Öğretmenlik mesleğine gönül vermiş olanlar, bu mesleğin cilvelerine her türlü olumsuzluğa rağmen katlanırlar. İnsana değer vermenin en güzel yansımasını öğretmenlik mesleğinde görürsünüz. Anlatılamayan ancak yaşanan bir zevk vardır öğretmenlikte. Bu nedenle öğretmenlik, meslek olmaktan öte, bir sevda gibi yaşanan hayat biçimidir denilebilir.
Günümüzde her türlü sorunu eninde sonunda bağladığımız bir ‘sistem’ olgusu vardır. Sistemin getirdiği sorunlar yüzünden öğretmenlere haksızlık yapılıyor deriz mesela. İç içe geçmiş yapıların bütünü olan ‘sistem’ olgusunun alt sistemleri, üst sistemleri çeşitli yüzleriyle karşımıza çıkar. Bunlar esasında iyi kurgulanmış bir düşüncenin hayatımıza yansımasından başka bir şey değildir.
Bu düşünce, insanı kendi gerçeğinden soyutlayıp onu maddeden müteşekkil bir varlık olarak algılar. Bu düşünce, hayatı bu dünya ile sınırlı olarak var sayar. Bu düşünce insan arzu ve isteklerini kutsar. Bu düşünce bireyi toplumun önüne koyar ve toplumu birey üzerinden vurur.
Tamamen materyalist bakış açısının şekillendirdiği kamu sistemi ve onun alt kollarından eğitim sistemi, onun ders programlarından, müfredata kadar her yere anlayışını yerleştirmiştir. Bu düşünce biçimi nedeniyle sistem içinde yapılan, yapılmak istenen olumlu pek çok değişiklik ya istendik sonuçlara ulaşmıyor ya da tamamen akamete uğruyor.
Daha somut hale getirirsek, Türkiye’de yıllardan beri eğitim üzerine yapılan onca değişikliğe rağmen bir türlü eğitimde istenen başarı yakalanamıyor. Bunun esas nedeni sistem dediğimiz çok iyi kurgulanmış yapının insanlar üzerinde yarattığı tahribattır. Bu tahribatın en önemli yönü, düşünme ve algılama biçimindedir diyebiliriz. Söz gelimi, başarılarla dolu tarihimize rağmen, eğitim sisteminde bazen açıktan, bazen gizli gizli pompalanan aşağılık kompleksinin sonucu olarak bireyler, yenilmişliği ve geri kalmışlığı mevcut değerlerimizden görür ve bir kadermişçesine bunun değişmeyeceği kanısını taşır. İşte bu düşünce yapısının topluma hâkim olması için bütün eğitim sistemi düzenlenmiştir desek hiç haksızlık yapmayız. Yıllarca aldığı eğitim sonucunda kendi toplumuna, değerlerine yabancılaşan insanları çok gördük.
İşte sistem dediğimiz şey bir algıyı ve düşünceyi gerçekleştirme üzerine kurgulanmış genel yapının adıdır. Devlet yapısı içinde, devleti ele geçiren siyasal oluşumlara karşı kendini koruma refleksleri olan bu yapının değişimi için yapılan pek çok şey sistemi besleyen yeni oluşumlara dönüşmüştür zamanla. Çünkü değiştirilen şey çok iyi kurgulanmış yapının aksayan yönleriydi sadece.
Eğitim sistemi içinde yıllar içinde yapılan şeylerde aslında benzerdir. Yıllarca var olan sistemi daha iyi hale getirmek için devrim niteliğinde değişiklikler yapıldı. Kesintisiz sekiz yıllık eğitim, ardından 4+4+4, meslek liselerinin katsayı sorunun çözülmesi aslında hiçbir sorunumuzu çözmedi, çözmeyecek.
Öğretmenlerin, öğrencilerin okullarında, velilerin, siyasilerin hepsinin söz birliği etmişçesine bir sistem sorunundan bahsetmesi aslında bir sorun algısının varlığını gösteriyor. Eğitim sisteminin vaad ettiği şeyin ne olduğunu görmek için onun eğitim programlarına, ders sayıları ve içeriklerine bakmak yeterlidir.
Sir Ken Robinson’u duydunuz mu bilmiyorum ama internet üzerinde paylaşım rekorları kıran videosunu sadece adını yazarsanız bulup izleyebilirsiniz. Sir Ken Robinson, eğitim üzerine yaptığı konuşmasında Amerikan eğitim sisteminin 19. Yüzyılda endüstrileşmenin ihtiyaç duyduğu insanları yetiştirme üzerine kurgulanmış olduğunu söylüyor. Bu nedenle sanat ve diğer alanlarla ilgili eğitime, eğitim programlarına çok az yer verildi diye de dert yanıyor Ken Robinson.
Amerikan eğitim sistemi endüstrinin ihtiyaç duyduğu insanı yetiştirmek üzere kurgulanmışsa, Batı’daki örneklerini taklit üzerine kurgulanmış eğitim sistemimiz endüstrimiz olmadığına göre kimin ihtiyaç duyduğu insanı yetiştirmek üzerine kurgulanmıştır?
Bunu okullardan mezun olan insanların ne için yarıştığına bakarak anlayabiliriz. YGS’ye giren öğrencilerin yıldan yıla sayısı artarken, 2016 yılında başvuranların sayısı 2 milyon 255 bin. Bu durum KPSS sınavına girenlerde 4 milyon civarında bir rakama ulaşıyor. Yani ülkemizde üniversiteye girmek isteyen adayların iki katına yakını devlet memur olmak için uğraşıyor.
Buradan da görüleceği gibi ülkemizdeki eğitim sisteminin, devletin ihtiyaç duyacağı memurları yetiştirmek üzere kurgulanmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna bir delil de, o kadar meslek lisesi ve yüksek okul mezununa rağmen endüstriyel üretim yapan kesimler, küçük ve orta ölçekli sanayiciler, hatta berberler, oto tamircileri, marangozlar çalıştırmak için nitelikli ara eleman bulamıyorlar.
Batı’daki meslek okullarını görmüş olan pek çok öğretmen ve idarecinin ortak kanısı bizim okullarda daha modern ve gelişmiş makinelerle eğitim verilebiliyor. Ancak gerçekte çıkan öğrenci niteliği Batı’daki örnekleriyle karşılaştırılmayacak kadar kötü. Bunun sebebi olarak öğretmenleri göstermek öğretmenlere yapılacak en büyük ve en acımasız itham olur. Çünkü sınav sistemi, okulların sanayi ile iç içe olmaması, üretim yapma kapasitesine sahip olan bu okulların imkânlarının basit işlerde kullanılması, mesleğe yönlendirmenin yanlış yapılması veya genel olarak özetlenecek olursa sistemin kamu personeli yetiştirme üzerine kurgulanmış olması yüzünden bu okullardan işgücüne katkı sağlayacak nitelikli insan yetişmiyor.
Sonuç olarak öğretmen yetiştirmeden, okullardaki ders programlarına kadar bir sistem sorunumuz var. Bu sistem sorununun ciddi şekilde düşünülüp tartışılması gerekiyor. Nasıl bir insan istiyoruz sorusuna doğru cevap veren sistem bizim geleceğimizi şekillendiren eğitim sistemini ortaya koyacaktır.
Mahir Kılıçoğlu
mahirkilicoglu@hotmail.com