MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

MİRAÇ'LA YÜKSELENLER VE ALÇALANLAR

27 Ocak 2025 Pazartesi 20:33

Üç ayların başlamasıyla her Müslüman heyecan verici manevi bir atmosferin içinde bulur kendisini. Her yıl böyledir bu durum bizler için. Bu heyecanın sebebi belki de bu ayların, geride bırakılan bir yılın dünya telaşından kaynaklı biriken stresinin ağır yükünden bunalmışlığın yerini ferahlığa bırakacak manevi dokunuşların muştusu olmasıdır. Bazen bir hal dile getirilmeye çalışılırken içinden çıkılmaz bir durum söz konusu olduğunda, “anlaşılması için yaşanması lazım” dendiği gibi bu üç ayların mana derinliğini anlamak için de onu samimi bir kalp ile yaşamak lazım.

Üç aylar hepimizin malumu üzere Recep, Şaban ve Ramazan diye bilinen kameri yılın aylarından oluşur. Bu aylarla ilgili Peygamber efendimizin övgü dolu sözleri bu aylara değer verişimizin en önemli kıstasıdır. Resûl-i Ekrem’in receb ayı girdiğinde, “Allah’ım, receb ve şâbanı bize mübarek kıl ve bizi ramazana ulaştır!” şeklinde dua ettiği, ayrıca Şâban ayının büyük kısmını ya da tamamını oruçlu geçiren Hz. Peygamber efendimizin ramazan dışındaki en faziletli orucun Şâban ayında tutulan oruç olduğunu ifade ettiği rivayetler önem arz etmektedir.

Müslümanlar Recep ayının ilk Cuma gecesi kendilerini Regaip kandilinde bulurlar. 27’inci gecesinde ise Miraç kandili kutlanır. Şaban ayının 15’inci gecesine gelindiğide Beraat kandili karşılar biz Müslümanları. Ramazan ayının 27’inci gecesi ise ifadesini Kur’an’da bulan bin aydan daha hayırlı Kadir gecesidir.

Görüldüğü üzere bu üç aylar bir Müslüman için yoğunlaştırılmış manevi eğitim seminerlerinin verildiği bir zaman dilimi olup diğer günlere nazaran bu günlerin fazla ibadet, zikir ve tefekkürle ihya edilmesi manen yükselmede bir fırsat olarak telakki edilmektedir. Beş vakit namaz, Ramazan orucu, hac ve zekat gibi belli ritülleri olan farz ibadetlerin ihyasıyla birlikte ayrıca bunların fazladan yerine getirilmesi olarak bilinen nafile ibadetlere sıkça yer verilmesi Müslümanın ana gayelerindendir. Bir yerde farzlarla yerine getirilen kulluk görevleri kişiyi nafilelerle daha yüksek derecelere ulaştırır. Bir hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kul(um) bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım.”

 Mizanda sevap ve günahların tartıldığı, sonucun tartının ağırlığına göre şekilleneceği düşünüldüğünde sevap terazisinin ağır gelmesi ebedi hayat için bir esas halini alır Müslümanın yaşantısında. Manevi yükselişte yerine getirilen ibadetler olduğu gibi sakınılması gereken hususların da bir fazr olduğu göz önünde bulundurulduğunda bir mümin Allah’ın yapılmasını emrettiği güzellikleri yerine getirdiği gibi yasakladığı çirkinliklerden de kendisini muhafaza etmesi gerekmektedir. Bu da bilinçlenmenin bir gereğidir. Beş vakit kılınan namazların her vaktinde her Müslüman bir bilinçlenme içinde bulur kendisini. Oruçla da bu bilinç nefsin dirençsiz kalmasıyla çirkinliklere meyletmemesiyle daha da güçlenir. Cuma ve bayram namazlarında bir araya gelinerek yapılan toplu ibadetler, bu bilinçlenmenin devamını salık kılan etmenlerdir. Bilinçlenmenin temelini iman oluşturur. İbadetler bunun takviyesini gerçekleştirir. Birliktelikler de aynı davanın fertlerinde bir güven oluşturur. Müminler, nefsi için istediğini din kardeşi için isteyen, komşusu açken tok yatmanın insanlık dışı olunduğu şuuruna vardığında mersus bir yapı oluştururlar ki İslami toplumun temelleri o zaman atmış olurlar. Bu topluluk öyle bir duyarlı hale gelir ki dünyanın bir ucundaki kardeşinin ayağına bir diken batsa diğer ucundaki kardeşi bunu duyar olur. Tüm mesele bu duyarlılığı gerçekleştirmek ve onu muhafaza etmektir. Düşman saldırıları da bu duyarlılığımız üzerinden gelmektedir. Duyarlılık alanları ne kadar fazla olursa birlik ve beraberlikler de o nispette güçlü olur.

Üç aylar olgusu biz Müslümanların duyarlı olmasının pınarlardır. Ne hikmetse bu üç aylar geldiğinde Müslümanın haklı olarak kendini içinde bularak arındığı manevi atmosferi kirletmeye yönelik bir çok saldırıya maruz kalışı elbette boşuna değil.

Daha önce üç ayların başlamasıyla başlayan saldırılar bugün de dün olduğu gibi Miraç hadisesi üzerine yoğunlaşarak devam edip durdu.

