Bilinmek-tanınmak ister insan. En sevdiği şeyler, nefret ettiği şeyler, olaylar karşısındaki tavrı, hoşlandığı ya da hoşlanmadığı şeylerin başkaları tarafından da bilinmesini ister.
Hayranı olduğu kişiler, insanlarda en sevdiği yönler, sevdiği kitaplar, sevdiği karakterler, insan ilişkilerinde hoşlandığı ve hoşlanmadığı hareketler, dünyaya bakışı, yeryüzünün ve içindekilerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili yazılı ve sözlü söylemlerinin bilinmesini ister. İşte bu bilinme ve tanınma isteği, insanı bu dünyada bazen hırslı, bazen hasımane, bazen zalimane düşünce ve eylemler içine sokabilir. Bilinmek/tanınmak istiyor ya, bu bilinme/tanınma isteği düşündüklerinin/sevdiklerinin herkes tarafından düşünülmesi gerektiğini, nefret ettiklerinin herkes tarafından nefret edilmesi gerektiğini düşünmeye başlar. Bu da eline güç geçtikçe daha da artan bir istek haline gelir. Bunu da bazen bir insanın hayatına yön vermekle, bazen insanların önemli yerlere gelmesine ön ayak olmakla, bazen maddi olarak bazılarına bakmakla, bazen kalabalıklarda ön plana çıkarak gerçekleştirebilir.
İnsanlara yön verdikçe, insanların ihtiyacının giderilmesine ön ayak oldukça, daha fazla insanın ondan bir şeyler talep ettiğini, yardımcı olmasını istediğini gördükçe daha fazla şeyler yapmalıyım düşüncesiyle hareket etmeye başlar. Gün geçtikçe gücün/iktidarın elinde olduğunu görür, hırslandığını, kibirlendiğinin farkına varmadan yoluna devam eder.
Öncelikle etrafında yardımcı olduklarının onun her söylediğine mutlak manada itaat etmesini, her söylediğinin mutlak doğru olduğunu kabul ettirmeye çalışır. Buna aykırı davrananların yani efendi olarak kendisine/fikirlerine köle olmayanların ihanetle suçlanması gerektiğini ve buna hakkı olduğunu öncelikle kendisine anlatır ve kabullenir. Daha sonra etrafından başlamak üzere bu düşüncenin herkes tarafından benimsenmesi/kabul edilmesi gerektiğini anlatmaya ve anlattırmaya çalışır. Farkına varmadan köleler ordusunun oluşmasını ve kendi efendiliğini herkese kabul ettirmeye çalışır.
“İnsani yanımız, ahlaki yanımız, deruni yanımız, medeni yanımız azaldıkça aramızdaki çatışmalar, rekabetler ve karşıtlıklar çoğalıyor” der Atasoy Müftüoğlu.
Güç/iktidar ihtirasına yenik düşenler gerçek kimliklerinden uzaklaşarak oluşturulmuş ve kişinin kendisinin bile tanıyamayacağı bir kişi haline gelebilirler.
Nice insan için, belli bir gücü kazandıktan sonra, bir yerlere geldikten sonra çok değişmiş, eskisinden eser yok, çok kibirlenmiş, o mütevazı kişi gitmiş yerine küçük dağların efendisi edasıyla hareket eden biri gelmiş denilir. Elbette ki etrafındaki insanların söylediği her şey doğrudur diyemeyiz; ancak doğruluk payı da vardır.
Gücün, insanı ne hale getirdiği ancak güç-iktidardan sonra normal hayatına döndükten sonra etrafta el-pençe divan duranlar kalmayınca ya da güçten istifade edenler-güç gidince- etrafı terk edince anlaşılır.
Bu olumsuz tablonun yanında güç/iktidarı elinde bulunduranlardan şanslı diyebileceğimiz kişilere, Allah sevdiği padişah kuluna onu eleştiren, yanlışlarını görüp söyleyebilen vezirler verirmiş sözünden hareketle gücün tamamen yok ettiği, kişiliğinden tamamen uzaklaştıramadığı kişilerin de olabileceğini unutmamak gerekir.
Gücün zehirli oklarından korunmak kolay olmasa da ölümden sonraki hayata inananlar için kolay olsa gerek. Çünkü onlar eninde sonunda başka bir güç tarafından hesaba çekileceğini bilirler.
Rabbim güç/iktidar veriyorsa da zehirlemeyen cinsinden versin.