Boğaziçi Üniversitesine atanan rektör ve sonrasında ortaya çıkan tartışmalar ideolojik olmaktan öteye gitmiyor. Halbuki bizim gerçeği arama çabamız olmalıydı. Üniversitelerin daha demokratik, başarı odaklı, ehil kişilerin elinde ve ülkenin siyasetinin, ekonomisinin, eğitiminin, tarımının ve dahi her şeyinin önünde olması gerekirken bir üniversiteye atanan rektörü konuşuyoruz hala.
Üniversitelerde oligarşik bir yapılanma var. Herkes kendi adamını alma telaşıyla kadrolar açıp ilanlar veriyor. Yüksek lisans ve doktora programlarına bile öğrenci alırken aynı şeyi yapıyor çoğu üniversite.
Lisansta bile öğrencileri sınıflandırıp, kendilerine yakın öğrencileri palazlandırarak diğerlerini en dibe itme çabasını açıkça gördük, görüyoruz. Herkesin 90-100 aldığı stajdan bile birisine 75 verirken onun öğretmenliğini mi ölçerek veriyor üniversite?
Ya da birinci sırada kaydolduğu üniversiteden sonuncu sırada çıkan, defalarca 100’lük kâğıt verdiği halde sürekli notlarında azami kesintiler yapılan öğrenciye o notları veren hocaların derdi neydi?
Yüksek lisans ve doktoraya alırken bile kayırmacılık yapıp herkesin kendi adamını yerleştirdiği üniversitelerin objektif, şeffaf ve hesap verilebilir bir yapıya kavuşma zamanı gelmedi mi?
Bakın size bir olay anlatayım, bir öğrenci doktora seçmeleri sınavına giriyor. Sınava girdiği bölüme 5 doktora öğrencisi alınacaktı ama sınava 4 kişi gelmiş. Öğrencinin yüksek lisans notu, dil puanı ve ALES puanı oldukça yüksek, hatta sınava girenlerin en yükseği. Sorularda bildiği yerlerde çıkıyor ve üç soruya 9 sayfa cevap yazıyor.
O dört kişiden sadece o yüksek puanlı olanı elemişler. Doktora öğrencisi alan bölüm hocaları, soruları nerden cevapladın diye sormuşlar. Bu konuda çok kitap okudum deyip birkaç kitap ismi söylemiş. Yanlış yapmışsın, lisansta okunan bir kitabı gösterip, soruları buna göre cevaplaman gerekiyordu demişler. Doktora sınavını lisansta okunan bir kitap üzerinden yapmaları bile abes. Üstelik bu, diğer adaylara soruların nerden çıkacağının da verildiğini gösteriyor.
Lafa gelse mangalda kül bırakmayan zevat, akademik dünya ile ilgili ahkam keserken kendilerine bu haksızlıkları hatırlattığınızda kem küm ediyor. Adalet dediğimiz şey mahkeme kapılarında aranan şey değildir. Adalet bir yaşam biçimidir, sen-ben, biz adil olmaz, adil davranamazsak kendi karanlık çöplüğümüzde boğulur kalırız.
Akademik camianın, üniversitelerin boylarından büyük sorunları var. Öncelikle yaptıkları adaletsizliklere bir çözüm bulsunlar. Adrese teslim kadro ilanlarından vaz geçsinler mesela…
Geçtiğimiz sene bir üniversite lisans notu ile doktora öğrencisi aldı. Başka üniversite lise bölümünü ve notlarını sordu doktora için. Kimi üniversite sadece kendisinin anladığı bir puanlama sistemi geliştirmiş, kimisi lisansta aynı alandan mezun olma kriteri, kimisi yüksek lisansta aynı alandan mezun olma kriteri koymuş. Kimi seçeneği son derece daraltırken, kimi seçenekleri artıracak kıstaslar koymuş. Bu kafa karıştırıcı sistemi yaratan üniversitelerin kendileri.
Lisansta, yüksek lisansta ve doktorada sürekli adam seçip onlar üzerinden belirli bir görüşün üniversitelere hakim olması çabasını açıkça gözlemliyoruz. Kimlerin neyi ve niçin yaptıklarını çok iyi biliyoruz aslında. Türkiye'de kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımayan bir kesim var. Onlar üniversiteleri babalarının çiftliği yapmışlar.
Birilerinin durum böyleyken kalkıp liyakat eleştirisi yapması boş geliyor bana. Çünkü en büyük liyakatsizliği bugün iktidara muhalif kesimler zamanında çok yaptı ve çok acımasızca yaptılar, hatta şimdi bile aynı şeyi yapıyorlar.
Üniversitelere rektör atamaları eskiden de kötüydü. O gün sistem kendileri lehine işlerken savunanlar şimdi sistemi eleştiriyor. Bu iyi niyetlilikle bağdaşan bir şey değil. Özellikle yükseköğretimin boyunu aşan o kadar sorunu varken cumhurbaşkanının atadığı rektörü tartışma konusu yapmak bir oligarşik refleksten başka bir şey değildir.
Ahmet Necdet Sezer'in seçtiği ve akademiyi kıyım kıyım doğrayan, seçilmiş iktidara parmak sallayan rektörler çok mu iyiydi? Dün kendi adamları göreve gelirken liyakat meselesi yapmayanlar şimdi liyakat meselesi yapıyor. Özellikle ana muhalefetin liyakat eleştirisi ciddiyetten uzaktır.
Liyakat sorunu yok sistem sorunu var. Çünkü mesela okul müdürü olan kişiler de en az dört yıllık lisans mezunu. Şimdi okul müdürleri liyakatsiz mi? Bazılarına göre çoğu liyakatsiz. Sormak lazım ölçün ne diye. O nedenle ölçmediğin şeyin varlığını bile tartışmak beyhudedir.
Çünkü liyakat dediğimiz şey zaten özneldir. Size göre başarısız, yetersiz yönetici belki başkalarına göre çok başarılı. Dolayısıyla objektiflik beklemek beyhudedir. Senin liyakati ölçen bir sistemin varsa liyakatten söz edebilirsin. Yoksa liyakat arayışları ve liyakat söylemleri boştur, beyhudedir.
Üniversitede tanıdığım bir hocanın yeterliliğini birileri sürekli sorguladı, akademik ilerleyişini engellemek istediler; doçentliğini yıllarca vermediler. Üstelik bunu bütün şartları taşıdığı halde kıytırıktan engeller çıkararak yaptılar. Hala hükümetin kaldırdığı yardımcı doçent kadrosunda bulunan binlerce akademisyen var ve bunlara doçentlik verilmesi gerekirken verilmiyor. Rektör tartışmasını açanlar önce şu yüksek lisans ve doktora sınavlarına, kadro ilanlarına, doçentlik sınavlarına vs baksınlar.
Kimse liyakat arayışına girmesin, liyakat üzerinden siyasal eleştiri yapmasın. Önce herkes adil olmayı öğrenmeli. Bu ülkede lisanstaki öğrencileri bile ideolojik olarak kategorize edip onları sınıflayan akademisyenler oldukça, biz liyakat konusunu ele alamayız. Bu nedenle önce adil olmayı öğrenmeliyiz.