Neymiş, mucizenin ikinci aşamadı olan Miraç hadisedi gerçekleşmemiş. Yani Rasulullah’ın Allahu teala ile buluşması söz konusu değilmiş... Özellikle de hadis literatürüne karşı çıkan çevrelerin bu konuyla ilgili nakledilen ne kadar hadis varsa hepsine karşı çıkarak Miraç olayını sıradanlaştırmaya çalıştıkları da bilinmektedir. Hatta bunun sadece bir rüya olabileceğini iddaa edecek kadar olayı saptırmaya çalışıyor olmaları da ayrı bir husus. Rasulullah’a tabi olmayı emreden birçok ayeti kerime olmasına rağmen ısrarla hadislerin ret edilmesinin altında hiç de iyi niyet olduğu söylenemez. Burada gerçek Müslümanın tavrı “Mîrac hâdisesini duyduklarında Hazret-i Ebûbekir’e koşan müşriklerin: “Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediklerinde “O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” diyen Hazret-i Ebûbekir’in ehl-i sünnet tavrı olmalı.

 Bunun bir rüya olmadığı hususu İsra suresinde “Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescidi Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şanı yücedir...” ayetinde kul manasında ifade edilen “abd” kelimesinin Arapça gramerinde ruh ve bedenin ayrı olmayışına işaret ettiği düşünülürse bu olayın rüyada gerçekleşmediği anlaşılmış olur. Hem olayın cerayan ediş biçiminin tarihen sabit oluş yönü de yine bu olayı inkar edenlere bir ders mahiyeti taşımaktadır. Dönemin müşriklerinin itirazları bir rüya için bu kadar büyük tepkili olamazdı.

İsra dediğimiz olayın birinci merhalesinin Mekke’den Kudüs’e çok kısa bir sürede gerçekleşen yolculuğu bile o günkü imkanlar düşünüldüğünde başlı başına mucizelerle dolu. Bugün bile sahip olduğumuz ileri teknoloji ile bile 450 km.lik bir mesafenin çok kısa sürede kat edilmesi mümkün değilken o günkü şartlarda bunun mümkün oluşu sözkonusuysa bunun bir mucize olduğu kaçınılmazdır. Bugün İsra ve Miraç olayını kabul etmeyen sözüm ona bir Müslüman, Allah’ın gücünden şüphe ediyor demektir. Bizim de bu şüphecilerle asla işimiz olmaz ve olamaz da.

Bugün bu sapkın düşüncenin insanları bu manada İsra ve Miraç olayının reddine yönelik serdettikleri ithamlarla insanları kandırmada yetersiz kalışlarındaki durum kendilerini İsra hadisesinin son bulduğu ve Mirac’ın başladığı mekan üzerinden tartışma başlatarak Mescid-i Aksa'nın mekansal gerçeğini yok sayıp Müslümanlara başka bir mekanı kabul ettirmeye sevk etti.

Sünnete dayalı gerçekleri reddederek Müslümanların duyarlı olmalarına yol açacak tüm argümanlara savaş açanlar bununla yetinmemiş olacaklar ki müteşabih ayetleri istedikleri gibi yorumlayarak dinin asliyetine halel getirip itikat ve amel noktasında dini sekülerizmin kucağına itmeye çalışıyor. 

Bu yapılanlar kimin işine gelir? Tabi ki düşmanlarımızın. Yani Siyonizm'in. Mescid-i Aksa müslümanların ortak paydasıdır. Sadece bir Filis'tin meselesi değildir. İslam düşmanları müslümanların birlikteliğini dağıtmak adına onları birleştiren ve büyüten ne varsa her şeylerini yakıp yıkmanın derdindeler. Öyle ki Osmanlı'nın yıkılışını hazırlayan ve sonrasında da İslam ümmetini çökerten hadiseler hala devam etmektedir. İlahi dinlerle derdi olan şeytani zihniyet cihanşumul olan son din İslam'la da hayli uğraşmaktadır. Ancak şeytanların aklına gelebilecek tüm hilelere başvuruyorlar. 

Dün Ayasofya ibadete açıldığında dünyanın dört bir yanındaki her müslüman sevinirken bu açılışın Kur'an' da yeri olmadığını ifade ederek birliğimizin önüne engel koyanlar bügün de rahatlıkla Mescid-i Aksa'nın bugün bildiğimiz mekandan başka bir yer olduğunu yaymaya başladılar.

Kur'an'ı akışının dışında yorumlayanlar da bunlar.

Sünneti inkar edenler de bunlar.

Mezhepleri inkar edenler de bunlar.

Tasavvuf adı altında Allah'ın dostlarıyla savaşanlar da bunlar.

Miraç inanan insanları ne kadar yükseltiyorsa inkar edenleri de bir o kadar alçaltır.

Bunlardan birinin namazın, bu ümmetin başına getirilen en büyük bela olduğunu söyleyecek kadar alçalmış olduğunu da gördük.

Bu şenaatlerde bulunanlar Mirac'ı inkar edenlerdir.

Namazın beş vakit olarak farziyeti, Bakara Suresi'nin son iki ayeti ve halisane yapılan dualarla günahlarıın affedileceğine daire müjde bu gecenin ikramları iken bunu inkar etmenin tek bir izahı var; o da müslümanların duyarlılıklarının menbaanı kesmektir. 

Mirac'ı inkarla alçalananların maneviyatımıza saldırmalara fırsat vermeyelim... 

Mustafa Salim

27 Ocak 2025, Ankara

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #