Ülke olarak son yirmi yıllık zaman diliminde birçok alanda sonuç getiren başarılı hamlelerimiz, kadim bir devlet geleneğinden geldiğimiz için geçmişe nazaran yarınların dünyasında lider bir devlet olacağımızın işaretlerini taşıdığından elbette birilerini rahatsız edecek ve bu birileri bizi elbette rahat bırakmayacaktır.
Son olayları tahlil ettiğimizde muhalefetin, Batı’nın direktifleri doğrultusunda üstlendiği görevi bihakkın nasıl deruhte ettiği görülecektir. Vatandaş olarak kendilerine tevdi edilen bu görevin mahiyetini gözden kaçırmakla bir çok şeyi ıskalamış oluruz.
Merkez Bankasına baskınvari yapılan ziyaret, akabinde TÜİK üzerinden oynanan Ali Cengiz oyunları, gelmekte olan felaketin zaten habercisiydi. Bayram dışı gelen öpmelerin hayra alametinin olmaması gibi gelişmelerdi bunlar.
Hani adam gibi adam dercesine sürdürülen bir muhalefetimiz söz konusu olsaydı; mesela iktidarın ülke menfaati icabına olan icraatlarına karşı gelmeyen, yıkıcı değil yapıcı bir siyaset izleselerdi, elbette sözleri kaale alınır, hikmetinden sual olunmaz diye takdir ile karşılanırdı. Gel gör ki Gezi eylemleriyle zahir olan iç yüzlerinden anladık ki yapılan köprülere, havaalanlarına, hastanelere, Kanal İstanbul gibi devasa projelerden tutun da milli silah üretimimize varıncaya kadar menfaatimize olan her şeye karşı çıkışları elbette iyi niyet taşımadıklarının göstergesiydi.
Muhalefetin diğer figüranlarının ellerinde patlayan organize işler kabilinde, yalana dayalı akıl almaz oyunların tek tek bozulması bir yana vatandaşın yüzüne karşı ‘sen koyun bile güdemezdin’ derken kimin sayesinde bir yerlere geldiğinin ima edildiği şamarlı ikazlara muhatap muhalif kanadın bu küçük ortağının başına gelen olaylardan şahit olduğumuz gerçek, suyumuzu bulandırmaya çalışan bir takım kirli ellerin devrede olduğunun işaretiydi.
Vatandaş olarak olaylara sağduyulu yaklaşmayıp akıllıca değerlendirmelerde bulunmazsak, haini kahraman, yiğitlerimizi de birer cânî gibi görmeye başlarız.
Bilindiği üzere Merkez bankasının faizlerini düşürmeye başladığımız andan itibaren bir itibar suikastına maruz bırakıldık. Dolardaki ani yükseliş, petrol fiyatlarındaki artış, haliyle alışverişe yansıyan pahalılık, bu faiz indiriminin bir cezası olarak çıkıverdi karşımıza. Bu, faizden nemalanan haramzedelerin oturdukları yerden milletin sırtından haksız para kazanma yollarının kesilmesinin bir bedeliydi. Çünkü IMF’ye borcumuz yoktu, haliyle yüklü miktarda faize bağlayarak verilen borç paraları da yoktu. Verilen borcun belli kesime dağıtılması diye direktifler de yoktu. Banka hortumlamaları da yoktu. Bu yokluklar, atılan boyundurukların da yokluğu demekti. Bu da millet olarak hür olmamız demekti. Dolayısıyla milleti hürriyetine kavuşturan bu hükümetin nasıl ve başvurulacak ne tür yol olacaksa olsun farketmeksizin yıkılması gerekiyordu.
Anlaşılıyor ki 15 Temmuz’da başaramadıklarını, ekonomik linçle elde etmeye çalışıyorlar. Haliyle ismi konmamış bir savaşın altındayız. Çünkü harp hiledir. Onun için her yola başvuracaklardır. Halk ekmeği kuyruklarının uzunluğundan bile istifade etmeye çalışacaklardır. Alt ve orta gelirli insanımızın üzerinden tertip edilen bu tuzağa düşmemizin faturasının ağır olacağını gayet iyi biliyorlar.
Bugüne kadar dış politikada izlediğimiz siyasetin olumlu sonuçları bizi, dünyada sözü dinlenir bir ülke konumuna getirmiştir. Bizim için iyi olan bu durum elbette batının hoşuna gitmeyecektir. Bizde, vesayete dayalı bir hükümet hep arzulanır olmuştur. Bu yüzden içimizde batının beşinci kol faaliyetini yürüten muhalefetin iktidarda olması kendileri için önem arz eder.
Bugün TÜSİAD, hükümetin aleyhine konuşuyorsa topyekûn saldırıya geçilmiş demektir.
Batı basını ekonomimizin zor durumda olduğunu sürmanşetten verirken Erdoğan’a yüklenişi bile başlı başına bir linç hareketiyken bunlardan medet uman kıt aklın yüzüne; basına yansıyan “Son üç aydır 5 milyar dolar cari fazla verdiğimiz, son kasım ayında 32 milyar lira bütçe fazlası verdiğimiz, olağanüstü artan yatırımlar nedeniyle son 10 ayda yaklaşık 2,5 milyon insanın ilk kez istihdam edildiği, turizmde ilk kez İspanya’nın geçildiği ve kişi başına turizm gelirinin 617 dolardan 840 dolara çıktığı, hâlihazırda 4.500 yeni fabrikanın yapılmakta olduğu, yıllık ihracat gelirinin 220 milyar dolara dayandığı ülkemizde döviz kurlarındaki artış manipülatif saldırı değil de nedir? hakikatini tüm avazımla haykırıyorum.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, bütçe görüşmelerinin son oturumunda konuşurken;
“Buradan bir kez daha ifade ediyorum, dün olduğu gibi bugün de yarın da; asgari ücretlimizi de, memurumuzu da; işçimizi de, emeklimizi de enflasyona karşı ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz. Devletimiz dimdik ayaktadır.” sözleriyle devlet erkanımızın tüm gücüyle milletinin hizmetinde seferber oluşunu vurgularken, diğer taraftan batının tetikçiliğini yapıp, PKK ile kol kola gezen, FETÖ’nün himayesini lütuf olarak gören kesimin karalamasına kanmak samimiyetsizlikten de öte ihanete çanak tutmaktır.
Pandemi döneminde ekonomisi tökezleyen o koca koca devletlerin içinde bulundukları krizi görmezden gelerek kendi ülkesinin bu zaman dilimindeki başarısını hazmedemeyen bir akıl hastalığıyla ve gerçekleri örtpas etmeyi marifet addeden itibarsız bir guruhla karşı karşıyayız.
Ekonomisi çöken bir ülke olduğumuz yalanı, elbette kursaklarında kalacaktır.
Gerçekten muhalefetin yalanlarına böyle kanılıyor mu? Kanmak bu kadar kolay mı?
Düşman uyumuyor görüldüğü gibi. Bizi uyutmak için de her hileye başvuruyorlar. Biz nasıl uyuyabiliriz?
Dün Suriye politikamızdan rahatsız oldukları için Güney’deki başarımızı gölgelemek için Kobani başta olmak üzere içeride ne bombalı eylemlerle karşılaştık. Fakat pes etmedik. Gezi olayları, MİT tırları baskını, 17, 25 Aralık operasyonların sebebi de buydu.
Bugüne geldiğimizde Karabağ'da Ermeni'ye tokat atmamız, akabinde Türk birliğini kurmamız, Akdeniz'de kimseye göz açtırmamamız, Libya'da hesapları bozmamız gibi gelişmeler Suriye politikamızın meyveleriydi.
İHA ve SİHA'larımızla başlattığımız savunma ve taarruzlarımızla da yarınların liderliğimizi baltalamak için Dedeağaç’taki silahlı hazırlıklarını görmeyelim diye ortaya attıkları fakirlik edebiyatıyla dikkat çektikleri ekmek kuyruğuna kafayı takarsak, kafası kuma gömülü devekuşu misali ortalık yerde kalakalırız.
Biz bu sancılı günleri de geride bırakacağız Allah'ın izniyle. Önemli olan zor günlerin adamı olmak. Yoksa kolay günün dostu çok olur.
Mustafa Salim
19 Aralık 2021, Ankara