Siyasi yazılar hemen hemen hiç yazmadım. Siyaseti seven, konuşan biri olduğum halde bunu yazılarıma taşımam. Bugün de siyasi eleştiri yapmadan yaklaşan seçimle ve değişen yönetim anlayışıyla ilgili tespitlerimi paylaşmak istiyorum.
Malum, cumhurbaşkanlığına dayalı başkanlık sistemi 16 Nisan 2017’de halk tarafında referandumla kabul edildi ve 24 Hazirandan sonra yürürlüğe giriyor. Eski Türkiye’nin sorun üreten siyasal sistemi gitti, yerine kuvvetler ayrılığını gerçek anlamda pekiştiren başkanlık sistemi geldi.
Bu yeni sisteme uyum sağlayan siyasi partiler zaten 24 Haziran seçimlerine de hazır şekilde giriyorlar. Uyum sağlamayanlar da ciddi problemlerle uğraşıyorlar.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘münafık’ çıkışı oldu. Birilerinin cumhurbaşkanlığında Recep Tayyip Erdoğan’a; milletvekilliğinde başka partiye oy verme planına münafıklık çıkışıyla tepki gösterdi.
Buna alınan, kızan birileri oldu şüphesiz. Ancak Sayın Cumhurbaşkanımızın normal vatandaşlarımızı kastetmediği, konuşması iyi dinlendiğinde açık ve net olarak görülecektir. Bizim meselemiz zaten bu değil ama bununla ilişkili.
Malum, artık hükümeti seçmek için meclis çoğunluğu gibi bir zorunluluk yok. Hükümet, başkanlık sistemiyle, salt çoğunluk oyuyla oluşuyor. Mecliste partilerin sandalye sayıları parti cumhurbaşkanı adayından bağımsız olarak belirlenecek şekilde oylanıyor.
Eskiden liderin hatırına, sırf lidere gitsin diye, hükümet kurmada meclisteki çoğunluk önemli diye insanlar sevmedikleri adaya rağmen partilere oy veriyorlardı. Şimdi başkanlık sisteminde oy verdiği lidere, meclise vekil seçerken oy verme gibi bir mutlak zorunluluk yoktur. Çünkü zaten lideri cumhurbaşkanı yapmak için oyunu vermiştir.
İnsanları çeşitli nedenlerle parti teşkilatlarına küsebiliyorlar. Bakana, ilçe başkanına, il başkanına, partili belediye başkanına, milletvekiline, bürokrata, memura, zamma, enflasyona, memur alımına gibi pek çok nedenle partilerine karşı tavır alabilir. Lidere değil de, teşkilata öfkesini gösterebilir. Bunu sürekli gördüğüm ve yaşadığım için söylüyorum.
Bu durumda aday göstermeler, hem vekillikte, hem belediye başkanlığında, hem teşkilatların merkez ve taşra yöneticilerinde çok çok önemli hale geliyor. Geçmişte pek çok belediye başkanlığı, partilerin kazanabilecekken yanlış aday göstermesinden kaybedilmedi mi?
Bu bağlamda ele alırsak, mesela 7 Haziran 2015 seçimleri ciddi sosyolojik mesajlar veriyor. Bu mesajları anlamış olan partiler, 24 Haziran’da sürpriz yapacaktır.
Temayül yoklamalarında, anketlerde, ön seçimde, teşkilat yoklamasında vb. önde çıkan, ancak listelere giremeyen veya seçilemeyecek yerden giren adaylar partilere oy kaybettirebilir. Dahası yanlış adaylar, halk tarafından sevilmeyen, benimsenmemiş, kötü meşhuriyeti olan adaylar partilere oy kaybettirecektir. Bu nedenle partilerin, halkın oy vereceği, en çok oy toplayacak adayları milletvekili listelerine sokmaları gerekecektir.
Artık, meclisin çalışma sistemi de değişecektir. Halkın tamamının temsil edilmesi, çeşitli meslek gruplarının maksimum temsil edilmesi, kadınların ve gençlerin doyurucu şekilde temsil edilmesi önemlidir ve gereklidir. Geçmişte daha çok hukukçu olanların ön plana çıktığı meclis aritmetiği değişmeli, her meslek erbabından adayların mecliste yer alması sağlanmalıdır. Çünkü ülkenin sorunlarını gerçek düzleminde değil, sağlıklı olmayan basit hukuki zemin üzerinde tartışıyoruz.
Eskiden partilerin ağır topları mecliste mutlaka yer alırken, şimdilerde ağır topların meclis dışında kalması gibi bir eğilimin oluşacağını tahmin ediyorum. Özellikle iktidara aday olan partilerin bakan olacak ağır toplarını meclis dışında tutmaya çalışması, meclisteki sayısal çoğunluğu kaybetmemesi açısından ciddi önem taşıyor. Çünkü yeni sistemde Bakan olanların milletvekilliği düşüyor.