Birgün bakanlığın önemli vilayetlerinden birinde yönetici olan bir müdürümüz, yapılan binalarla ilgili görüşümü sordu. Aslında beğenip beğenmediğimi sordu. Ne de olsa çok emek harcamışlardı.
Ben binanın çok katlı olduğunu, ortaokul 5-6. Sınıf öğrencilerinin her gün üst katlara çıkıp inmekte zorlandığını, çantalarının ağırlığını, bina içinde koridorlarda kolonlar olduğunu ve iş güvenliği açısından risk taşıdığını falan saydım bir çırpıda. Bina güzeldi ama okul olacak nitelikte değildi. En azından ilköğretim okulu olmazdı.
Eğitim konusunda alınan kararlar birilerinin ciddi araştırma ve incelemesinden geçmediği ve yine birilerinin de oldu bittiyle karar vermesi nedeniyle sürekli tartışılıyor. Biz daha çok katlı bina meselesine bile gelmedik. Çünkü gündemde eğitime dair o kadar çok sorun var ki, hangi birini ele alsak elimizde kalıyor.
Sorunun temelinde eğitim konusunda karar verici makamlarda olanların eğitim ilkeleriyle ya hiç ya da sınırlı düzeyde ilişkili olmasından kaynaklanıyor. Söz gelimi bina yapımında ne kadar mevcut durum olumsuz olursa olsun, çok katlı okulların eğitim adına sağlıklı olmadığı açık ve nettir.
Kaldı ki o çok katlı okulları sadece şehir merkezlerinde sınırlı arazi imkanlarının olduğu yerlere yapmıyorlar, dağların başına, yeni yapılaşmanın olduğu yerlere, arazi sorunun olmadığı yerlere de çok katlı (2 kattan yüksek) okullar yapılıyor.
Bunun gibi diğer pek çok konuda insan faktörü düşünülmeden, uzun vadeli planlar yapılmadan sadece günübirlik sorunlara odaklanılarak çözümler üretiliyor. Sonuçta sorun yumağı haline gelmiş eğitimi tartışmaktan öte gidemiyoruz.
Ülkemizde eğitim adına çok iyi yetişmiş insanlar var. Ülkemizde eğitimin yönetimini başarıyla sürdürecek kadrolar özellikle son birkaç yıldır eğitim yönetiminden uzaklaştırılıyor.
Milli Eğitim Bakanımız okulların açılışı sırasında atanamayan öğretmenlerle bir araya gelmiş. Atanamayan öğretmenler dertlerini anlatmak istemişler. Sayın bakan lütfetmiş, onları dinlemiş, sonra da kendisi konuşmuş.
Konuşmasının bir yerinde atanamadığı için göz yaşlarını döken öğretmene “Mühendisler de atanamıyor ama böyle ağlamıyor” demiş. Sosyal medya ayağa kalktı doğal olarak.
Çünkü sayın bakanın bizzat kendisi mühendis. Mühendis ama Türk Milli Eğitiminin en tepesinde. Eğitim, konusu insan olan bir iştir. Mühendislik ise konusu eşya olan bir iştir. Aradaki farkı herkes anlamaz.
Bir zamanlar okulları işletme olarak gören bir bakanımız vardı. Çünkü kendisi işletmeci akademisyendi. Ülkenin mühendislerinin kamuya atanmasıyla öğretmenlerin kamuya atanması arasında ilişki kurmak herhâlde ciddi bir kapasite gerektiriyor. Çünkü ben bu ilişkiyi kuramıyorum.
Devletin 52 bin fabrikası olsa, en az 400-500 bin mühendisi olurdu. Ama devletin doğru düzgün fabrikası kalmadı. Hepsini özelleştirildi. Kamuya artık tek tük mühendis alınıyor.
Ancak devletin 52 binden fazla okulu, bu okullarda eğitim gören yaklaşık 20 milyon insanı ve bu 20 milyon insana eğitim veren bir milyondan fazla öğretmeni var. Bunun yanında sadece kamuda yüzbinlerce öğretmen açığı var.
Özlük hakları iyi olmadığı veya işletilmediği, yok sayıldığı ve asgari ücrete mahkûm edilen özel okul öğretmenleri de kamuya atanmak istediği için kamuya geçişte müthiş bir yarış var. Özel sektördeki özlük haklarıyla devletteki özlük hakları arasındaki uçurum kapatılmadığı müddetçe bu sorun devam edecektir.
Öğretmenlerin bu sorunları görülmeden sade bir kıyas bizi doğru sonuca götürmediği gibi tepki de çeker. Çünkü o zaman sorarlar, neden eğitimin başında bir mühendis var?
Ülkemizde bakanlıkların başına getirilen kişiler genellikle ilgili bakanlığın çalışma alanıyla ilişkili kişiler olurlar. Özellikle sağlık bakanlığı, adalet bakanlığı gibi kurumlara ilgili olmayan kişiler bakan yapılmaz. Ancak ülkenin en temel sorunlarının kaynağı olan Millî Eğitim Bakanlığına eğitim kökenli değil, en iyi ihtimalle akademi kökenli birileri getirildi.
Sayın bakanımız ve önceki bakanlar hep bu tür bakanlardı. Böyle olunca da işte sapla saman karıştırılıyor. Bir tek Ziya Selçuk, bakanlık teşkilatına aşina, eğitim ve öğretmenlikle sıkı ilişkide olan kişiydi. Onun çıkardığı 2023 Eğitim Vizyonu, bir eğitimci olarak söyleyebilirim ki ülkenin en önemli vizyon belgesiydi. Ancak Ziya Selçuk gidince o güzelim çalışma da rafa kalktı. Sebebi de bakanlarımızın eğitim kökenli olmamalarıdır.
Eğitim ülkenin pek çok sosyal sorununun kaynağıdır. Bu sorun kaynağından çözülmezse, toplumda memnuniyetsiz nesiller artmaya devam eder. Ülkenin gençleri sınavlarda heba oluyor. Sınavlara yıllarını harcayan gençlerin enerjileri ve beyin güçleri heba ediliyor. Bizim buna bir an önce çözüm bulmamız gerek.
KPSS ülkemiz için artık bir sorundur. Sınavın kendisi başlı başına bir sorundur. Gençlerimiz kamuya memur olmak için yıllarını harcıyor. Özel sektörün çalışma şartları cazip değil. Bu gençlerimizin kamu önünde yığılmasının önüne geçmemiz gerek.
Gençlerin çığlıklarını, sıkıntılarını anlamaktan uzak kişilerin yönetici olmaları nedeniyle fasit daire çizmeye devam ediyoruz. Gençler iş istiyor, gençler çalışmak istiyor, gençler emeklerinin karşılığını almak istiyor, gençler güvence içinde bir gelecek kurmak istiyor. Onların ağlamasının nedeni bizleriz, onların çaresizliğinin nedeni bizleriz. Sayın bakan o gençlerin sorunlarına çözüm üretmek zorunda. Onun için o görevde.
Atanamayan öğretmenler bu ülkenin insanı. İnsanların istihdam sorunları çok boyutlu ve girift. Sadece milli eğitim bakanının sorunu değil, bu topyekûn milletin sorunudur. Bu sorunu çözecek olanlar da hükümetlerimizdir. Zaten bu kadar çok öğretmenin işsiz kalması hükümetlerin yanlış politikalarının sonucu. Yanlış politikalara gençlerimizi artık kurban etmeyelim.