Bugün İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yaşattığı cehennem azabı ve giriştiği soykırım karşısında ağır davranmasından dolayı yer yer Türkiye’ye yüklenen bazı çevreler saf niyetli olsa da kasten yüklenenler de az değil. Müdahale edilmesi gereken yerde Türkiye üzerine düşeni yapmıyor değil. Bazen duygusallığımız bazı gerçekleri görmemizi engelleyebilmektedir.
Bu bağlamda Saddam Hüseyin’in yıllar önce yaptığı bir basın açıklamasında söyledikleri aslında bugün yaşadıklarımızın o günlerde de insanlığın bir sorunu olduğunu göstermesi adına dikkat çekiciydi. Saddam Hüseyin'in dün kendi ülkesinde dar bir çevrede söyleyip de kendisini canından eden hakikatler bugün Cumhurbaşkanımızın ağzından tüm dünyaya alenen söyleniyor ve dalga dalga her tarafa yayılıp ilan ediliyor.
Bugün Türkiye olarak korkusuzca birçok hakikati dile getiriyorsak bu akıllıca izlediğimiz bir siyasetin eseridir.
Saddam Hüseyin de benzer şeyleri ta o yıllarda dile getirmişti. Muammer Kaddafi de Libya'da aynı şeyleri yapıyordu. Hatta Mısır'da Mursi resmen fırtınalar estirdi. Tunus'ta Gannuşi Arap Baharı'nı başlattı. Sonuç, Irak, Libya, Mısır ve Tunus asrın en büyük hezimetine maruz kalan ülkeler oldu. Gannuşi siyaseten bertaraf edilirken diğer ülkelerin liderleri hayattan koparıldı ve ülkelerinde taş üstüne taş bırakılmadı. Bu söyledikleri hakikat de olsa zamanı gelmeden dile getirilmiş olması, başlarına gelen her şeyi nedeniydi.
Saddam Hüseyin o basın açıklamasında şunları haykırıyordu tüm dünyaya: “Bak bizim kaç tane Arap liderimiz var. Kaç tane resimiz var? Saddam Hüseyin Ülke lideri. Falan Kral, Falan Başbakan. Vay be göğsüm kabardı. Biri bu konuşmaları duysa. Bu kadar Müslüman ülke lideri. Zenginlik, petrol, ordular ve sonuç olarak üç beş kendini bilmez, Filistinli kardeşlerimizi öldürüyor. Çocuklarımızı katlediyor. Kadınlarımıza el uzatıyor. Yüz kızartıcı olayları görüyoruz. Yazıklar olsun. Yabancıları bekleyelim. Yani Amerika’yı bekleyelim. Kafi!!! Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bu kadar taviz yeter. Siyonizm’e dur denmeli. Maksatlarını, hadlerini aştılar. Bizim güruh liderler diyorlar ki “Eyleme geçersek ekonomi kayıplarımız olacak.” Bilmiyorlar ki bu bir onur meselesi. Kardeşlerim uyanın. Uyanmak zorundayız. Kafi!!! Amerika’dan ve Siyonizm’in ihanet planlarını görün. Filistin’de yapılan operasyonlar, Filistin işgali hepimizin sorunu. Özellikler Araplar, sıra size de gelecek. Bunu kabullenmek ihanettir. Yanılgı içinde olan liderler, Amerika belki İsrail’e müdahale eder; onlara önerim, böyle bir yanılgıya düşmesinler. Hata yapmış olurlar. Beyaz Saray Yönetimi ve Siyonizm planları aynı yerden yönetiliyor. Beyaz Saray’ı kim kontrol ediyor? Yahudiler tabi ki…Yada Yahudilerin piyonlar. Kendinize gelin, ayılın!!! Elinizde imkan varken. Allah size zenginlik vermiş. Sadece satılmamış liderlere ihtiyaç var. Sırtımızı emanet edeceğimiz bir ülke. Eğer savaşmaktan korkuyorlarsa bize sadece bir miktar yer versinler. İsrail’e yakın ülkeler bize sadece diplomaside yardımcı olsunlar. Bizim için kafidir. Gücümüz yeterli. Sadece cesaretli insanlar yeter. İsrail biliyor ki birlik hakiki olsa bir hafta dayanabilir mi? Yazıklar olsun. Vallahi bir hafta barınamaz. Sadece Irak’ın birlik olması yeterli. Vallahi bir hafta barınamaz. Diyorlar ki İsrail’in arkasında Amerika var. Amerika umurumda değil. Düşmanımız meydanda. Diyelim ki Amerika İsrail’e yardım etti. Ne olacak? Zaten hılı hazırda Amerika bizim düşmanımız değil mi? On yıldır Irak’la savaşıyor. Diyorlar ki Amerika sizi sıkıştırıyor. Hayır. Amerika’nın ambargosu değil. Müslümanları ihaneti bizi üzüyor. Müslüman ülkeler bize ambargo uyguluyor. Araplar bize ambargo uyguluyor. Amerika burada bir şey yapamaz, içimizdeki hainler olmazsa. Yani İslam alemi gerçekleri görmeli. Amerika gelsin bombalasın. Otuz üç Ülke, Haçlı Ülkesi ile Irak’ı bombalamadı mı? Şehid verdik. Ne yani Kudüs biraz çile çekmeye değmez mi? Kudüs şehri için cihadla kurtulmaya değmez mi? Kudüs’in özgür olması, değmez mi? Peygamber Efendimizin emaneti. Değmez mi? Ne zaman harekete geçilecek! Ne zaman Müslümanlar uyanacak?
Saddam Hüseyin başkaldırıyordu Batıya ve Siyonizm’e. İşin hakikatine vakıftı. Gücümüze karşı dayanamaz Yahudiler diyordu. Yeter ki İslam alemi bir araya gelsin diyordu da başka bir şey demiyordu. Hainlerden bahsediyordu. İslam aleminin zenginliklerini dile getiriyordu. Birlik ve beraberliği öneriyordu. Silahlı şovlarla Batı ve Yahudiye gözdağı veriyordu televizyon ekranlarında. Fakat bir şeyi ıskalamıştı. İçimizdeki hainlerden bahsediyor olsa da burnunun dibine kadar yerleşmiş “Kesnızani” tarikatının tehlikesini görememişti. Ne var canım bunda da denemezdi. Hırsız içerdeydi çünkü, artık kapının kilidi tutamazdı ve de öyle oldu.
Irak'ta bizim FETÖ benzeri 'Kesnızani' tarikatı devletin tüm kılcal damarlarına sızmış vaziyetteydi. Sızmış diyorum çünkü bu tarikatın isimi Kürtçe olup 'kimse bilmez' anlamına geliyordu. Gizliliği esas alan yapısıyla takıyyeci tavırlar sergilemiş olmasıyla devlet içindeki bir örgütlenmeydi adeta. Yani paralel bir yapılanmaydı; tıpkı bizdeki FETÖ yapılanması gibi. Bizdeki yapı da devletin kılcal damarlarına sızmamış mıydı? Dergilerine bile bu ismi vermişlerdi; Sızıntı Dergisi.
Kesnizani tarikatı Şeyhi Muhammed Abdülkerim zikirden ziyade siyasete merakı sebebiyle müritlerine Kur’an eğitimi yerine adını zikretmeden Kabala öğretilerini/mistisizmini anlatıyordu.
Tarikatın asıl hedefi Irak ordusuydu. Öncelikle generaller ve subaylar Keznizani tarikatının müritleri haline getirildiler. Genelkurmay Başkanı, Genel Askeri İstihbarat Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, hepsi Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani’nin ayağını öperek müridleri arasına girmişti. Irak’ın acımasız El-Muhaberat’ının sivil-asker elemanları da tarikatın müritleri olmuşlardı. Müridiler arasında bir isim vardı ki, Saddam’dan sonra BAAS’ın en kudretlisiydi: İbrahim İzzet El Duri. Duri bütün karanlık odaklarla ilişki kuruyor, Saddam’ın bütün işlerini organize ediyordu. Duri şeyhin ayağını öpenler arasına çoktan dâhil edilmişti. Öte yandan Saddam’ın karısı Sacide Hayrullah, Saddam’ın kardeşleri Vatban ve Barzan ile oğul Uday da müridler arasındaydı.
Irak’ın İran'la savaşa tutuşturulmaları bu sebepleydi. Kuveyt batağına batırılmaları yine bundan kaynaklanıyordu. Haliyle hem içerden hem de dışarıdan sarmalanıp susturulmalıydı Saddam Hüseyin.
Önce müslümanların gözünden düşürüldü. Öyle kötü gösterildi ki adeta her müslümanın iğrendiği bir kişilik olarak lanse edildi. Kıldığı namazlar bile münafıklığına hamledildi. Eline aldığı silah despotluğuna dayandırıldı ve diktatör dendi. Zalimlerden sayıldı. Artık Saddam denince kendisinden bir an önce kurtulunması gereken lanetli bir kişi olarak geliyordu insanların aklına. Bu kadar kötü gösterilmişti Saddam. Dünyanın yaramazlarındandı. Böylece yalnızlaştırılmalıydı. Bunlar zihinlere basın yoluyla sokuluyordu. Yani medya yoluyla. Medyanın gücü bu kadar önemliydi hala da önemli ya. Medyanın kimin elinde olduğu bu anlamda çok önemli. Yahudilerin elinde bir silah olarak medyanın nasıl kullanıldığını biliyoruz. Bizim Cumhurbaşkanımıza da diktatör demiyorlar mı?
Saddam'ın karaya ayak basan ABD askerlerini çölün derinliklerine gömeceğine öyle inanıyorduk ki aslında öyleydi, batı korkak, buna mukabil müslüman cesaretliydi, çünkü ölümden korkmazdı müslüman; peki ne oldu da Saddam'ın mahremine kadar girip onu yakaladılar ve idam ettiler? İçlerindeki sızma alçaklardan dolayı. Ve hikayesini bitirdiler Saddam'ın ve onun üzerinden müslümanlara gözdağı verme sırası bu sefer kendilerindeydi. Sıra Kaddafi’ye geldiğinde hedeflerine varmada bir hayli yol katetmiş ve Mursi ile işi iyice perçinleştirmiş oluyorlardı.
Fakat tüm bu olup bitenlere rağmen Türkiye bir başkaca yoluna devam ediyordu ve bu durum Batının gözünden kaçmıyordu elbette. Yine de bir güvenleri vardı bize karşı. Yönetimimizde istemedikleri yönde bazı dalgalanmalar olsa da ana temayül kendi lehlerineydi. Kendi güdümündeki ihtilalcılar hala güçlüydü Türkiyemizde. Bir yandan terör örgütü PKK doğuda halkı bezdircek faaliyetlerini rahatlıkla yürütüyordu ve diğer taraftan nihai darbe için FETÖ sinsi sinsi devlete sızıyordu. Samimi müslümanların cemiyet üzerinden etkisini kırmak için de Müslüm Gündüz, Kalkancı ve Adanan Oktar gibi şarlatanlar çoktan piyasaya sürülmüştü. Akademik çevreden de İslam adına zihinleri bunaltıcı tiplere görev veriliyordu. Bunun için namaza gerek yok diyen bir Yaşar Öztürk’ten tutun da şaşı hikmetli bakışlarla porno filim izleyen Zekeriya Beyaz gibi kararmış tiplemeler biçilmiş biret kaftandı. Tüm hazırlık, Anadolu müslümanının kıyama kalkışını engellemekti.
Biz her şeyin farkındaydık Türkiye olarak. Bunu yıllar önce haykırmıştı rahmetli Erbakan hocamız. Irak'ta olup bitenlerden sonra Suriye konusu gündem olunca demişti ki "Siz meseleyi Suriye mi sanıyorsunuz? Suriye'yi istemelerinin tek bir nedeni vardır. O da Türkiye'yi işgal etmek için zemin hazırlamaktır. Eğer bir gün mesele Suriye olursa bilin ki hedef Türkiye'dir. Bu söylediklerimi bir gün anlayacaksınız."
Biz bunu anladığımız için siyasetimizi ilmek ilmek işyeyip işlerimizi yürütüyorduk.
Osmanlıyı kimlerin yıktığını biliyorduk. İttihat Terakki bu işin ilk hikayesiydi. Bir Menderes vardı bu uğurda can veren. Özal vardı sinsice bizden koparılan. Derdest edilen bir Erbakan vardı. Şehid verdiğimiz din alimlerinden Es'ad Coşanlar vardı. Masmavi göklerden süzülürken karlı yüce dağlarda ruhunu teslim eden Muhsinlerimiz vardı.
Biz içerde bunları yaşarken dışarıda kana gargolmuş Afganistan vardı, Irak vardı Libya vardı. Başlarında satılık liderler olan Suud vardı Birleşik Arap Emirlikleri vardı. Parçlanmış ve sahipsiz kalmış bir Türk dünyası vardı... Doğuda Ermeni batıda iseYunan vardı elimizi kolumuzu bağlamakla görevli iki müptezel devlet.
Öyle akıllıca davranıyorduk ki "one munit" demek için yedi yıl bekledik. Dünya beşten büyüktür demek için ilkönce büyüklüğümüzü içimize çöreklenmiş ordumuzun yüzkarası vesayetçi güruhu hizaya getirdik. İstihbaratımızı MOSSAD ve CIA gibi harici unsurlardan arındırıp millileştirerek haykırdık. Adliyenin terazisine ayar vererek eğriyi doğrulttuk. Akademik kokuşmuşluğa neşter vurarak kokuşmuşluğu önledik. İHL katsayı zulmünü yıllarca sonra düzelttik. Başörtüsü meselesini çıkararak değil, taktırarak çözdük.
Biz bunları yaparken mühimmatımızın tedariki elbette es geçemezdik...
Tüm engellemelere rağmen demokratik yollardan her seçimi kazandık ama bize diktatör dendi; Saddam ve Kaddafi'ye dendiği gibi... Algılarla ekonomi harap gösterildi halk desteğini çeksin diye. Halkın desteği çekilmeyince bombalarla bezdirilmek istendik. Halk bir türlü kopmuyordu liderinin peşinden ve sahip çıkıyordu kanının son damlasına kadar.
Suriye'ye gir dediler zamanı var dedik bekledik ve zamanı gelince girdiğimizde de neden giriyorsunuz diye de höykürmeye başladılar. Velhasıl beyinleri yakan bir siyaset izliyordu sahnelediğimiz dünya arenasında. Bir türlü oyuna gelmiyorduk Batının tüm hilelerine karşılık.
15 Temmuz'la birlikte FETÖ pisliğini temizledik. PKK inlerine girdik. Oktar'ı hapse attık. Kavala'ya kaval dinletisi sunduk kodeslerde. Selolara selalar okuduk ölmüşler niyetine.
Bugün Suriye'ye kucak açan biz olduk. Türki Cumhuriyetler önündeki Ermeni engelini kaldırıp birliği oluşturduk; bunun için Karabağ'ı aldık. Libya'yı kurtardık hem de Batı'nın hunharca baskıları altında hayat bulmaya çalışırken. Ayar verdik Ege'de Yunan'ın elini kolunu bağlayarak. Kıbrıs'ı yeniden feth ettik Ersinlerle.
Kara, deniz ve havaya hükmediyorduk bu coğrafyada. Yerden petrollerimiz fışkırıyordu denizde gazlarımız. Havada kuş uçurtmuyorduk artık İHA ve SİHA'larımızla.
Ayasofya'yı açıyorduk mimberde çekilen kılıçlarla. Taksim’e damgamızı vuruyorduk açtığımız camilerle. Ve selam duruyorduk Medcid-i Aksaya yönümüzü Kudüs'e doğrultarak.
Doğru zamanda doğru hareketlerle izlediğimiz siyaset sonucu bugün doğru zamanı kollayarak sarf ettiğimiz sözlerle dünyaya meydan okuyoruz. Hamas'a sahip çıkıyoruz. Ve yine doğru hamle yapmak için doğru zaman kolluyor ve bekliyoruz.
Başarımız bir şansın eseri değil; bilakis imam ve onun yoğurduğu aklın eseridir.
Saddam Hüseyin’in dün “Ne yani Kudüs biraz çile çekmeye değmez mi? Kudüs şehri için cihadla kurtulmaya değmez mi? Kudüs’in özgür olması, değmez mi? Peygamber Efendimizin emaneti. Değmez mi? Ne zaman harekete geçilecek! Ne zaman Müslümanlar uyanacak? Dediğini bugün Türkiye olarak haykırıyoruz ve gerekeni de yapacağız Allah’ın izniyle.
Madem hedef Türkiye, bu zevki onlara tattırmayacağız. Cennet bizim, cehennem onların olacaktır.
Mustafa Salim
05 Kasım 2023, Ankara