(Bu yazıda anlatılan şeyler alınan eğitim, araştırmalar ve tecrübeyle elde edilen sonuçlara göre uygulanmış yöntemlerdir. Her eğitimcinin farklı görüşleri, farklı yöntemleri olabilir. Her çocuğun kendine özgü durumunu göz önüne almadan başka yerdeki başarılı örneği uygulamaya kalkmayın.)
İlk çocuğum 4. sınıfa kadar (4. sınıf dâhil) Kıbrıs’ta okudu. Sanki özellikle ayarlanmış gibi orada ödevler en fazla bir saat sürecek şekildeydi. Tam üç öğretmen değiştirdik ama ödevler hep aynıydı. Ödev yapma konusunda İlk yılın ilk aylarında biraz zorlandık ama sonunda bir sistem oturtup devam ettik ve dört yıl boyunca bu sistemle çocuğum üstün başarı gösterdi.
Çocuğum şimdi 6. sınıfta. Türkiye’ye geldiği ilk sene çok zorlandı bu ödevler konusunda. Çünkü artık ortaokul olan 5. sınıf yüzünden her derse ayrı öğretmen, her öğretmenin de ayrı ödevleri vardı. Yine biraz uğraşarak ve çabalayarak bir sistem yerleştirdik ve yine başarılı bir şekilde 5. sınıfı bitirdi çocuğum.
Neydi sistemimiz anlatayım size; bir kere hiçbir zaman çocuğumun başında durup ödevlerini bitirmesini beklemedim. Yanlışlarını düzeltmedim; kabul edilemez olan bariz ve yanlış öğrenme dışındaki hatalarını görmezden geldim. Sadece ödevlerini bildiği ve öğrendiği gibi yapmasını istedim. Çünkü öğretmenin verdiği, öğrettiği şeyi bozarak ve çocuğun kafasını karıştırmak gibi bir risk var. Bir de yardım tuzağı dediğimiz tuzağa düşmemek için böyle yaptım. Kıbrıs’taki öğretmenlerimizden biri açıkça çocuğun hatalarını düzeltmememizi istemişti. Çocuğun neyi nasıl öğrendiğini ödev yoluyla kontrol etme olanağı oluyordu çünkü.
Zaten özellikle birinci ve ikinci sınıf çocukları öğretmenlerinden başka otorite kabul etmiyorlar. Yanlış öğrenmelerden birini düzeltmeye çalıştığımda çocuğum kabul etmemişti. “Öğretmen bize böyle öğretti” demişti. “Yavrum bende öğretmenim” dememe rağmen kabul ettirememişti. Çocuk öğretmeninden nasıl öğreniyorsa öyle de kalmalı bence.
Çocuğum ödevlerini bağımsız şekilde gidip yapsın diye bir sistem kurmuştuk. Okuldan geldikten sonra bir saat kadar yemek ve dinlenme süresi vardı. Sonra ödeve geçer, önce o gün gördüğü derslere bakardı. O gün gördüğü derslerin, işlediği konuların ne olduğunu gözden geçirerek tekrar ederdi. Bundan sonra ödevlerini yapardı.
İlk başlarda bütün safhaları beraber yaptık. O gün ne işlediğini beraber inceledik. Sonra ödevlerini çıkarmasını, onları yapmasını söyledim. Ödevleri bitene kadar sorusu olmadıkça müdahale etmedim. Takip ettim sadece. Hatalarında “Emin misin?” şeklinde sorular sorarak dikkatini çektim ama kendi düzeltmedikçe karışmadım. Çalışma süresi bitmeden ödevi biterse süresi bitene kadar kitap okuma, resim yapma vb. şeylerle meşgul olmasını sağladım.
Öğretmenimiz, çocukların ödevlerini inceler, işaretler koyar sonra geri gönderirdi. Biz de ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini görebilirdik böylece.
Günde sadece bir saat ödev süresi verdim çocuğuma. Bir saatten sonra ödev bitse de bitmese de kesinlikle ders çalıştırmadım. Git oyun oyna, demiştim. Dört yıl böyle gitti, çocuğum genellikle yarım saat, kırk beş dakika da ödevlerini bitiriyordu. Bazen gerektiğinde yarım saat daha fazla çalıştı. Sınavı olduğu günlerde bile ekstra çalışmadı, isterse çalıştı ama buna hiç zorlamadım.
Öğretmenlerimiz çocuğumuzun durumuyla ilgili bilgi verirken bizim de yapabileceğimiz şeyleri söylerlerdi. Mesela birinci sınıftayken çocuğumun yazısı için çok uğraşmıştık. Çok kötü yazan çocuğumun güzel yazması için çalışmıştık ama yine sınırlı süre içinde. Ne biz strese girmiştik, ne çocuğumuz strese girmişti.
Çocuğuma her derse nasıl çalışması gerektiğini ayrı ayrı gösterdim. Çalışma yöntemlerini öğrettim. Bu yöntemleri bizzat yanında durarak, örnek olarak, model göstererek öğrettim. Özellikle Türkiye’ye döndüğümüzde her ders için çalışma yöntemini yeniden öğrettim.
Mahir KILIÇOĞLU
mahirkilicoglu@hotmail.com