(Bu yazıda anlatılan şeyler alınan eğitim, araştırmalar ve tecrübeyle elde edilen sonuçlara göre uygulanmış yöntemlerdir. Her eğitimcinin farklı görüşleri, farklı yöntemleri olabilir. Her çocuğun kendine özgü durumunu göz önüne almadan başka yerdeki başarılı örneği uygulamaya kalkmayın.)
Bir öğretmenimiz sınıfta öğrencileri en iyiler, iyiler, zayıflar diye üç kategoriye ayırmış, çocuklar arasında adeta bir yarış başlatmıştı. Doğru bir şey değildi bana göre. Öğretmenimize bir şey demedim, çocuğumdan öğretmenin verdiği ödev ve görevleri tam yapmasını istedim. Yalnız o yarış konusunda sakın daha fazla çalışma, sen sana verdiğim çalışma düzeninde çalış dedim. Sene başında ortalarda olan çocuğum, ekstra hiçbir çaba sarf etmediğimiz halde sene sonunda sınıfın birincisi oldu.
Şimdi yine ilkokul 1. sınıfta ikinci çocuğum var. Öğretmenimiz ödevler veriyor ve biz de aynen ilk çocuğumuzda olduğu gibi sınırlı sürede çalışıyoruz. İkinci çocuğum solak olduğu halde, zorlandığı halde el yazısında bir düzeni yakaladı. Yazdıkça profesyonelleşiyor.
Mesela birinci sınıftaki çocuğuma yazı yazdırırken, tekrar tekrar yazdığı harfleri, kelimeleri ve heceleri yazması bittikten sonra (sürekli yanlış yapıyorsa hemen müdahale etmek gerek) beraber inceler, güzel olmuşları görmesini sağlar, hadi diğerlerini de bunlar gibi yaz diyorum. Güzel yazmalarını pekiştiriyorum (aferin çok güzel olmuş gibi) ve sadece çok kötü olanları düzelttiriyorum.
Ben kendi çocukluğumu bakıyorum; üstesinden gelemeyeceğim kadar ödevlerimin olduğunu hatırlıyorum. Ödevlerimi çoğunlukla ablam yapardı. Etkili ve belirli bir amacı olan ödevler azdı. Hatta 15 tatilde koca hece kitabını bilmem kaç defa yazma görevi vermişti öğretmenimiz. Bu ödevi zamanında yapmadığım için ailemden de ciddi azar işitmiştim. Ben biraz yapmıştım ve en çok yapan da bendim. Hiçbir sınıf arkadaşım yapmamıştı. Aradan yıllar geçti, çocuklarıma tatilde verilen ödevleri yaptırmadım. İsterlerse yapabilirlerdi ama yapmaları yönünde telkinde bulunmadım. Öğretmeni kızar diye endişe eden çocuğumu da sakinleştirdim.
Öğretmen olduğumda, öğrencilerime ya hiç ödev vermezdim, ya da çok az ödev verirdim. Lisede derse girdiğimde bile böyle yaptım. Sınıf içinde hemen hemen her şeyi halletmeye çalışırım. Bir keresinde bir veli “Neden ödev vermiyorsunuz?” diye sormuş ödev verilmesini istemişti. Bende, okulda her şeyi yapıp bitirdiğimizi, ödev olabilecek görevleri bile bitirdiğimizi, illa ödev istiyorsa ödev olarak çocuğun oyun oynamasını sağlamasını söylemiştim. O öğrencim benden ayrılıp gittiğinde de çok başarılı bir öğrenci olmuştu.
Ödev verilmesine karşı değilim. Özellikle bazı derslerde mutlaka ödev verilmesi gerekiyor, ödevsiz bazı derslerin öğrenilmeyeceğini biliyorum. Ancak ödev konusunda yaşa, sınıflara ve öğrencilerin bireysel özelliklerine göre belirli standartların ve yapılması gerekenlerin hem öğretmen hem de aile cephesinde ciddi şekilde ihlal edildiğini görüyorum.
Eğitimin en önemli yeri okuldur. Öğretmen sınıfta çocuğa vermesi gerekeni verebiliyorsa başarılıdır. Öğretmenin sınıfta öğretemediğini ebeveyn evde öğretemez. Bu nedenle dersin sınıfta bitmesi gerekiyor. Evdeki her türlü eğitim, sınıfta başarılı bir şekilde işlenen dersin yerini tutmaz.
Ebeveynler çocuklarının uykusundan, oyun saatinden fedakârlık yaparak ders çalışmalarına izin vermemeli. Çocukların en çok ders çalışacağı dönem olan 8. sınıf ve 12. sınıflarda bile çalışma düzeni uyku, dinlenme ve eğlenme saatlerini de içerecek şekilde kurgulanmalı. Unutulmamalı ki, az ve düzenli çalışma, yoğun ve düzensiz çalışmadan daha faydalıdır.
Önemli olan çok çalışma değil, düzenli çalışma alışkanlığıdır. Özellikle dersimi bitirdim diyen çocuğa git biraz daha çalış demek yerine kendisine verilen sürede (40 dk, 60 dk gibi) ders çalışmasını sağlayın. Çocukların uyku saati geldiğinde uyumasını sağlayın ki, ders çalışma saatinde de ders çalışabilsin. Her zaman öğretmenlerden, okul rehberlik servislerinden, rehberlik ve araştırma merkezlerinden ders çalışma konusunda yardım alınabileceği unutulmasın.
Mahir KILIÇOĞLU
mahirkilicoglu@hotmail.com