudan ihraç edilmediler mi?
Namaz kılanlar fişlenmediler mi?
Hanımı örtülü diye engellenmediler mi?
Daha askeri okulların kapısından girmeyen öğrencilerden başı açık anne fotoğrafları istenmedi mi?
Örtülü oldukları halde çocuklarının istikbali kararmasın diye istemeye istemeye bir anlık da olsa başını açıp fotoğraf çeken anneler olmadı mı?
Bu uygulananlar muvazzaf asker içindi; ya peki er seviyesindekilere uygulanan muamelelere ne denmeli?
Askerlik yapan her insanımızın askeriyede inancımıza karşı su'i amel içinde olan bazı maşa paşalarla ilgili bir anısı vardır mutlaka.
Askerliğimi kısa dönem yaptım ve silah altına alınış tarihim 1994 yılı ve o yıl, Refah Partisi'nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarını kazandığı yıl. Eğitimimizden sorumlu maşa paşa bir yüzbaşı kıldığımız namazları engellemekle kalmayıp Erbakan'a yaptığı galiz küfürler hala belleğimde. Biz üniversite mezunlarına Peygamber ocağında edebe sığmaz bu muameleyi reva görenler, diğer erlere ne yapabileceklerini varın siz düşünün.
Ankara Sincan ve de Etimesgut'ta oturanların Kızılay ya da Ulus'a gittiklerinde askeri birliklerin olduğu alandan geçmek zorunda olduğunu bu bölgede oturanların hepsi bilir. İlk celp döneminden tutun da yemin törenlerinin olduğu günlerde yol üstündeki bu askeri birlik etrafında trafik adeta durma noktasına gelir. İşte o günler ana baba günü olurdu. 28 Şubat'ın start verdiği bölge de buralardır.
28 Şubat sürecinin devam ettiği o günlerde Sincan'da dolmuşa binmiş Ulus'a gidiyordum. Etimesgut'tan çıkmanın imkânsızlığına hele bir de klimasız bir dolmuş denk gelmişse ki o yıllarda klimalı dolmuşlar da yok gibiydi, yol işkencesinin en alası yaşanırdı. Trafiğin tıkanıklığından anlardık yine bir yemin töreninin olduğunu. Bir de o bölgenin askeri bir mıntıka oluşu nedeniyle Sincan'ı Ankara merkezine bağlayan yol güzergâhının en dar kısmına buradan girilirdi. İki üç şeritten müteşekkil kocaman genişlikteki yollar burada tek şeride iner adeta bu yörenin insanını çileden çıkarırdı. Bu haldeyken devam eden yolculuğum esnasında insan selinin oluşturduğu mahşeri kalabalığın manzarasında dikkatimi çekense çarşaflı bir kaç bayanın sırf örtüleri yüzünden askeri alan dışında, tel örgülerinin önünde hummalı birer yaratık gibi bekleyişleri olmuştu. Yemin töreni için gelmiş bu annelerin tek amacı peygamber ocağına teslim ettikleri evlatlarını görmekti. Alınmamışlardı içeriye. Bir böcek gibi ezilmişlerdi. Ezilmişlikte onlar bir simgeydi sadece. Asıl maksat o simgeleşmiş ezik insan profili üzerinden inançlı tüm halkımıza aba altından sopa göstermekti. Böyle bakıyorlardı Anadolu insanımıza. Bu bir zulümdü ve çaresizliğin dibi yaşatılıyordu kendilerine. Sessiz feryatlar sadece sahibince duyuluyordu ve yakıyordu tüm hücrelerini.
Sincan'da tank yürütmenin altında yatan sebeplerin başında bu milleti ezmek vardı. Çileli yollarımızdan çektiklerimizin nedeni de yine buydu. Tüm bunlar dize getirilmeyen bir milletin ordu içindeki maşalarca hizaya getirilmesi adına yapılıyordu. Bir bakıma Sincanlılar imani kimliklerinden dolayı cezalandırılıyordu. Ankara Büyükşehir Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlıkları nasıl Refah Parti'sinin eline geçebilirdi? Bu ezilesi insanlardı onları başımıza seçenler. O yüzden bunlara oy veren kesim zinhar ezilmeliydi.
Hele Sincan Belediye Başkanı'nın geldiğinde yaptığı ilk icraatın önceki Başkanın Sincan'ın en gözde döner kavşağına diktiği orak-çekiç figürünü yıkıp yerine bizi temsil eden sur, orta yerine dikilen sütun ve üzerine yerleştirilen bir dünya küresi ile üstünde tutturulan tuğra figürü hepten çileden çıkarmıştı dönemin maşalı paşalarını... Bir türlü icraatta bulunmasına izin verilmiyordu Ankara BB başkanının...O yüzden yollarımız daracıktı bu askeri bölgede.
Maşalı Paşalar hiçbir zaman rahat durmuyordu ve durdurulmuyorlardı. Öyle ki bin yıl süreliğine bu millete çektirmedikleri kalmayacaktı.
İmam hatip liselerinde Milli Güvenlik dersine subayların girme mecburiyeti getirilmek suretiyle kız öğrencilere başörtü üzerinden yaptıkları baskılar bir nesli devşirmenin hamlesiydi.
FETÖ yapılanması da bu maşa paşaların açtığı yolun bir sonucuydu. PKK ile kol kol gezenler de yine bu maşa paşalardı.
Ülkemizin canına okuyan bu maşa paşalar yeri geldiğinde fikir ve vicdan hürriyetini hiçe sayarak inanan insanların siyasi partilerini eften püften bahanelerle kapatmaları yetmezmiş gibi milletin canına okuyan darbelerden de hiçbir zaman geri durmadılar.
Ülkemizde her ne zaman milletin uyanışına yol açan gelişmeler sahnelense 'genç subaylar'ın kulağına yapılan fısıltılar ortamı germeye yeterdi.
Karanlık mahfiller, maşa paşaları bu milletin başında Demoklesin kılıcı gibi gösterir ve ne tür faaliyet olursa olsun fark etmeksizin tüm sahalarda yaşananları istedikleri kıvama getirirlerdi.
İnancından dolayı dönemin Başbakanına en alt seviyedeki maşalarla gün yüzüne çıkmayan küfürlü sözlerle edilmedik hakaret bırakmamışlardı.
Bugün gelinen noktada Peygamber Ocağımız asli hüveyetine bürünmüşken şanlı Ordumuzu, olası her türlü sızıntılardan korumak gerekir.
Yanlışlık yapan bu teğmenlerin teşebbüşte bulundukları müessif eylemleri elbette cezasız kalamazdı...
Mustafa Salim
17 Kasım 2024 Ankara