- Yasou Krie Yatre (Merhaba Doktor!)
Gelenler EOKA’cı oldukları her hallerinde belli olan dört Rum’du. Her gün Türklerin öldürülüşünün, kaçırılışının yaşandığı, faili meçhul cinayetlere gün gün yenilerinin eklendiği Kıbrıs’ta, dört Rum, EOKA’nın kol gezdiği Trodos Dağındaki Rum Köyüne Lefke’nin Türk Doktoru Selçuk Sömek’i hem de gecenin bir yarısı götürmek istiyordu. Babaları ısrarla bir Türk doktora muayene olmak istemiş.
40 kilometre uzaktaki Rum köyüne, bir Türk doktoru götürmek istemeleri Doktor Selçuk’u hem kuşkulandırmış, hem de meraklandırmış. Doktor Selçuk içinden “Rum doktorlar varken, neden bir Türk doktor ve neden ben?” diye kendi kendine sordu.
Gidilecek yer, dağın başı denilecek, ücra mı ücra bir köy. Geceyi bırakın, gündüz bile o yoldan gitmek hem cesaret isteyen, hem de yürek isteyen bir şeydi. Her tarafta Rum çetelerin kol gezdiği bu bölgede bir Türk olarak bulunmak ölmek demekti.
Doktor Selçuk, gelen Rumların talebini, mesleğine olan aşkından, görev bilincinden dolayı geri çevirmedi. Muayene çantasını aldı, Lefke’nin Emniyet müdürü Namık beyi de alarak yola koyuldular.
Issız ormanlık alandan geçmiştiler. Bir saat sonra eski Osmanlı tipi taş ve kerpiçten yapılma bir evin önünde durdular. Büyük kemerli kapıdan girince, meyve ağaçları ve güllerle dolu bahçeyi gördüler. Bahçenin içinden geçen taş döşeli yolu kullanarak binanın kapısına vardılar. Kapıdan doğruca eskimiş ve aşınmış merdivenlerle üst kata çıktılar. Gecenin ürkütücü sessizliğini tahta kapının acı dolu gıcırtısı bozmuş.
Hastanın odasına buyur edildiler. Emniyet müdürü ve doktor içeri girdiklerinde, büyük siyah demirleri olan yatakta yatan hastayı gördüler. Hasta, başında eskimiş Osmanlı fesiyle, inleye inleye güçlükle nefes alan, yaşlı, zayıf biriydi.
Yaşlı adam doktorun geldiğini görünce, sanki çok sevdiği eski bir dostunu görmüş gibi sevindi. Hasta haliyle yattığı yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Yanındakiler yardım ederek yattığı yerden doğruldu. Zorlukla nefes aldığı halde
- Hoş geldin doktorum, dedi.
Selçuk bey, çantasını açıp, aletlerini çıkarıyor ve hastayı muayene etmek istiyor;
- Ne şikâyetlerin var, diye soruyor.
Yaşlı adam doktorun elini tutuyor ve dostça sıkıyor;
- Benim şikâyetlerim bitmez doktorum. Az bekle, biraz soluklanayım, diyor.
Doktor, hastanın soluklanmayı bahane ettiğini anladı, hasta yakınlarının dışarı çıkmasını bekledi. Sonra yaşlı adamla odada baş başa kalınca, yaşlı adam doktorun her iki elini de tutup kendine çekmeye çalıştı. Doktor Selçuk’un daha yakına gelmesini istiyordu. Zar zor nefes alarak ve kısık sesle;
- Doktorcuğum ben Rumum ama Osmanlıyım ve Müslümanım dedi.
Doktor Selçuk, hayretler içinde kaldı. Orada bulunan Namık Bey yaşlı adamı duymuş ve şaşırmıştı.
- Ancak bunu kimseye söyleyemiyorum. Gördüğün çocuklar benim torumlarım… Onları EOKA benim elimden avucumdan çekti aldı, beyinlerini yıkadı. Onlara güvenemediğim için yüreğimi inancımı onlara açamıyorum, açıklayamıyorum doktorcuğum. Benim hastalığımın iyi olacak yanı yok.
- Öyle demeyin,
- Hayır hayır! Ben kendimi biliyorum, ölmeden önce son kez bir Osmanlı göreyim diye seni çağırttım. Buraya kadar çok zahmet edip geldin, beni çok memnun ettin doktorcuğum. Ruhum müsterih ve mesrur olarak rahat ölebilirim artık. Sana nasıl teşekkür edeyim bilemiyorum.
- Estağfirullah.
- Senden bir ricada bulunacağım.
- Buyur ne istersen yaparım.
- Benim ilacım artık bir Fatiha! Ben ölünce bana bir Fatiha okur musun doktorcuğum?
- Pek tabi, merak etme ben hem okurum, hem dua ederim sana…
- Allah razı olsun doktorum. Yalnız çocuklarıma hissettirme, anlamasınlar, sana bir zarar vermelerinden korkuyorum.
- Tamam olur.
- Şimdi beni sağ yanıma yatır doktorum! Benim artık vaktim geldi.
Yaşlı adam doktorun yardımıyla sağ tarafına yattı. Sağ elinin işaret parmağını kaldır, kekeleye kekeleye kelime-i şahadet getirdi. O halde hayata gözlerini yumdu…
Doktor ve Namık Bey, bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. Yüreği kabardı, gözleri dolu dolu oldu. Yaşlı Rum’un ailesi odaya geldiğinde alelacele gözyaşlarını sildiler. Doktor:
- Başınız sağ olsun, çok geç kalmışız, daha erken haberimiz olsaydı yardım edebilirdik, diyerek,
Hissiyatını ve yaşananları yansıtmamaya çalıştı.
Bu hikaye doktor Selçuk Sömek’in başında geçen yaşanmış bir olaydır. Hikâye, Selçuk Sömek’in eşi Emine Sömek’in yazdığı ‘Kıbrıs Türkünün Milli Mücadelesi’ kitabında yer alıyor. Kıbrıs’ta Rum mezaliminin ne boyutlarda olduğu konusunda anlatacak çok hikâye var. Ancak son Osmanlı Müslüman Rum’unun hikâyesi atlanmaması gereken ibretlik bir hikâye.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 43’üncü yıl dönümünde, 20 Temmuz sabahında, Yavuz Çıkarma Plajında şafak nöbeti tutan insanlara buradan selamımı iletiyorum. Kıbrıs davasının bütün şehitlerine ve ahirete irtihal etmiş tüm gazilerimize rahmet diliyorum.
Mahir KILIÇOĞLU
mahirkilicoglu@hotmail.com