MAHİR KILIÇOĞLU mahirkilicoglu@hotmail.com

MEB KURSLARI VE ÖĞRETMENLER

25 Ağustos 2016 Perşembe 22:07

2000’li yılların ortasında eğik yazıya geçildiğinde müfredatlar da değişmişti. Yeni müfredatı ve eğik yazıyı öğretmenlere bir haftalık seminer programları ile anlattılar.

İlk üç gün eğitime müfettişler geldi. Sistemde gerçekleştirilen değişiklikleri anlattılar. Her gün ayrı bir müfettiş geldi ve üçünün de dediği şuydu; “Arkadaşlar aslında bir şey değişmedi, amaçlar hedef, davranışlar kazanım oldu, o kadar”. Biz öğretmenlerin hepsi aynı şeyi söyledi, “Sorun değil, amaçları hedef, davranışları kazanım yazar geçeriz” dediler.

Dördüncü gün, yakın zamanda yüksek lisansını tamamlamış genç bir öğretmen geldi. O farklı şeyler anlattı; “Arkadaşlar sistem tamamen değişti, katı davranışçı yaklaşımdan, bilişsel-davranışçı yaklaşıma geçildi.”

Beşinci gün Hacettepe’de doktorasını yapan başka bir öğretmen geldi seminere. O da bir gün önce bize gelen öğretmenin anlattıklarını anlatıyordu. Yeni sistemin neler getirdiğini, dersleri nasıl işleyeceğimizi, etkinlikleri, öğrencilerin daha aktif olacaklarını falan anlattı.

O müfettişlerin daha sonra ne olduğunu bilmiyorum ama yaşadığım bir tecrübe daha var ki evlere şenlik. Bir yerden gelen ödenekle, bulunduğum şehirdeki bütün öğretmenleri akşam saat 5’ten, gece 10’a kadar zorunlu kursa aldılar. O kursları organize eden il milli eğitim müdürlüğü.

Ders verenlerde biri öğretmenlere sınıf yönetimini anlatıyor. Anlattığı şeyler benim daha önce görmediğim, duymadığım şeyler; o sıralarda yüksek lisans çalışması yapıyorum, elimde pek çok akademisyen tarafından yazılmış sınıf yönetimi kitapları var. Tez çalışmam içinde hepsini okuyordum. Dersi verenin anlattığı ve benim aklımda kalan en çarpıcı konu, okullardaki öğretmen ve öğrenci tipleri.

Akşam eve gidince bütün sınıf yönetimi kitaplarını okudum. Konu dikkatimi çekmiş, böyle bir tanımlamalar bütününün okulda etiketlemeden başka bir işe yaramayacağını çok iyi biliyorum. Ertesi gün o hoca yine ders veriyor. Bir şey oldu, söz aldım konuşmaya başladım. Oturduğum yerden konuşuyorum. Dersi veren bey hem konuşmamı yarıda kesti, hem de böyle konuşmamı ayıpladı. Senin sınıfında öğrencilerin böyle yapsa ne yaparsın. Ayağa kalkıp konuşmam gerekiyor, konuşurken şunlara şunlara dikkat etmeliymişim…. “Ne ben burada öğrenciyim, ne de siz benim öğretmenimsiniz” dedim ve anlattığı şeylerle ilgili kritiğimi yaptım. Sınıf yönetimini çok iyi biliyorum, bu konuyu bana anlatacak adam benden iyi olmalı. O sınıfta benim seviyemde başka öğretmenlerde vardı. Anlatılan şeyler mevcut kitaplarda olmadığı gibi bilimsel olarak anlamı yok, işe yaramaz. Bütün bunları teker teker saydım ve nerden buldun hocam bu anlattıklarını, ben hiçbir kitapta göremedim dedim.

Dersi anlatan bey, söylene söylene, gözlerinden yaşlar akarak sınıftan ayrıldı. Sınıf yönetimi anlatan adam, derse girdiği sınıfı yönetmekten aciz. Sınıfta kriz çıkmış, krizi çözmekten aciz.

