Liyakat konusunda insanlarımız hala kendi arasında tartışıp duruyor. Liyakatin ne olduğu konusunda insanların kafalarındaki şey ehliyetle karıştırılıyor.
Liyakati ölçen bir sistemi ortaya koymadıktan sonra liyakati tartışmanın ve istemenin bir anlamı olmayacağını önceki yazılarımda söylemişim.
Sistem ortaya konmayınca, sonuçları tartışmanın bir faydası da olmaz. Liyakat konusunda ortaya sistem koymak zorundayız. Ödül sisteminden, hizmet içi eğitim fırsatlarının adil sunulmasına kadar kamu düzeninde ve özelde milli eğitim sisteminde adil, şeffaf, hesap verebilir bir yapı oluşturulamazsa liyakat tartışmaları istismara açık bir konu olmaktan öteye gitmez.
Liyakat sözlükte: “Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu” olarak tanımlanmış. Liyakat, ‘Kifayet’ olarak da nitelenmiş aynı zamanda.
Kifayet; “Yeterli miktarda olma, yetme, kâfi gelme” anlamında olduğu gibi “Bir işi yapabilecek yetenekte olma, yeterlik” anlamına da gelmektedir.
Ehliyet; sözlükte ustalık anlamına geliyor. Ehil olarak kelimenin anlamına bakıldığında “Bir işte yetkili olan, bir işi yapan” anlamı görülüyor.
Liyakat, bir işin verilmesine uygunluk durumunu niteliyor denilebilir. Ehliyet, bir işi yapabilirliği gösteren belge, ehillik, o işteki ustalık, yetkinlik durumunu belirtiyor.
Bir işi çok iyi yapan ehil oluyorken ve ehillik somut şeyleri ifade ediyorken, liyakat işle ilgili uygunluk ve yaraşırlık durumunu nitelediğinden tamamen soyut bir kavram oluyor.
Ehliyet, belirli aşamalardan geçip bir işi yapma yeterliliğine sahip olmayı niteliyor. Dolayısıyla ehliyet, diploma, ustalık belgesi gibi somut şeyleri ifade ediyor diyebiliriz.
Liyakat, bir işi yapabilmekle ilgili soyut şeyleri ifade eder. Ehliyetle kişi memur olur, sınavları geçerek yükselir ancak önemli görevlere ve makamlara atanırken çoğu zaman ehliyetten fazlası aranır. Çünkü salt mesleki başarı, sınav başarısı, diploma ve unvanlar özellikle yöneticilik görevlerinde, temsiliyet görevlerinde yeterli gelmemektedir. Kişilik yapısı, sosyal beceriler, hitabet, karar verme süreçlerindeki başarısı, kriz yönetme becerisi gibi çeşitli sübjektif özellikler yöneticilik görevinde ehliyetin önüne geçebiliyor.
Hatta etnik kimlik, inanç ögesi, değer yargıları liyakat özellikleri olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle liyakat meselesi görevin türü, derecesi, konumu, zamanın uygunluğu, toplumsal yapının gerekleri gibi unsurlardan etkilenen bir meseledir. Ehliyet ise bunların hiç birinden etkilenmez.
Liyakat soyut şeyleri ifade eder demiştik. Liyakatin bazı unsurları ehliyet haline getirilebilir. Dil bilmek liyakat konusuna girdiği gibi ehliyet konusuna da girer. İnanç durumu, bazı görevler için ehliyet sınıfına sokulabilir. Etnik kimlik, ehliyet gibi bazı durumlarda olmazsa olmaz olabilir.
Ehliyeti yasalar belirler. Somuttur ve genellikle değişmez. Liyakati, ne kadar yasal çerçeveye yerleştirmeye çalışırsanız çalışın, sonuçta siyasi iradenin takdiriyle şekillenen süreçlere tabidir. Siyasi irade de sosyal durumlardan etkilenen, çeşitli değişkenlerle şekillenen bir yapıdadır.
Liyakat, ehliyet şartını gerçekleştirdikten sonra aranan unsur olmalıdır. Aksi durumda ehil olmayanların kamuda yüksek görevlere gelmesi gibi bir sonucu doğurabilir. Söz gelimi, sağlık bakanlığına, sağlıkla ilgili hiçbir eğitimi ve iş tecrübesi olmayanın (velev ki sıhhiye çavuşluğu yapsın) atanması nasıl abes ise, maliye bakanlığına sağlıkçının atanması da o kadar abestir. Aynı şey üst düzey görevler için geçerli olduğu gibi, alt düzey görevlerde de geçerlidir.
Sonuç olarak minimum şart, işi yapabilme yeterliliği ve yetkisinin olması yani ehliyet olarak belirlenmedikçe de liyakat meselesi sorun olarak önümüze gelir.