Biz öğretmenler yıllarca işte böyle ehil olmayan insanların kurs, seminer vb. eğitimlerine katılmak zorunda kaldık. Elimde kaç tane kurs belgesi var bir bilseniz. Bunların içinde nitelikli eğitim verilenler var elbet. Ancak çoğu ehil olmayan insanlar tarafından verildi.

Bakanlıkça hazırlanan eğitimlerin eğitmenlerinin şimdilerde geçmişe göre çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Ancak sadece eğitmenlerin nitelikleri sorun değil, eğitim programlarının kendisinde de sorun var. Hatta bizzat açılan kursun, seminerin kendisi sorun. Söz gelimi birkaç haftalık kurslarla öğretmenlerin bir alandan başka alana geçirilmesi veya insanlara öğretmenlik verilmesi.

Bunun son örneği, 80 saatlik kursla, özel eğitim öğretmeni ihtiyacının karşılanmaya çalışılması. Özel eğitim öğretmeni açığı kolay kolay kapatılamayacak bir açık. Okullarda ciddi öğretmen açığı mezun olanların ve eğitimi devam edenlerin hepsi atansa bile kapatılacak gibi değil. 

Bu tür eğitimlerle çıkan sonuca bir örnek vereyim; bir okulun özel eğitim sınıfını göreve ilk başladığım yıl ziyaret etmiştik. Sınıfı görmüş, öğretmenle konuşmuştuk. Tenefüste, öğretmenler odasında o sınıfın özel eğitim öğretmeni bana yaklaşıp “Hocam bu öğrencileri nasıl yerlerine oturtacağız, nasıl sınıfta hâkimiyet kuracağız.” diye sordu.

Aslında sınıf öğretmeni olan, birkaç günlük kurslarla özel eğitim öğretmeni olmuş bu meslektaşın yaşadığı çaresizliğe çok üzülmüştüm. Çünkü biz sınıf yönetimi konusunda çok ciddi eğitim almıştık. O öğretmen arkadaşımız maalesef bu konuda hiçbir şey bilmiyordu.

İstisnalar hariç, lisans eğitimiyle kazanılan bir alanın birkaç haftalık kurslarla insanlara öğretilmesi pek mümkün değildir. Çünkü her alanın kendine has bir takım özellikleri vardır ve bu özelliklerin insanlara kazandırılması süreç ve yöntem ister. Söz konusu kurslara benzer kurslarla berberlik belgesi dağıttığımızı düşünelim. Birkaç haftalık kurslarla kalfa bile olamayacak insanlara ustalık belgesi vermek ne kadar abes ise, birkaç haftalık kurslarla bir insana o alanda 4 yıllık lisans eğitimiyle denk öğretmenlik hakkı vermek hem yanlış, hem de haksızlıktır. Bu haksızlık 4 yıllık lisans eğitimi almış kişilerle denk tutulması açısından değil sadece, aynı zamanda eğitim alacak öğrencilere de haksızlıktır.

Geçmişte bu tür hatalar yüzünden kaybettiğimiz 25 yılın zararlarını telafi etmeden hala aynı hataların yapılıyor olması öğretmenlik mesleğine verdiği zarar bir yana, eğitimde niteliğin düşmesine neden oluyor. Bu nedenle bizim önerimiz, madem bu tür eğitimler verilecek, iş başı eğitim örneğinde olduğu gibi, alanında yetkin ve uzman kişilerin denetiminde, ciddi uygulamalarla ve eğitimlerle bunu sürece yaymak yoluna gidilmelidir. Üstelik, verilen eğitimler üniversiteler tarafında onaylanmalıdır, çünkü alan öğretmenliği konusunda en yetkin kurumlar üniversitelerin eğitim fakülteleridir. Böylelikle nitelik sorununu büyük oranda çözecek, tartışmalara son verecek, gerçek anlamda alan öğretmenleri yetiştirecek bir yol tutabiliriz.

Mahir Kılıçoğlu

mahirkilicoglu@hotmail.com

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #